(5) Yargı sistemini Yıldıray Oğur'un yaptığı gibi kinayeler, mecazlar ve iğnelemelerle değil, Levent Korkut ve Serdar Korucu'nun yaptığı gibi açık, net ve yapıcı şekilde değerlendirmekte fayda var. Hukuk sistemi asla hatâya düşmeyecek, otomobil motoru gibi bir defa doğru şekilde yapılınca uzun süre kusursuz çalışacak bir mekanizma değil. Hukuk sistemi deyince, makinaların değil insanların esas olduğu bir şeyden bahsediyoruz. İnsan yanılan, aklı kadar duygularının da tesirinde kalabilen bir varlık. Yargı mensupları da hiçbir şeyden etkilenmemelerini talep ve umut edebileceğimiz makinalar olmaktan uzak. Toplumsal ortam, toplumsal vakalar toplumun her kesimini olduğu gibi yargı mensuplarını da kaçınılmaz olarak etkiler. Toplumsal hayatın hiçbir alanında bugünden yarına köklü bir değişiklik yapılamayacağı gibi, yargı sisteminin işleyişi de bir anda tüm önemli problemleri ortadan kaldıracak şekilde dönüştürülemez. Üstelik, yargı sistemi yapılanmasında reformun, yargının iç dinamiklerinin mi yoksa yargı dışı dinamiklerin mi eseri olabileceğinin ayrıca değerlendirilmesi ve buna uygun reform politikalarının geliştirilmesi gerekir.
Türkiye’de yargı bürokratlarının kendileri dâhil hukukun hâkimiyetine ve âdil yargılamaya ilişkin problemlerden şikâyetçi olmayan yok. Problemlerin siyasî iktidarla ilişkisi elbette var, ama tüm problemlerin sadece ondan kaynaklandığını söylemek de saçma. Öyle ya, faraza iktidarla muhalefet yer değiştirse, CHP iktidara gelse, hukukun hâkimiyetine sarsılmaz bağlılığını ifade ve ilân etse, ertesi gün Türkiye tam bir hukuk hâkimiyetine kavuşur mu?
16 Nisan referandumunda HSYK, HSK’ya dönüştürüldü. Daha önce başlayan yolda ilerlenerek, HSK üyelerinin seçilmiş organlar olan yürütme ve yasama tarafından belirlenmesine karar verildi. Bazı kimseler özellikle yürütmenin HSK’nın oluşumunda bu kadar etkili olmasının (doğrudan 4, dolaylı olarak 2 üye göndermesinin) siyasetin yargıya müdahalesi anlamına geleceğini söylüyor. Bundan rahatsızlık duyuyor. Bunun yargıya zarar vereceğini söylüyor. Dolayısıyla siyasetin bunu yapma hakkına sahip olmamasını istiyor.
Türkiye'de ilk defa bir HSK modeli denemiyor. İlk deneme kurul üyelerinin bir kooptasyon sistemi içinde belirlenmesiydi. Bu bir ''al gülüm – ver gülüm'' sistemiydi. Yargıtay ve Danıştay üyeleri HSK üyelerini, HSK üyeleri YSK üyelerini belirliyordu. Bu sayede yargı bürokrasisi kapalı devre çalışıyor, demokratik meşruiyetten tamamen uzak kalıyor, toplumda egemen adalet anlayışını dikkate almayabiliyordu. Model bürokratik vesayetin önemli bir parçası olarak tasarlanmıştı. Bu modelin mahzurları, özellikle 28 Şubat sürecinde yargı bürokrasisinin demokratik siyasete müdahalesiyle iyice açığa çıktı.
Demokratik siyaset bu vahim durumu değiştirmek üzere harekete geçti. Kanunlarla ve anayasa değişikliğiyle çarka müdahale etti. HSK yeni bir yapıya kavuşturuldu. Hükümet hep yaptığı gibi bu yargı idaresi örgütünde ideolojik kadrolaşmayı seyreltme yönünde adımlar attı. Ayrıca sayıları artırılan üyelerin 10'unun meslek mensupları tarafından seçilmesi imkânını hazırladı. Böylece HSK'nın öncekinden daha geniş bir tabana dayanması ve demokratik meşruluğunun artması beklenmekteydi.
Ancak AYM'nin seçim usulünü iptal etmesi, yargıdaki organize gruba seçimleri kendi adamlarını HSK'ya yerleştirme konusunda daha büyük bir imkân yarattı. Aynı grup, yani bugün FETÖ diye anılan yapı, zaten aşağıdan yukarı doğru bir kadrolaşmayı da yürütüyordu. Böylece HSK FETÖ’nün kontrolü altına girdi. Bunun ne gibi sonuçlara yol açabileceği ise Ergenekon, Balyoz, Casusluk davalarında görüldü.
FETÖ yargının çeşitli alanlarında tasfiyeler yapmak, kendi elemanlarına alan açmak için düzmece dâvâlar açtı. Hiç ilgisi olmayanları bu dâvâlara bir şekilde ekledi. Sahte deliller üretti ve kullandı. Herhangi bir yerde FETÖ unsurlarının başı idarî veya yargısal bakımdan derde girdiğinde de imdada yetişti. FETÖ mensuplarına açılan idarî ve hukukî soruşturmaları geri püskürttü. Suçların üzerini örttü. Suçların ve suçluların gizlenmesini sağladı.
Böyle bir yapılanma yargı bürokrasisinin kendi içinden başlayacak bir hareketle tasfiye edilebilir miydi? Yargının bu durumda olduğu bir ülkede hukuk devletinden, hukukun hâkimiyetinden, âdil yargılanma hakkının kullanılabilmesinden söz edilebilir miydi? Yargıyı kontrol altına almış bir bürokratik örgütlenmenin olduğu bir yerde, bu yapılanmayı muhafaza etmek mi yoksa tasfiye etmek mi hukukun hâkimiyetine hizmet eder(di)?
(6) Yargıdaki problemlerin teknik sebepleri de olabilir. Levent Korkut'un verdiği bilgiler bu bakımdan dikkate değer. Türkiye de, Almanya da yaklaşık 80 milyon nüfusa sahip. Türkiye'de 10 bin civarında savcı-yargıç varken bu sayı Almanya'da 30 bin civarında. Yani Türkiye çok eskiden beri yetersiz bir yargı kadrosuyla çalışıyor. Bu, yargı bürokratlarının iş yükünü çok artırıyor. Hatâları kolaylaştırıyor.
(7) Yargı bürokratlarının çalışma şartları yanında eğitimleri ve mesleğe girişleri de sıkıntılara yol açabilecek mahiyette. Yargıç ve savcılar, başarılı bir öğrenim hayatı geçirirlerse, 23-24 yaşlarında mesleği icraya başlayabiliyor. Bu yaş çok erken. Dünyayı anlayacak birikime ulaşmaya ve insan dimağının yeterince olgunlaşmasına yetmez. Masanın öbür tarafında oturacak olmak da, yargıya işi düşecek vatandaşın hâlini idrak etmekte başarısızlığa çanak tutuyor. Yargı bürokratlarının göreve başlama yaşının mutlaka yükseltilmesi lâzım. Bu çerçevede, yargı mensuplarının iki lisans diploması sahibi olması veya yüksek lisans yapması düşünülebilir. Ayrıca, yargıç ve savcı olacaklara birkaç yıl avukat olarak çalışmış olma şartı da getirilebilir.
Türkiye'de, hukuk fakültelerindeki eğitime de, yargı sektöründe çalışanların birçoğuna da egemen olan zihniyet, pozitivizm. Bunu üniversitelerde kullanılan temel hukuk ders kitaplarını olsun, alenî tartışmalarda soruna yaklaşım tarzını olsun, inceleyerek görmek mümkün. Hukuk öğrencileri büyük bir kibir aşılanmasıyla ve hukukun toplumu öncelediği fikriyle yetiştiriliyor. Fakültelerde hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi gibi dersler önemsiz görülüyor. Bu da hukuk sistemimize menfi etkilerde bulunuyor.