Ana SayfaYazarlarYoksullar için bilmem kaçıncı tez

Yoksullar için bilmem kaçıncı tez

 

Susacağın zaman, güzel susmasını,

Büyük susmasını, sıkı susmasını bilirsen, halkım,

Sen susunca taşlardan su sızmaya başlar;

Hırsından ağlamak isteyip de ağlayamayan

Ergenlerin sıkılı yumrukları gibi,

Taşlardan şiir

Ve sessizlikten hakikat sızmaya başlar.

 

Sessizliğini büyütür, büyütür de, o zaman,

Buluta, boraya, sağanağa çevirebilirsin

Ve varoluş, böyle böyle kendini aşıp,

Gün gelir, taşların ağzından konuşmaya başlar,

Taşlar, otlar, ağaçlar hep bir ağızdan

Bağrışırlar o zaman

Senin yerine ve seninle birlikte, halkım!

 

Konuşacağın zaman gelince de,

İyi konuşmasını, güzel konuşmasını,

Ağır konuşmasını,

Yani az, ama her zaman doğru ve büyük,

Bütünle uyumlu ve tempolu konuşmasını

Ve yeri gelince, büyük, güzel ve yankılı

Bağırmasını bilirsen, halkım,

Sen bağırmaya başlayıca – bugün yaptığın gibi  –

Yer yerinden oynar,

Gökler çatırdamaya, dağlar ayaklanmaya,

Asırlık çınar ağaçları, kestane ağaçları

Ayaklarını çıkarıp yüzyıllardan

Senin peşinden yürümeye, koşmaya başlarlar.

 

Ve herkesin unuttuğu

Yahut vicdan yükünü tapınakta indirip

Geçip gittiği yerden,

Yoksulların çulları, partalları,

Batmış kavimlerin külleri, kemikleri,

Fil Sûresi’nin hurufatı arasından

Havalanan kuşlar, Ebabil kuşları, Yaradan’ın,

İnsanı acı acı güldüren ve ağlatan taşlar

      indirmeye koyulurlar yukardan,

Büyük Aklın ve şiirin evine

Tanklarla, fillerle, filolarla yürümeye kalkan

       obez uygarlıkların tepelerine.

 

Taş derken, sekiz sütuna manşetten

Allah’ın laneti, demek istiyorum,

On-line çürük yumurta biçiminde bazen

– Ya da bozuk domates – cehennemden,

Başka ne varsa dünyada ve ahrette

Utanç ve yıkım taşıyan göklerden,

Atarlar, atarlar senin yerine.

 

Ve hepsinden daha önemlisi,

Hepsinden daha etkilisi de belki, 

İnce ince işlemesini bilirsen, halkım,

Elindekini, dilindekini, gönlündekini;

Ustalaştıkça ustalaşırsan yontuculukta

Ve öğreniverirsen, ipek gibi, su gibi

İnceltmesini dilini, fikrini, kendini,

İncelerek, arınarak dirilmesini,

O zaman, gün gelir, yonta yonta, kendi içinden

İbrahim çıkarırsın, Sokrat çıkarırsın,

Belki Zülkarneyn çıkarırsın;

 

Yonta yonta dilinin kemiğini,

Yonta yonta taşları, sözcükleri

Bahar göğü gibi gülümsetir,

Hayata benzetirsin, sanata benzetirsin,

Gönle sığmayan sevdaya,

Göğe sığmayan duaya benzetirsin onları;

 

Mazlumların gözyaşı vadisinde

Demiri ve bronzu eritip akıtırsın, sözgelimi,

Ve çare kalmazsa, sele çeviriverirsin onları,

Bir gedik, bir kapı açmak için göğsünde

Şiirsiz, insansız, Allahsız uygarlığın!

 

Daha da olmuyorsa,

Zülkarneyn’in seddi gibi bir şiir yükseltmek,

Ve bir şamar aşketmek için suratına, kof hamasetin,

Sahte vatanseverliğin ve pişkin ihanetin,

Akıldan öteye, ölümden öteye,

Yokuş yukarı akıtırsın Büyük Hayat’ı!

 

Öyle bir hayat, öyle bir şiir ırmağı,

Öyle bir hikmet çağıltısı ki,

Ateşe göğüs germesini biliyor, İbrahim gibi, 

Ve ateşin içinde horon tepmesini

Seninle birlikte ve senin yerine, halkım!

 

25 Haziran 2008

- Advertisment -