Holokost ve yerli halklara karşı uygulanan soykırımlar arasındaki cari dikotomiyi inceleyen Moses, iki soykırım durumu arasında soykırım literatüründe baskın olan belirgin hiyerarşinin, her iki soykırımsal eylemin ve sürecin açıklanmasının önünde kavramsal bariyerler koyduğunu belirtmektedir.
Moses’ın birincil amacı, Holokost söz konusu olduğunda yerli halklara karşı yapılan soykırımlara neden neredeyse hiç öncelik tanınmadığı ve hatta bu soykırımlardan neden hiç bahsedilmediği sorununa yanıt aramaktır. Moses bu argümanını daha güçlü kılmak adına, Mark Mazower’ın şu cümlelerine başvurur:
“Bana kalırsa Afrikalı ya da Amerikalı yerli halkların kitlesel olarak katledilmesi meselesinin gündeme getirilmesine yönelik mesafeli ve soğuk bir yaklaşım ve bir bakıma bu durumun ilerlemenin ‘kaçınılmaz’ bir parçası olduğuna dair genişçe bir zımni varsayım var olagelmişti. Bu varsayıma göre asıl şok edici olan ise Avrupa’daki bütün bir halkı imha etme girişimiydi. Yani asıl önemli olan bu idi. Bu varsayım, zımni bir ırkçılığa yahut basit olarak tarihsel muhayyilenin başarısızlığına ve beceriksizliğine dayanıyor olabilir.”
Moses, yerli halklara karşı uygulanan soykırımların Shoah ile kıyaslanmayacağı gibi soykırım alanında cari olan bakış açısına yönelik eleştiresine devam eder. Kendisinin de altını çizdiği üzere, ‘Batılı’ ulus devletlerin sorumluluğunda yükselen insan haklarının varlığına ve moral evrenselciliğe rağmen, söz konusu ulus devletler geniş ölçüde emperyalizmden faydalanmıştır ve varlıklarını iskan projelerine borçludurlar.
Bu kolonyal güçler ve yerleşimci sömürgeciler (bu güçler daha sonra ‘Batı’nın ulus devletlerine dönüştüler) yerli halklara karşı yapılan soykırımlardan sorumluydular. Bu güçlerin uyguladığı soykırımlar en nihayetinde bugün bu toplumların geçmişlerinin karanlık sayfalarıyla yüzleşmeleri bakımından çetrefilli ve dikenli sorular ortaya koyduğundan, bu sorunlar gündeme gelmez ve tartışılmaz.
Bu noktada, Moses haklı olarak ‘Batı’nın bu karanlık geçmişinin soykırım literatüründe de bir sorunsal olarak tartışılmadığını vurgular. Hakikaten de farklı soykırım olayları arasında karşılaştırmalar ve bağlantılar kuran çalışmalar yetersiz düzeydedir. Bunun sonucunda soykırım alanının gelişimi açısından açık bir çıkmaz ortadadır.
Bu çıkmaz 20. yüzyılda Avrupa topluluklarının maruz kaldığı soykırımların Amerikan, Anglo-Avrupa ve İsrailli araştırmacılar tarafından daha önceki yüzyıllarda Avrupalıların Avrupalı olmayan toplumlara uyguladığı soykırım eylemlerinden daha fazla aciliyet taşıyan bir sorunsal olarak mülahaza edilmesiyle ilgilidir.