Bazı yorumlara göre, Türkiye, 16 Nisan 2017 referandumundan sonra, "Başkanlık sistemi"ne geçti. Bu saptamaya hak vermek bir yönden mümkün. Erdoğan, iktidar partisinin de lideri olarak, ülkeyi bir başkan yetkisi ve gücüyle yönetiyor.
Durum, elde edilen yasal yetkilerin yanısıra, 15 Temmuz darbe girişiminin yarattığı havayla birleşince, derinlik kazanıyor. Bütün devlet kurumlarına sızmış bir yapıyla mücadelede elde edilen inisiyatif, Erdoğan'ın gücüne güç katıyor.
Bu gücü yeterli bulmayan Cumhurbaşkanı, uzunca süredir seçim kampanyası yürütüyor. Hatırlayalım: Kendisi, partinin başına yasal olarak geçer geçmez, "metal yorgunluğu" tezini ortaya atarak, partiyi toptan seçime hazırlamak amacıyla, değişik ve sert müdahalelerde bulundu. Önde gelen belediye başkanlarını istifaya zorladı. İl ve ilçe teşkilatlarında seferberlik ilan etti.
Ardından "Afrin operasyonu" geldi. 60 güne yakın süren kuşatmanın ardından, Afrin'de askeri hakimiyet sağlandı. Erdoğan, durumu, partisi açısından bir "diriliş" olarak değerlendirdi. “Metal yorgunluğu” döneminin artık geride kaldığını ilan etti. (Tabii, AK Parti tabanının bu konuya nasıl baktığı, başka bir tartışma konusu) Bir yandan da seçim kampanyasını hız kesmeden sürdürüyor.
Birçok yorumcu "erken seçim" beklerken, Erdoğan, seçimin zamanında yapılmasında ısrarlı. Belki de işin sırrı bu ısrarda. Bir yıl sonra yapılacak yerel seçimler, muhtemelen, Türkiye'de, rejimin geleceğini belirleyecek.
Mart 2019 yerel seçimlerinde kim rüzgarı arkasına alırsa, Kasım 2019’daki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçimlerde de, başarılı olabilecek.
Bu durumu, “veri” olarak kabul edersek, yerel seçimlerin ne gibi ihtimalleri içinde taşıdığına bakabiliriz: 2016 Anayasa referandumu baz alındığında, neredeyse bütün büyük şehirlerde -İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa, Mersin- yüzde 50'inin üzerinde hayır çıktığı görülüyor…