Ana SayfaYazarlarYunan adalarını sevdiğim doğrudur!

Yunan adalarını sevdiğim doğrudur!

Sevil Özdemir

 

Yazının başlığına bakıp da sadece Yunan adalarını sevdiğimi düşünmenizi istemem. Genel anlamda bütün adaları severim… Hatta umarım bir gün en sevdiğim adayı bulup orada yaşama şansına erişirim.

Saymakla bitmeyecek adalarından bazılarını bu yaz keşfetme imkanı bulduğum Yunanistan’ın kapanışı Girit'e kısmet oldu. Ama ben size Girit'ten önce biraz Rodos ve Chios (Sakız) adalarından bahsetmek istedim…

Rodos'a geçen bayram (Temmuz) Marmaris'ten kalkan feribotlarla geçiş yaptık, her bayram ve her yer de olduğu gibi yoğunluk çok fazlaydı… Biz gitmeden internetten araba kiraladığımız için hiç sorun yaşamadan dolaşabildik. Büyük bir ada olduğunu düşünürsek araba kiralamak avantaj olabilir ama biz dolaşırken çok fazla ATV, motor ve bisikletle dolaşan insanlara da rastladık. Bu çeşit bir keşif de yapılabilir…

Rodos'a indiğimiz anda ve sonraki bir kaç gün boyunca en net hatırladığım, deniz olmasa burada yazın yaşanmaz, çöl gibi, diye söylendiğimdir 🙂 İnanılmaz bir sıcak vardı ki, benim gibi tarihi yerleri gezmeyi seven bir insanın bu sıcakta hiçbir yere gidilmez, denize girelim diye öne atıldığı pek görülmez… Gerçi şu da bir gerçek ki o tarihlerde her yer çok sıcakmış, kiminle konuşsak aynı dertten yakınıyordu…

 

Rodos, kalesi ve yaklaşık 4 kilometre uzunluğundaki duvarları ile Orta Çağ'dan kalan ve en iyi korunmuş yerleşimlerden biri olarak UNESCO Dünya Kültür Mirası Anıtları Listesi’nde yerini almış durumda… Gerçekten de deniz kenarında dolaşıp kaleyi ve duvarlarını görüp, sonra surların öbür tarafına geçince, kalenin ötesinde bir yaşam olduğunu, filmlerdeki gibi surların içinde yaşayan bir şehir olduğuna tanık oluyorsunuz…

Konaklamayı, Rodos yerine Lindos'u tercih ederek ne kadar doğru bir karar verdiğimizi Rodos'a 45km. uzaklıktaki Lindos'a vardığımızda anladık. Belli bir yere kadar arabayla geçişe izin verilen diğer tarafları yürümek ya da eşeklerle (eşeklerle ulaşım çok yaygın, her ne kadar onlar bunu ekmek kapısı olarak görse de ben her yanımızdan geçtiğinde üzülüp, söylendim…) gitmeniz gereken daracık sokaklarıyla tarihi bir yerleşim yeriyle karşılaştık.

Beyaz boyalı, iç içe geçmiş şirin evleri, daracık sokakları, her çeşit mekanın bulunduğu sürpriz sokaklarıyla Lindos benim Rodos'da en sevdiğim yer olarak hafızama kazındı…

 

Rodos'a giderseniz, sakın ola Lindos'u görmeden dönmeyin derim…

Rodos'da dikkatimi çeken şeylerden biri de deniz… Adanın her yerinde aklınıza gelen her yerde arabayı durdurup denize girebilecek kadar nefis bir deniz seçeneği var…

Adaları kendimce az çok bilirim, güzel plajları olsa da her köşesinin denizi o kadar da güzel olmaz ama Rodos için bu geçerli değil, adanın her yerinde denize gönül rahatlığıyla girilebilir ve kesinlikle pişman olunmaz 🙂

Ama yine de bir plaj var ki işte o bizim gönlümüzün birincisi ilan edildi…  "Anthony Quinn Plajı"

Küçük bir koydan ibaret olan "Anthony Quinn Plajı" girdiğim en güzel denizlerden biri olmakla beraber huzurun adresi diyebilirim…

Lindos gibi Anhony Quinn plajını da bir köşeye not alın derim…

Rodos'a gidişimiz Yunanistan'ın ekonomik kriz dönemine denk gelmesine rağmen, bazı yerlerde kredi kartı geçmemesi dışında, hayatlarına devam ettiklerini ve bu durumdan çok da etkilenmemiş olduklarını gözlemledim… Her ne kadar sıcak bir dönemine denk gelsek de Rodos macerası keyifli, dingin ve huzurlu bir tatil olarak noktalandı.

Şimdiye kadar giden kimseden olumsuz bir şey duymadığımı hesaba katarak, aynı yolda devam ediyor ve gitmek isteyenlere pişman olmayacağınız bir tatil için Rodos’u öneririm diyerek Rodos sayfasını kapatıp diğer adamıza geçiyorum.

 

Sürprizlerle dolu Chios (Sakız) Adası

Bilenler bilir Sakız adası Çeşme'ye çok yakın bir adadır, öyle ki, feribotla 20 dakika sürüyor desem yakınlığı tahmin edebilirsiniz 🙂

Bu kadar yakın olmasına ve daha önce birçok kez Çeşme'de bulunmama rağmen, gitmek bir türlü kısmet olmamıştı. Ya zaman yetersizdi, ya da vize yoktu vs… Bu seferki ziyaretimde şans benden yanaydı…

Nedense bir günde gezebileceğimizi düşünerek günübirlik bir gezi tercih ettik ama bunun yanlış olduğunu gün içinde çoktan fark ettik 🙂

Öncelikle pasaport kontrolü gibi işlemler oldukça zaman alıyor ve geri kalan zamanda görülmesi gereken yerleri atlamadan gezmek isteği ve tabii bir de dönüş feribotunun 18:00 gibi çok erken saatte olduğunu düşünürsek gerçekten zor bir gezi sizi bekliyor…

Benim tavsiyem; Sakız adasını keşfetmek gibi bir niyetiniz varsa kesinlikle en az bir gece kalmayı düşünerek plan yapmanız yönünde olacak…

 

Sakız adasının limanından içeri doğru yürüdüğünüzde çok sade, sıradan görüntüsüyle bu mu yani diyeceğiniz bir hisse kapılabilirsiniz, o hisse sakın aldanmayın 🙂 Gördüğüm binalar klasik yunan adalarından biraz farklıydı, farklı bir yerde dolaşıyor hissine kapıldım. Renkli panjurlu binalar bende bu yanılsamaya neden oldu…

Sanırım bana göre bir yer değil diye düşünmeye başlamışken, içine girdikçe bambaşka bir dünyayla karşılaştım…

Tıpkı tanımadığımız insanlar hakkında atıp tutarken, ya da yok yok bu insan bana göre değil diyerek, daha tanıma fırsatı bile vermeden yargıladığımız, mesafe koyduğumuz insanlar gibi, yerleşim yerlerini de daha keşfetmeden, yargıladığımı fark ettiğim ilk yer Gökçeada’dır… Bunu fark edip geriye baktığımda, bir iki yer için de bunu yaptığımı gördüm ve bundan hoşlanmadım… Bundan sonra daha dikkatli olmak adına bir karar alarak yola devam ettim…

Zamanınız kısıtlıysa, merkezi boş verin, adanın güneyine doğru yola koyulun…

 

Pyrgi…

Pyrgi köyüne ulaştığınızda, hangi zamanda olduğunuzu düşünerek etrafınızı çevreleyen tarihi binalara bakarken, binaların üstündeki geometrik şekillere hayran kalacaksınız…

 

 

 

İçinde yaşam olan bir köy Pyrgi, yaş ortalaması çok yüksek, turistlerin dışında gördüğünüz hemen hemen herkes 80 li yaşlarda…

Dolaşırken kapıların üzerinde anahtarlar olduğunu fark ettim, daha sonra öğrendiğimize göre; daha genç olanlar, yaşlı komşularına yemek götürüyor ve onları kontrol ediyormuş, o nedenle yaşlı insanların yaşadığı evlerin üzerinde anahtarları duruyor…

Bu yaşta hala bir şeylerle uğraşma isteğine hayran kaldığım Pyrgi’li bir teyze…

Sokaklar arasında turunuzu tamamladıktan sonra, köyün meydanında kafelerde oturup dinlenirken, etrafı izlemek çok keyifli, tavsiye ederim…

 

Mesta…

Mesta, Pyrgi'ye yakın bir köy ama Pyrgi ile yakından uzaktan ilgisi yok…

İşte en çok da bunu sevdim. Bir adada hem de bu kadar yakında Mesta'yı bambaşka bir atmosfer içinde gezeceksiniz…

 

Orta Çağ'dan kalma yapılarıyla, dehlizlerde gezinirken, labirenti andıran sokaklarda kaybolun gitsin… Şahsen ben kendimi orta çağ filmlerinin içindeymişim gibi hissettim ve o histe kayboldum…

 

Başta da söylediğim gibi, bir gece kalarak keyfi çıkarılacak bir ada ve o gece kesinlikle Mesta'da kalınmalı diye düşünüyorum 🙂

 

Fazla zamanımız kalmadığından Mesta’ya yakın şirin bir balıkçı köyünde yemeğimizi yiyip yola koyulduk. Yemek konusunda da kısa bir not düşmem gerekirse her adada olduğu gibi burada da deniz ürünleri harika ve fiyatları çok uygun…

Yolumuzun üzerinde de çok güzel yerler gördük ama hepsini ayrıntılarıyla gezemedik. Biz bir gün için oldukça verimli bir plan yapıp gezdik, tek sorun denize girmeye vaktimiz kalmadı.

Sakız adasıyla ilgili son notum; Limandaki kafelerden birinde (bizim yediğimiz yerin adını hatırlamıyorum ama eminim hepsi güzeldir) hayatınızın en güzel sakızlı dondurmasını yeme fırsatını kaçırmayın olacaktır.

 

Girit…

Gelelim son durağımıza…  Girit'e Eylül sonunda giderek yaz sezonunu resmen kapatmış oldum…

Girit'e gidiş biraz sıkıntılı olduğundan, (bildiğim kadarıyla Türkiye'den direkt uçuş yok. Atina'ya gidip oradan uçakla geçiş yapılıyor ya da adalardan feribotla ulaşım sağlanıyor) Tur kullanmaya karar verdik ama tura bağlı kalmadık, araba kiraladık ve kendimiz keşif yaptık.

 

Girit’in klasik tanımıyla Yunanistan'ın en büyük ve Akdeniz’in beşinci büyük adası olduğu hemen hemen herkes tarafından biliniyor ama büyüklük kavramı bir yerden bir yere giderken çok daha iyi anlaşılan bir kavram olduğundan, şahsen bana çok daha büyük geldiğini söylemeliyim…

Daha iyi anlaşılmak adına, adanın bir uçtan bir uca 250 km olduğunu da dipnot düşeyim istedim 🙂

Girit'te hiçbir yerde yorulmadığım kadar yorulduğumu hissettim çünkü zamanımızın çoğu arabada geçti. En yakın mesafe 1,5-2 saat ve bunu dağ yollarından gittiğinizi, gittiğiniz yeri dolaştığınızı ve tekrar geri gittiğinizi düşünün…

Örnek vermem gerekirse; Hanya yolculuğumuz gidiş-dönüş yaklaşık 6 saat sürdü 🙂

Gitmeden önce yaptığım araştırmalarda Girit için en az 7 gün ayırmalısınız diyordu, bana kalırsa 10 gün bile tamamını keşfetmeye yetmez…

Abarttığımı düşünen varsa gidip gözlerinizle görün diyorum 🙂

Bizim kaldığımız otel Hersonissos’da sahil şeridinde, şehrin biraz dışındaydı. Bu nedenle yolculuğumuz biraz daha uzun sürdü ama kaldığımız yeri o kadar sevdik ki bu durumdan hiç şikayet etmedik…

Uçaktan iner inmez ilk durağımız Heraklion (Kandiye) oldu ve sanırım bütün Girit gezimizde en az sevdiğim yer burasıydı…

 

Aslında sevmemek demeyelim de beklentimi karşılamayan yer diyelim. Nedeni ise karşımıza çıkan başkent, gerçekten de bildiğimiz başkentlerdendi, bütün kaosu, karmaşası, trafiği, biçimsiz binalarıyla bir şehir düşünün işte bizi karşılayan Heraklion böyle bir yerdi…

Kafamdaki ada şehri kavramına uymadığı ve klasik şehir görüntüsüne hakim olduğu için listenin en altında yerini aldı… Ama haksızlık da etmeyelim şehir olarak baktığımızda gayet güzel bir yer… Tarihi eserleri de görülmeye değer. Tarihi eser demişken Girit'te uzun yıllar Venedikliler hüküm sürmüş ve mimarileri iyice işlemiş, ben de Venediklilerin mimarisini bu kadar yakından görme şansımı çok güzel kullandığımı itiraf etmeliyim…

Ayrıca Nikos Kazancakis'in doğduğu yer olduğunu bilmeseniz bile bu ismin her yerde karşınıza çıkmasından anlayabilirsiniz 🙂

 

Adanın diğer bir şehri Rethimno (Resmo)

Kesinlikle görülecekler listesinde olmasına rağmen, şehre ilk girdiğimizde bu mu yani hissine kapılsak da iç sesimizi dinleyip keşfe çıktığımızda, özellikle de kalenin yakınındaki eski şehir (old city) ile gönlümüzü fetheden bir şehir Resmo… 

Dar sokakları, şirin dükkanları ile gezmekten bıkmayacağınız bir kent ama sıcak havayı düşünüp denize girmek isterseniz de yine size istediğiniz cevabı verip boylu boyunca güzel bir sahile sahip olduğunu zevkle gösterecektir…

 

Ve Hanya…

İşte benim favori kentim Hanya (Chania)

 

Bildiğimiz "Hanya'yı Konya'yı görmek" sözünün kastettiği Hanya işte burası 🙂 Ve benim adıma ilginç bir not daha; Üniversiteyi Konya'da okumuş biri olarak, bundan sonra sıkça, şu ömrü hayatımda Hanya'yı da gördüm Konya'yı da demekten gizli bir keyif aldığımı inkar etmeyeceğim 🙂

 

Sadece Hanya'yı görmek, bize gidiş-dönüş 6 saate mal oldu. Ama kesinlikle her dakikasına değdi…

Benim ada kavramıma uyan en güzel şehirlerden biri burası, o nedenle Girit listemde kesinlikle bir numaralı şehir Hanya…

 

 

Tarihi dokusu bozulmayan yerleri her zaman çok sevmişimdir. Hanya'yı da sanırım hep seveceğim…

Muhteşem bir liman kenti… Daracık sokakları, içinde yaşam olan, bozulmayan tarihi binaları, Venedik, Osmanlı mimarisinin karışımı, harika yemekleri, güler yüzlü insanları, faytonları… Anlatmakla bitmeyecek bir yer Hanya…

Bir daha Girit'e gider miyim bilmiyorum ama Hanya kesinlikle tekrar görmek ve sadece orada birkaç gün geçirmek isteyeceğim bir yer olarak hafızama kazındı…

 

Girit notları

-Denizi genel anlamda güzel, her yerden girilebilir…

-Zeytinyağında inanılmaz ilerlemişler, sayamayacağım kadar çok marka vardı bu beni biraz şaşırttı…

-Otlar konusunda da çok ilerlemişler, her çeşit ot var diyebilirim, oldukça pratik olduğunu düşündüğüm üzerinde hangi yemeğe kullanılacağı yazan karma ot karışımları da yapmışlar…

-Şimdiye kadar gittiğim en uygun Yunan adasıydı ve hediyelik dükkanları da gördüğüm en yaratıcı fikirlerle donatılmıştı…

-En güzel souvlaki yediğim ada 🙂 

Seyahatlerin de yemek, giyim, kitap, film zevki gibi kişiye özel olduğunu düşünürüm… Benim beğendiğim bir yeri başkası beğenmeyebilir ya da tam tersi… Ama benim zevkimin uyduğu ve önerilerini dikkate aldığım insanlar vardır. Belki de bu yazı da sizin için öyle olur…

Girit'in geneli için bir şey söyleyemem ama Hanya ve Resmo için bile olsa kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri diyebilirim.

Son olarak sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum;

“Seyahat insanı daha alçak gönüllü yapar. Çünkü seyahat ederken dünyada ne kadar küçük bir yer kapladığını görürsün”

- Advertisment -