Türkiye’deki modernite Batıdakinin ancak kötü bir replikası oldu. Kurucu kadrolar felsefesini pek anlayamadıkları modernliği tamamen yüzeysel ve şekilsel bir biçimde algılayıp hayata geçirdi. Görünürdeki liberal dokunuşlara karşın rejim otoriter kaldı ve imparatorluğun ataerkil mirasının ancak bu katı tutumla alt edileceği sanıldı. Ancak rejim soğuk savaşın de desteğiyle modern dönemin sonuna kadar ayakta kalmakla kalmadı… Modernlik 1970 sonrasında sert eleştiri altındayken bile Türkiye askeri darbeler ve vesayet düzeni ile yönetilmeye devam etti.
Sistemin sürdürülemezliği 1997 yılındaki ‘post modern’ darbe ile iyice açığa çıktı. Bu ayarı verebilmek uğruna darbeciler sahte olaylar, karakterler ve deliller üretip bunları medya üzerinden servis ettiler ve kendilerine biat eden yüksek yargı sayesinde de düzeni sürdürmeye yeltendiler. AKP o günlerin hemen ertesinde kuruldu ve bin yıl sürecek denen Kemalist sistemin sonuna geldiğimizin kanıtı ve öznesi oldu.
Talih AKP’den yanaydı. Modernlik demokratlığın sınavından geçememiş, normlar değişmiş, daha çoğulcu bir global düzenin kapısı açılmıştı. Ancak talih çok önemli bir yardımda daha bulundu: Seçim sisteminin yüzde onluk barajı sayesinde AKP yüzde 34 oy almasına karşın parlamentodaki sandalyelerin yüzde 66’sını alarak tek başına hükümet oldu. Böylece askeri vesayet sistemi, ideolojik yargı ve merkeziyetçi bürokrasi ile aynı anda ve tek seferde mücadele etmek mümkün hale geldi. Sistemin toplu direnci de bu mücadeleyi şeffaf ve meşru kıldı. Bu süreçte AKP hak ve özgürlük alanını geri dönülmesi çok zor bir biçimde genişletti. İslami kesimin taleplerini erteleme pahasına diğer kimliklerin yaşadıkları adaletsizliklerin üzerine gitti. Son birkaç yıl içinde Gülen cemaati ile yaşanan hesaplaşma ve Batı’nın aleni bir biçimde AKP’yi desteklemekten uzaklaşması bu görüntüyü bozdu ama temelde reform çizgisi değişmedi. Bütün aksine propagandaya rağmen bugün AKP hem niyet, hem kudret, hem de ideolojik yatkınlık olarak en reformcu parti olmayı sürdürüyor. Ayrıca son seçim sonuçlarının gösterdiği üzere, özgürlük ve adalet değerleri açısından seçmeni partisinden daha ‘ilerde’ olan da tek siyasi hareket…
Ne var ki iktidardaki on üç yıl bu partinin teşkilatını fazlasıyla yıprattı. Büyük mali imkanların yeni ve ‘aç’ bir taşranın sınıfsal sıçrama arzusuyla buluşması suiistimallerin önünü açtı. Böyle bir tarihsel anda seçim sisteminin yüzde onluk barajı bir yeni ‘hediye’ sundu: Barajı geçme hedefi etrafındaki mobilizasyon HDP’yi meclise taşıdı. AKP’nin yüzde 41 oyu bu kez sandalyelerin sadece yüzde 47’sini sağladı. Böylece AKP ile CHP arasındaki muhtemel bir koalisyon gerçekçi bir alternatif haline geldi. Bunun talihin sunduğu hediyenin en iyi şekilde kullanılması anlamına geleceği açık…
Türkiye’nin önünde Kemalizm’den post Kemalizm’e yumuşak bir şekilde geçme, kesimler arası geçişliliği artırma, ülkenin büyük kimliksel meselelerini çözme, arkaik bir modernlik anlayışının ayaklarımıza vurduğu prangalardan kurtulmamızı sağlama imkanı duruyor. Böyle bir işbirliğinin bu yumuşak geçişi bir anayasal metin olarak düzenleme ve topluma onaylatma şansı çok yüksek. Türkiye yeni bir meşruiyet zeminini farklılıkları buluşturarak, bugüne dek en yüksek seçmen temsiline sahip bir meclis sayesinde hayata geçirebilir.
Eğer bu imkan kullanılamazsa nedeni AKP kadroları, teşkilatı, tabanı veya seçmeni olmayacak. Çünkü onların büyük hedefi zaten buydu. Mesele laik kesimin demokratik, özgürlükçü ve paylaşımcı yeni bir dünyaya ne denli hazır olduğu…