Türkiye’nin “güvenli bölge” oluşturma amacıyla Fırat’ın doğusuna "Barış Pınarı" adıyla yaptığı askeri müdahale, bölgede yeni bir dönemin kapısını araladı.
Cerablus, El Bab ve Afrin’in ardından Türkiye sonuncu müdahalesini Tel Abyad ve Resulayn arasındaki 120 km’lik hatta yaptı.
Rusya Federasyonu’nun resmi açıklamasına göre, 68 birlikten oluşan yaklaşık 34 bin kişilik PYD/YPG güçleri 30 km derinliğin altına çekildi.
Aksi yönde haberler de medyaya yansıyor. Kandil’den yapılan kimi açıklamalar, bazı yerlerde görülen küçük çatışmalar, sivil halkın içine katılma iddiaları ve YPG içinden yansıyan dirençler, M-4 karayolunun altına çekilme konusunun tartışılmaya devam edeceğini gösteriyor.
Her halükârda Türkiye, bölgeye yönelik bu dördüncü askeri müdahalesiyle, kendisine yönelik risk ve tehdit olarak gördüğü devletimsi bir yapılanma ihtimalini şimdilik engelledi. Suriyeli sığınmacıları yerleştirmeyi düşündüğü güvenli bölge için, umduğunun ancak üçte biri genişlikte bir alanı kontrolü altına aldı. Ayrıca, bu konuda dünya çapında bir tepkiyle yüzyüze.
Sığınmacıları kendi rızalarıyla oraya göndermek ve milyonu aşan bir nüfus için sürdürülebilir yaşam koşullarını oluşturmak ne ölçüde mümkün olabilecek, zaman içinde göreceğiz.
Nihai sözü, eli hayli güçlenen Rusya'nın ve ABD’nin söyleyeceğini biliyoruz.
Rusya ilerledi; ABD durumu idare ediyor
ABD, Rusya, Esad ve İran, PYD/YPG'ye Türkiye'nin baktığı gibi bakmıyorlar. Bölgedeki ve Suriye’deki Kürtlere "dost" yaklaşımlarını her adımda gösteriyorlar. Türkiye, örgüte yönelik sert tutumunu sürdürürken, onlar örgütü kalıcı sayılacak şekilde bölgeye entegre etmeye çalışıyorlar.
Sınır güvenliğinin tesisi ve güvenli bölge uygulanmasında artık Türkiye’nin esas muhatabı konumuna gelen Moskova’nın temel hedefi, Suriye'nin toprak bütünlüğü korumak; Esad’ı meşrulaştıran yeni bir anayasal rejim oluşturmak.
Bu arada PYD/YPG'nin silahlı güçlerini de Esad'ın ordusuna ve polis güçlerine entegre olmaya zorluyor. Esad’ın YPG’lilere “herhangi bir özel statüleri olmaksızın, kendisine bağlı ordu ve polis birliklerine katılmalarını” önermesi; örgütün ise öneriyi “bu ancak anayasa belirlendikten sonra konuşulabilir” diyerek reddetmesi, PYD'nin önemli ölçüde güç ve mevzi kaybetmesine rağmen gelecek için bazı imkânlar gördüğü anlamına geliyor.
ABD’ye gelince, Haseke, Deyr Zor ve Rakka üçgeni arasında petrol kaynaklarının bulunduğu çöl bölgesinde mevzilenme kararı vermiş görünüyor. Böylece Suriye’deki varlığını sürdürmeyi ve buradaki petrol kaynaklarını kontrolü altında tutmayı hesaplıyor.
Bölgeyi kontrol işini, PYD/YPG güçlerine teklif etti. Onları bu göreve davet ederken, petrol gelirlerinden pay verileceğini de söyledi. ABD’nin bu planının içinde İran’a karşı bölgesel bir mevzi oluşturma hesabının yattığı da biliniyor.
Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor!
Şüphesiz tablo yukarıda anlatılandan ibaret değil.
Tel Rıfat, Menbiç, Kobani ve Kamışlı’dan PYD/YPG'nin pek çekilmediği de söyleniyor. Türkiye’nin Tel Abyad-Resulayn müdahalesini yaptığı günlerdeki geri çekilme havasından sıyrılıp, mevcut şartlarda yeni bir varoluş ve konumlanış olanağı aradığı anlaşılıyor.
Bu durumun farkında olan Türkiye, “Kobani dahil diğer yerleşim yerlerini (Tel Rıfat, Menbiç, vb) boşaltıp 30 km güneye çekilmezlerse biz çıkaracağız” diyor. Ancak ara verilmiş askeri operasyonları eskisinden daha kapsamlı ve iki yönlü olarak tekrar başlatmak mevcut uluslararası koşullarda daha zor görünüyor.
Tel Abyad’da PYD/YPG tarafından düzenlendiği açıklanan bombalı araç saldırısında çok sayıda can kaybı ve yaralının olması da önümüzdeki sürecin nasıl olacağına dair bir işaret fişeği gibi görünüyor.
Keşke…
PYD’nin kurulması kararını PKK Kandil’de yapılan 1992 kongresinde aldı. PYD’nin kadro bakımından oradan (Kandil’den) bir hayli beslendiği de biliniyor. Programı, kurduğu uluslararası ilişkiler, örgütlenme ve eylem tarzı olarak farklı bir tercih içinde olmadığı da bir gerçek. Suriye ve bölge Kürtlerine bakışı da şüphesiz benzer.
Bununla beraber, PYD'nin Suriye Kürtleri arasında ciddi bir destek sağladığı, silâhlı gücünü ve örgütlenmesini büyük ölçüde bunun üzerine bina ettiği bir gerçek. Belki bütün Suriye Kürtlerine dayanmıyor ama oldukça geniş bir desteği olduğu görülüyor.
Rusya, ABD, İran, Şam rejimi ve uluslararası güçlerin önemli bir kesimi, bölgeye dönük stratejilerinde örgütün bu boyutunu dikkate alıyor.
* * *
Yeni kitap
Ayrıntı Yayınları’nın eski genel yayın yönetmeni Ömer Faruk’un Aşk ve Ereksiyon “Aşk”ı isimli yeni kitabı Altıkırkbeş Yayınları’ndan çıktı. Çetin Balanuye’nin “Etiko-politik olarak ‘aşk’” başlıklı bir sunuş yazısının da yer aldığı kitabın tanıtım bülteninde şöyle bir bölüm yer alıyor:
“‘Kimlik devlet kurar, aşk biriktirmez’ çıkarsamasından hareketle, içine doğduğumuz kimliği reddetmeden, kişisel özerkliğimizi edinmeden, kendimizi icat etmeden aşk yaşanabilir mi?
“Leke bırakmayan dokunuş, samimiyetle dökülmüş gözyaşı, kasıkları ürperten kahkaha, etki eden ve etkilenen yakınlıklar… gibi her tür çıkar ilişkisinin dışında serpilmesi gereken benzersiz ‘aşk halleri’ mevcut toplumsal değerlerin dışına çıkmadan ne ölçüde mümkündür? İçe patlayan, küçük ama kesinlikle çarpıcı bir deneme…”