Merakla beklenen AK Parti-MHP anayasa değişiklik önergesi 336 milletvekilinin imzasıyla Meclis’e sunuldu.
İki maddelik bir teklif bu.
Birinci maddede 50 senedir uğruna muhtıralar verilip, parti kapatma davaları açılmış, yıllarca hararetli tartışmalara neden olmuş ülkenin en yaygın, en çok insanı etkilemiş ve en fazla insan tarafından savunulmuş ayrımcılığı, başörtüsü yasağının geri gelmemesi için anayasal bir güvence veriliyor.
Anayasa’nın din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24. maddesine şu fıkralar ekleniyor:
“Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan hizmetlerden yararlanması hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.”
“Hiçbir kadın dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim öğretim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile hak ve hürriyetleri kullanmaktan veya kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tabii tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda devlet ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir suretle engellememek kaydıyla, gerekli tedbirleri alabilir.”
Son cümlede yine dayamayıp devlete verilen gerekli tedbirleri alma hakkı ileride devleti yönetenler değiştiğinde başa belalar açma potansiyeline sahip olsa da, “tercih ettiği kıyafeti” meselesi üzerinden yeni tartışmalar açma ihtimali olsa da Türkiye’nin 40 senesinin en büyük kutuplaşması olan yaygın bir ayrımcılığın anayasal güvence altına alınarak korunmaya çalışılması anlaşılır.
Özellikle de laik kesimin siyasetçileri ve kanaat önderleri arasında bu derin ve korkunç ayrımcılıkla ilgili sahici bir pişmanlık, yapılan büyük yanlışı telafi etmek için bir çaba görünmezken, “sorun kalmadı işte ne kaşıyorsunuz hala” dışında onarıcı bir söz söyleyen Kılıçdaroğlu dışında hala kimse çıkmamışken ve bunu yaptığı için Kılıçdaroğlu da kendine yakın medyada bile eleştiriliyorken…
Ama ya ikinci madde?
Bu maddede Anayasa’nın “Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı 41. maddesine yeni bir cümle eklenmesi öneriliyor.
Maddenin mevcut hali şöyle:
“Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.”
Değişiklik teklifiyle birinci cümledeki “temelidir’in yanına ve ile şu cümle eklenecek: “Evlilik birliği ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir.”
Peki hangi gerekçeyle?
Önergeyi verenlerin gerekçesi şöyle:
“İnsan tabiatına uygun bir birliktelikle, bu bağlamda iki ayrı cinsiyetin yani kadın ve erkeğin evlilik yoluyla kurduğu aile, Türk milleti olarak varlığımızın teminatıdır…Bu suretle her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı ailenin korunması için ilave anayasal güvence sağlamakta ve ailenin toplumu ve milleti temelden ifsat edecek anlayışlardan korunması amaçlanmaktadır.”
Yani bu maddeyi 40 senelik başörtüsü ayrımcılığını bitiren bir anayasa paketinin içine sokan muhafazakarların laiklerin yerini alan yeni düşmanı…
Uzun süredir Türkiye’deki muhafazakarlar ülkede olan bitenlere karşı gösteremedikleri tepkiyi, ahlaksızlık, dejenerasyon, aile ve insan türüne yönelik en büyük tehdit olarak gördükleri eşcinselliğe karşı gösteriyor.
Bu konudaki duyarlılık o kadar yüksek ki, adı İstanbul olan ve AK Parti iktidarının eseri ve imzacısı olduğu küresel bir sözleşmeden Türkiye’nin çıkmasını sağladılar.
Anayasa’ya eklenmesi önerilen bu maddeyle eşcinsel evliliklere karşı bir ön tedbir alınmış oluyor.
Peki Türkiye’de hali hazırda eşcinsellerin evlilik hakkıyla ilgili bir talep var mı? Bunu savunan bir parti, grup, sivil toplum bulunuyor mu?
Hayır.
Yılda bir kez yürüyüş yapabilmekten fazlasını istemeyen Türkiye’deki LGBT derneklerinin bile gündeminde böyle bir talep yok.
Ama nesilleri ve aileleri gelmekte olan bu büyük tehlikeye karşı korumak isteyen, muhalefeti de böylece ters köşe yatıracağını düşünen iktidar şimdiden tedbirini almak istiyor.
Muhtemelen mevcut partilerin hiçbiri de bu cümleye karşı tek cümle kuramayacak.
Çünkü tam da iktidar onların bunu yapmasını ve LGBT destekçisi olarak damgalanmalarını istiyor.
Ama işte bazen kader ağlarını öyle bir örüyor ki, planlar ayağınıza dolanabiliyor.
Herkesi oturup düşünmeye çağıran inanılmaz bir tevafuk bu…
Tam da Meclis’e anayasadaki aile ve çocuğun korunması maddesine portakal çiçeğinde vitamin dahi olmayan eşcinsel evlilik taleplerine karşı bir cümle eklemek için önerge verilirken Türkiye’nin konuştuğuna bakın!
Kendisini “İlim, amel, ihlas ile mücehhez, irşada ehil, ihyaya muktedir, yarınlara örnek insan yetiştirmeyi vazife bilir” diye tanıtan, ülkenin en Ortodoks tarikatına bağlı bir vakfın başındaki hocanın bizzat kendi ailesine yaptıklarına…
Aileden ve cemaatten kaçan kızının iki yıldır mahkemelerde süründürülen iddiaları ile ilgili nihayet bir savcı iddianame yazdı.
İddianamede genç kadın, altı yaşındayken vakfın başındaki babasının, 29 yaşında, kapı komşuları olan babasının talebesi başka bir hocayla aralarında imam nikahı kıydığını, 14 yaşına geldiğinde de gelinlik giydirilip evlendirildiklerini ama 6 yaşından itibaren nikahlı olduğu kişi tarafından cinsel olarak istismar edildiğini, gizli olarak ses kaydını aldığı eşine de onaylatarak anlatıyor.
Bu istismar iddiası ilk defa da devletin önüne gelmemiş.
2012 yılında resmi kayıtlara göre 14 yaşındayken hamilelik şüphesiyle doktora götürülünce de doktorların girişimiyle devlet olaya müdahil olmuş ama yapılan şaibeli bir kemik testi ile kızın 21 yaşında olduğu tespit ettirilince savcı kovuşturmaya gerek yoktur kararıyla dosyayı kapatmış.
Şimdi ise iki yıldır bir kenarda bekleyen soruşturma dosyası, cinsel istismar davalarına bakan savcılık bürosuna üç ay önce atanmış ve dosyadaki isimlerin kimliğinden ve onlara dokunmanın risklerinden habersiz bir savcı tarafından iddianameye çevrildi.
Bir babanın altı yaşındaki kızını 29 yaşında bir adamla nikahlayıp, cinsel olarak istismar edilmesine izin verebileceğine inanmak kolay değil.
Soruşturmayı yürütenlere göre tarikatın bir vakfının başında olan bu hoca, kapı komşusu olan talebesinden kızına kuran dersi aldırırken onları nikahlayarak bir çeşit kendince tedbir almış.
Kızın kaydettiği ses kayıtlarında da eşine bazen “hocam” dediği görülüyor.
Bu kadarı bile mide bulandırmaya yetiyor.
Ama bu iddialar karşısında midesi bulanmayan pek kimse de olmadı.
Haber Birgün’de çıktığı için haklı olarak şüpheyle bakan, bir anda yine “bütün dindarlar zaten böyle”,” tarikatlar-cemaatler sapıklık yuvası hepsi kapatılmalı”, “sorun dinin kendisinde” kampanyasına dönüşmesine karşı iddiaların yalan çıkmasını isteyen, yalanlamaya çalışanlar oldu ama altı yaşında bir kızın nikahlanabileceğini savunan pek kimse çıkmadı.
Mağdurun kardeşleri bile diğer mensupları da televizyonlara çıkarak bunun kabul edilemez olduğunu o yüzden mümkün olmadığını söyleyerek iddiaları yalanlamaya çalıştılar.
Bu vakfın başındaki hocanın da icazet aldığı İsmailağa Cemaati, Cübbeli Ahmet, yine bu cemaate yakın ilahiyatçılar da en baştan itibaren böyle bir şeyin kabul edilemez olduğunu söyleyen kendilerini olan bitenden ayıran ve bu hocaya sahip çıkmayan açıklamalar yaptı.
Zaten hukukun bu kadar iktidarın kontrolünde olduğu bir iklimde böyle bir soruşturmanın açılabilmesi devletin bir örtbas içinde olmadığının göstergesiydi ama birkaç saat arayla kuran kurslarında yetişmiş İmamoğlu, düzenli namaz kılan, dindar siyasetçiler Akşener, Babacan, Davutoğlu’nun kınama açıklamalarından hemen sonra Aile Bakanlığı davaya müdahil olacaklarını açıkladı, AK Parti sözcüsü Ömer Çelik sert bir açıklamayla iddiaların üzerine gidileceğini söyledi, en sert açıklamayı ise “cemaatse cemaat üyeleri gözaltına alınmalı” diye AK Parti grup başkanvekili Özlem Zengin yaptı.
Son olarak pek çok konuda iktidarın reddettiği araştırma komisyonunun bu iddianın araştırılması için Meclis’te kurulmasına karar verildi. HSK 2012’deki ilk soruşturmada dosyayı kapatan savcı hakkında soruşturma açtı.
Yani şu ana kadar başta iktidar ve kendi tarikatları olmak üzere bu olayda bu aileye ve bu vakfa destek olan kimse çıkmadı.
Medyada ve sosyal medyada da ilk andaki yalanlama girişimlerinden sonra muhafazakar kesimin sözcüleri, gazetecileri hatta trolleri iddiaların ciddiyeti karşısında tavırlarını değiştirdi.
Buna rağmen hala sanki küçük yaşta kızların evlendirilmesi muhafazakar kesimde çok sıradanmış gibi suçu büyük kalabalıklara yıkmaya çalışanlar, konuyu dindarların ahlaksızlığına getirenler, hukuken ve sosyolojik olarak mümkün olmayan- çünkü zaten kapalı hali bu ve isteseniz de gönüllü bir dini yapıyı yasaklayamazsınız- tarikatların kapatılmasına bağlayanlar, bunu da kutuplaşma ateşine odun diye atanlar, büyük kitlelerin hakiki bir sorgulama yapmasını engelleme görevini yine başarıyla ifa ettiler.
Halbuki kutuplaşmayı, şeytanlaştırmayı artırmaktan başka hiçbir işe yaramayan böyle köhne bir muhalefet yerine, aileyi “eşcinsellerin ifsadına” karşı korumak için anayasa değişikliği teklifi getirilirken yaşanan bu korkunç muhafazakar aile skandalı, bu korkutucu zamanlama, ilahi bir ikaz gibi duran bu tevafuk, yaşadığımız kutuplaşma cehenneminde herhangi bir konuyu birbirini yok etmeye çalışmadan konuşamayan bu ülkenin zavallı insanları için büyük bir yüzleşme fırsatı..
Şu soruları sorduracak, ibretlik bir tevafuk bu;
Türkiye’de aileye karşı acil tehdit sahiden de eşcinsellerden mi geliyor? Emin misiniz?
Ahlak dinden doğal olarak doğar mı, yoksa ahlak bir bilgi değil bir pratik midir?
Tarikatlar gibi kapalı ve başındakilerin bütün günahlardan azade ve hesap sorulmayan makamda olduğu yapıların doğal olarak her türlü suistimale açık olduğunu görmek, bu yapıların kamusal kültürü domine etmesine, devlette örgütlenmesine hele de bağımsız bir dini otorite olan Diyanet’i ele geçirip, dinin rasyonel zeminde konuşulabildiği İlahiyatların hocalarını tekfir etmesine karşı çıkmak da en başta dindarların bir sorumluğu değil midir?
Yani Türkiye’de aileyi korumak için yapılacak en acil iş bu anayasa değişikliği olmayabilir mi?
Aileye karşı en büyük tehdit hala var olduklarını ispatlamaya çalışan eşcinsellerden gelmiyor olabilir mi?
İlle de ailenin kimlerden oluştuğu böyle ayrıntılı olarak Anayasa’ya yazılacaksa ailenin sadece kadın ve erkekten oluştuğunu söylemek yeter mi?
Ailenin reşit kadın ve reşit erkekten oluştuğunu da yazmak gerekmez mi?