“Zorunluluğun sorumsuzluğu” şartları mevcuttur.
Türk ordusu her türlü eleştiri, özeleştiri, sorgulama ve incelemeye kapatılmış bir Kemalist alandı. Yüksek duvarlar, kapalı kapılar ardında neler yaşandığını bilmiyorduk. Kemalizm bu dokunulmazlığın rıza imalatıydı. Ne var ki, sivillere ve siyasilere kapatılan bu alanda ABD istediği gibi at koşturuyordu.
Bu yapı ve zihniyet, tıpkı Emniyet gibi radikal kötülük üreterek çöktü. İçten içe çürüyen kurumların başına ne geldiyse Türk ordusunun başına da o geldi.
Biz böyle bir kurum, böyle bir zihniyet, böyle bir radikal kötülükten kurtulduk. O yüzden başımıza gelen bize felâket değil hayır getirecek. Buna kesinlikle inanın.
Halkına yabancılaşmış, yabancı istihbarat örgütlerinin köstebek yuvasına dönüşmüş, sivil alana kapatılmış bir ordunun yaşamasındansa çökmesi daha hayırlara vesile olur.
“Ordu çöker, ülke batar” diye kıyamet koparanlara da fazla kulak asmayın. Ayrıca, çöken ordu değil, ordunun içindeki kirli ve karanlık unsurlar. Aynı şeyi Emniyet için de söylediler. Bu çöküşten daha istikrarsız, daha başarısız bir TSK değil, daha etkili, daha güçlü, daha millî, daha yerli bir TSK doğacak. Hattâ göreceksiniz, ordunun geri kalan sağlam bünyesi, bu kanserli urdan kurtulduğu için daha etkili bir performans sergileyecek.
Devlet kurumları sorgulanmalı
Olan oldu. Şimdi yaraları sarma, tahribatı onarma, ülkenin çöken kurumlarını ayağa kaldırma zamanı. İki şey yapmalıyız.
Bir, bugüne nasıl, neden, niçin geldiğimizin derinliğine bir analizini yapmalıyız.
İki, çok akıllı, çok sağduyulu bir şekilde ne yapabileceğimizin bir stratejisini oluşturmalıyız.
Sorgulamaya devlet kurumlarından başlamalıyız. AK Parti 14 yıldır iktidarda olmasına rağmen devlete hakim olamadı. Hakimiyetten kastım tabii ki bir parti devleti değil; zaten olamaz da. AK Parti devleti yönetemedi, devletin kendisine isyanını önleyemedi. Buna hangi faktörler sebep oldu?
Cemaat’in hem kendi üyeleriyle hem dışarıyla kurduğu gizli iletişim ve şifreli mesaj network’una hâlâ ulaşılamadı. Neden?
Emniyet hâlâ paralelci unsurlardan temizlenemedi. Niçin? Emniyet’te geçiş süreci henüz daha tamamlanamadı. Engel ne?
Hakan Fidan’ın başa getirilmesinden sonra daha etkili ve başarılı bir performans sergilemeye başlayan MİT, gene de henüz arzu edilen istihbarat örgütü düzeyine ulaşamadı. Problem ne?
Gerçi her yerden ele geçirilmiş bir devlet kurumları içinde MİT daha fazla ne yapabilir diye bir soru da aklımıza gelmiyor değil. Ama MİT’ten giden her türlü kozmik bilginin Genelkurmay yaveri üzerinden Cemaat’e ve CIA’ya aktığı; onların da bu bilgiler ışığında önlem aldığı anlaşılıyor. Şahsen devlet kurumları içinde kitlesel bir Cemaat ve sızıntı temizliğinden sonra MİT’in arzu edilen istihbarat örgütü seviyesine ulaşacağını düşünüyorum. Problem yapısaldır; kesinlikle tek tek aktörlerle ilgili değildir.
Kütahyalı vakasından dersler
Medya da kendisini “Biz nasıl oldu da bu hale geldik” sorgulamasının dışında tutamaz, tutmamalı.
Doğan Medya ve daha genel olarak bütün Kemalist medya, paralelci tehlikeyi önemseyen bir hassasiyet içinde olmadı. Sol ve Kürt basını sağlıklı bir analiz yapacak mentaliteden mahrumdu; hakim olan sol nihilist çizgiydi.
Hükümeti destekleyen medya ise kavgada hep bağıran ama hasmına yumruk vuramayan bir dövüşçü gibiydi. Hükümet medyası paralel devlet yapılanmasıyla retorik düzeyde mücadele etti. Bilgi ve analize dayalı bir mücadele stratejisi oluşturamadı. Paralel devlet yapılanması konusunda bir veri bankası dahi yaratamadı. Kamuoyunu aydınlatacak etkili uzmanları ve kanaat önderlerini keşfedemedi.
Konuyu Türk basın tarihine geçmiş bir vaka üzerinden tetkik etmek istiyorum. Bir süre önce Rasim Ozan Kütahyalı Rus uçağını düşüren pilotun paralelci, esasen Türk Hava Kuvvetleri’nin büyük çoğunluğunun Cemaat’in kontrolünde olduğunu; TSK içinde paralelcilerin tasfiye edilmesi gerektiğini; aksi halde Genelkurmay Başkanı Akar’ın bunun bedelini ödeyeceğini yazdı.
Kütahyalı apar topar Genelkurmaya çağrıldı. Karargahta brifing alan Kütahyalı, brifing sonrası Genelkurmay’ın paralelle mücadelesini ikna edici bulduğunu yazdı.
Eğer Kütahyalı başarılı bir soruşturmacı gazetecilik örneği sergileseydi, Türkiye’nin kaderini değiştirirdi. Bir iddia ortaya attı; ne kendi iddiasını temellendirecek kanıt bulabildi, ne de iddiasını net bir “fikri takip”le sürdürebildi. Oysa zahmet edip paralelcilere ilişkin iddianameleri okumuş olsa idi, o iddianamelerde paralelin ordu içinde de çok etkili şekilde örgütlendiğine dair onlarca delil bulurdu. Bu delilleri yüksek sesle seslendirir, devletin üst düzey yetkililerinin dikkatini ikna edici şekilde çekebilirdi.
Kütahyalı güç ilişkileri tarafından ezileceğini anlayınca arkadaşını (Cem Küçük) dahi ortada bıraktı; “ikna oldum, ordu mücadele ediyor” tesbitiyle de hepimizi yanılttı. Asker gereğini yapıyor algısı oluşturdu. Bu da herkesi rehavete sevk etti.
Kütahyalı bir çıkış yaptı, ama çıkışını cesur ve onurlu bir mücadeleye dönüştüremedi. Kütahyalı keşke akşam evine döndüğünde penceresinden harika Boğaz manzarasını değil de varoşları görebilseydi. O varoşlar Kütahyalı’ya cesaret ve direnme ilhamı verirdi.
Darbe geliyorum diyordu
“Ben yazdım, ben uyardım” demeyi pek sevmem ama 9 Mart 2016’da, yani dört ay önce Serbestiyet’te kaleme aldığım Darbeyi caydırma önlemleri başlıklı yazımda, bugünlerin yaşanacağına dair tespitlerde bulunduğumu görüyorum:
“Eğer hükümet rasyonel bir karşı önlemler paketi geliştiremezse, sistemin açıklarından içeri sızan darbe güçleri demokrasiyi bir kez daha paranteze alma girişimlerinde başarılı olacaklar. İş ciddi yani… Projektöre tutulunca apışıp kalan tavşanlara dönüşmemeliyiz. Hele ‘Türkiye’de darbe olmaz’ yanılsaması ile kış uykusuna hiç yatmamalıyız.”
Öneri olarak da şu tezi gündeme getirmiştim: “Sanırım her hafta başbakanlıkta, ayda bir de Cumhurbaşkanı Sarayı’nda güvenlik toplantıları yapılmaktadır. Genelkurmay, Emniyet, MİT, Jandarma, İç İşleri yetkililerinin katıldığı bu toplantılarda, iç ve dış tehditler masaya yatırılmaktadır. O toplantılarda, ‘darbeyi önleme ve caydırma tedbirleri’ gündemi altında yeni bir başlık açılmalıdır.”
Yazımda ayrıca şu tespitler yer almıştı: “Caydırıcı ve önleyici tedbirler yasal önlemlerden idari ve istihbari ıskalaya kadar geniş bir spektruma yayılmalıdır. Cemaat’in hem kendi üyeleriyle hem de dışarıyla kurduğu gizli iletişim ve şifreli mesaj network’una neden hala ulaşılamadığı konusu özeleştirel ele alınmalıdır.”
Ara koridora girdik
Bizleri 15 Temmuz darbesine “Anlatacak o kadar doğru varken dinleyecek kulakların olmaması” vurdumduymazlığı getirdi.
Şu an Türkiye çok ciddi varlığını koruma sorunları yaşarken özgürlüğünü sağlama aşamasına geçemez. Öncelik özgürlüğü sağlamak değil varlığı korumaktadır.
Türkiye’de zorunluluğun sorumsuzluğu şartları söz konusudur. O yüzden OHAL kararı, olağanüstü tedbirler, kitlesel ihraçlar yerinde kararlardır. Türkiye normalleşme altyapısı oluşturuluncaya kadar bir süre daha ara koridorda bekletilmelidir. Doğru ve hayırlı olanı da budur!