Kimse farkında değil ama 2004 yılında Pele'nin sunumunu yaptığı ''Yaşayan En İyi 125 futbolcu'' / FIFA 100 listesinde yer alan oyunculardan birinden söz ediyoruz. Galatasaray sonrası yani, ilk büyük transfer girişimi, beni hala bu iş nası oldu diye düşündürten İnter ardından New Castle yolculukları istatistiki açıdan yabana atılmayacak bir kariyer ivmesi oldu yaşamında. O yıllarda Türkiye'de bize neler yaşatacağını yazıyordu zaten ve / fakat biz okumaktan imtina etmişiz. Zeytinburnu Çırçır Çayırı'nın ''bücürüyle'' İngiltere Premier Ligi'nin "delişmen bebesi' arasında gidip gelmek bizi mukayese çılgını yapabilirmiş oysa.
Manidar günlerde doğmuştu; 7 Eylül 1980. 10 yaşında daha kariyerinin ilk günlerinde yürüyüşünden ve sahadaki duruşundan -kısa ve sağlam basan bacaklarıyla- Zeytinburnuspor'da ileri üçlü/ikilinin arkasında ileri, dönük orta saha olarak oynamış ve oldukça ''iyi'' oynamıştı. -Bu satırların yazarı da Zeytinburnuspor'un 1986'da 3. Lig'teki şampiyonluk ipini göğüsleyen kadrosunda yer almıştı-
''Oldukça iyi'' idi evet. Futboldan ne beklediğini nasıl bir şey yapmak istediğini soranlara yanıtı da ''çok iyiydi'' ve kalbimizi kazanmıştı o zamanlar; ''… İhtiyacı olan gençler futbolda gereken hırsı sahaya yansıtmak zorunda. Diğerlerinden daha azmimli olmak zorundayız!'' İhtiyacı olanların daha azimli olacağı su götürmez ama 'ihtiyacın' ne kadarına sahip olmak istediğin de suyun kaldırma gücünden fazla olmamamlıydı.
İlk ceza trafikten
İlk transferinin ardından 17 yaşı bitmemişken -U 15 ve 16 yaş milli takımlarda kasırga gibi eserken hatta- aynı azimle mercedes otomobilin direksiyonuna sarıldığında -ehliyeti yoktu- ''BÜYÜK CEZA!'' yemişti. Bir şeye yaramamış olmalı ki ihtiyaçlarının sınırı konusunda fazla akıl yürütmedi. Gerçi o zamandan sonra yaşamının hiçbir sürecinde akılla çok da işi olmadı Emre'nin. Hali tavırları ortada; Boğaz kesme hareketinden Nijeryalı Yobo ve Martins'e hakaretler yağdırmaya -Yobo ile Fenerbahçe'de yolları kesişti sonraları-, Trabzonspor'un Zocorasına "fucking nigger" demeye dek götürmüştü ''işi'' -sonradan niger değil 'prick' dediğini iddia etti-. Şota ve Biliç'e yaptıkları, taraftarla girdiği ağız dalaşı, diğer rakip oyuncular ve hakemlerle diyalogları da cabası. Tribünden izlenilenler olayların ayniyle vaki olduğunu gösteriyor. Oyun içinde futbolcusundan taraftarına teknik direktöründen idarecisine neler 'yazdığı' malumunuz… Açılımlarını buraya yazıp dilin midesini bulandırmayalım.
İlk idolü George Hagi
1996'da Galatasaray takımına transfer olduğunda ''iyi'' olduğu kadar ''büyük'' işler de yapmaya başlamıştı. -İlk yıl forma şansı çok yakalayamasa da- Avantajlıydı çünkü saha içinde feyz aldığı isim kariyerinin zirvesine ulaşmış olan George Hagi idi. Onun için bir televiyon programında şöyle demişti; "Gelmiş geçmiş en iyi yabancı ve bence en iyi futbolcu!'' İdolü Hagi, hocası Terim idi.
Ancak -özellikle Fenerbahçe'ye transferinin ardından- Galatasaray sonrası saha içindeki görüntüsü ne Fatih Terim'in ne de Hagi'nin çizdiği profile hiç ama hiç uymayacaktı. Belki de ikisinin bileşimiydi Emre. Onların çözdükleri mevzuuda bizim bücür bir yerde tıkanmıştı. Ama nerede? Buraya sonra döneceğiz.
Galatasaray ve sonrası, ilk büyük transfer girişimi -beni hâlâ bu iş nası oldu diye düşündüren- yani İnter'in mavi-siyahlı formasıyla başlayan macera istatistiki açıdan yabana atılmayacak bir kariyer ivmesi oldu yaşamında. (Gerçi Emre o yıllarda Türkiye'de nasıl bir profil olacağını yazıyor, ne olacağının emarelerini veriyordu ama biz okumaktan imtina etmişiz.)
Çırçırdan Premier Lig'e
Zeytinburnu Çırçır Çayırı'nın ''bücürüyle'' İngiltere Premier Ligi'nin "delişmen bebesi' arasında gidip gelmek bizi mukayese çılgını yapabilirmiş oysa. İnter'e 10 milyon avroya transfer olmak… Bu bile başlı başına bir öykü. -Hakan Şükür ve Okan Buruk da aynı takımda forma giydiler; hatırlayalım-
Meraklıları -bu satırların yazarı gibi- ve zaman zaman onun maçlarını izleyenler de bilirler ki İnter'de büyük oynadı bizim ''bücür''. Bir Napoli maçında ceza sahası yayının üzerinden öne çıkmış kaleciyi gördüğü anda topun altına girip yaptığı aşırtma filelerle kucaklaşırken; peeh peh peh… dediydim. Gülümseyerek. Kısa ve öz hareketler, net paslar, ilerdeki adamı rakipsiz bırakarak gol yollarına ''ilerleten'' buluşturmalar, gol vuruşları, adam eksilten çalımlar, ferahlatan ters toplar ve estetik. Önce Real ve Barcelona sonra Valencia, çizmede AC Milan peşine düşecekti.
Ama önce Galatasaray yıllarına dönelim…