CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü 17. gününü de geride bıraktı. Yürüyenler İstanbul’a yaklaştıkça, yürüyüşe ilgi ve katılımın da artması bekleniyor.
20 Haziran’da kaleme aldığım Ümitsizliğin saflığı başlıklı yazımda, barışçıl yürüyüşe kategorik olarak karşı olmamakla birlikte yürüyüşün çıkış noktasına itiraz etmiş ve eleştirmiştim.
Şu tezi işlemiştim: Bu ülkenin oyun kurma yeteneğine karşı düzenlenen MİT tırları gibi sembol bir olayda, ülke çıkarına verilen zarar tespit edilirken sergilenen hatâlar toplumsal vicdan hareketinin çıkış noktası yapılamaz.
Bu tavrımın hâlâ doğru olduğunu düşünüyorum. Ama bu tesbit eylemin hareket noktası için geçerliydi. Şimdi, eylemin başlamasının üzerinden iki haftayı aşkın bir süre geçtiği için, olgunun kendi dinamiğinin doğurduğu yeni parametrelere, repertuvarın kendi içinde oluşturduğu epizotlara da bakmamız gerekiyor.
Yeni anlam inşası
Evet, yürüyüş yanlış başladı. Ama başladıktan sonra “doğru şeyleri seslendiren ve gerçekleştiren” bir akışa dönüştü. Bunu bir tür, varlığın kendi edimini “özde yanlış, yöntemde doğru” dışa vurması olarak tanımlayabiliriz.
Bu dönüşümü yürüyüşün kendi karakteri sağladı. İlk günden itibaren yürüyüşçüler barışçıl bir tutum sergiledi. Konaklama yerlerine gübre dökme gibi akla ziyan provokasyonlara, yer yer alkışlı, sloganlı protestolara rağmen barışçıl refleksten taviz vermediler.
En çarpıcı ve önemli nokta, barışçıl reflekse mağduriyet çeşitliliğinin eşlik etmeye başlaması oldu. KHK mağdurları, işlerine son verilen akademisyenler, tutuklu yakınları gibi her çizgiden mağdur yürüyüş kortejinde kendilerine yer buldu. HDP yürüyüşte yer alacağını açıkladı.
Hiç kuşku yok ki toplumsal muhalefet saflarında, iktidar dışında kalan sosyal ve siyasal yaşam alanlarında bir enerji birikiyor. Bu enerjinin ne şekilde güce ve yeni anlam inşalarına dönüştürüleceği, yürüyüşten sonra muhalefetin önünde duran en temel görev.
Muhalefetin temel sorunu AK Parti’ye yeterince karşı çıkılmaması, tepki gösterilmemesi değildir. Temel sorun alternatif politikaların oluşturulamamasıdır.
CHP ne zaman kaybeder?
Eylem yanlış başlayan, doğru ilerleyen bir karaktere büründüğü içindir ki yürüyüşte bir mağdur temsiliyeti sağlanabiliyor — ama toplumsal temsiliyet çeşitliliği sağlanamıyor.
Bu haliyle yürüyüş daha çok sol, sosyalistler, sosyal demokratlar, Kürt solu ve toplumsal karşılığı bulunmayan Müslüman sol ile sınırlı kalacak. Eğer yürüyüşün ülkenin oyun kurucu kabiliyetine yönelik rahatsız edici yönü olmasaydı, ülkenin yaşadığı devlet krizi iyi tespit edilseydi, yürüyüşte milliyetçi ve muhafazakâr temsilciler de yer almak isteyecekti. Bu haliyle yürüyüş milliyetçi-muhafazakâr camiada bir vicdan oluşturamıyor. Çünkü yürüyüşün start noktası toplumsal güvenliğin kodlarını rahatsız ediyor.
Buna rağmen CHP, yürüyüşün milliyetçi-muhafazakâr camiada yankı uyandırmasını istiyorsa FETÖ’nün oynadığı rolü iyi tanımlamak ve teşhir etmek, yapıcı ve yol gösterici bir dil inşa etmek zorunda. Ama yürüyüşü amacından saptırıp Gezi benzeri kalkışmalara çevirir, enerjisini de ülkenin oyun kurma gücünü zayıflatmaya harcarsa kaybeder.
Paradigma değişikliği
Aynı duyarlılıklar iktidar için de geçerli. AK Parti yönetimi ve liderliği yürüyüşü eleştirmekle birlikte kendi aleyhlerine olacak herhangi bir yanlışlık sergilemedi. Ama eksiklikleri de olmadı değil. Mesela esastaki yanlışlığı iyi teşhir ettiler ama yöntemdeki doğruluğa nasıl bir tutum takınacaklarının şaşkınlığını yaşadılar.
Ancak AK Parti yönetimi için yaptığımız “yanlış yapmadılar” tespitini AK Parti’ye yakın duran medya eliti için yapamıyoruz. Yürüyüşü aşırı sekter, aşırı kutuplaştırıcı bir trol zihniyetiyle ele aldılar. Yürüyüşün dinamiklerini, yeni stratejisini okuyamayan bu lümpenleşme genel perspektif haline gelirse, AK Parti işte o zaman bu sınavdan yara alarak çıkar.
Yürüyüş gösterdi ki, muhalefet paradigma değiştirmiştir. Gezinin devrimci militan duruşu yerine toplumsal merkezde vicdan oluşturmaya çalışan yeni sivil itaatsizlik stratejileri denenmektedir. AK Parti’nin karşısında Gezi direnişi yok. Tersine değişen toplumsal muhalefet mantalitesi var.
AK Parti doğru yöntemlerle ilerleyen, barışçıl eylemlerle kendisini ifade eden, şiddeti ve provokasyonu dışlayan, hak hukuk adalet diyen bir dinamiğin karşısına kamusal zoru ve lümpenleşen medya elitlerini çıkartırsa, karşıtlarına aradıkları fırsatı kendi elleriyle teslim etmiş, hattâ toplumsal kutuplaşmayı artık sürdürülemez hale getirmiş olur.
O yüzden AK Parti değişen paradigmaya eski paradigma ile yanıt veremez. Eğer toplumsal muhalefetin doğasında bir değişim dönüşüm söz konusu ise, bunu karşılama hali ve söylem üretiminde de değişim dönüşüm olmak zorunda.
Yeni paradigma da, yeni bir felsefe inşasıyla muhalefette “yeterince yardımcı olamadığı” mahcupluğunu ve kapsayıcılığını yaratabilmeyi gerektirir.