Ana SayfaGÜNÜN YAZILARINeden 14 Mayıs’ta sandığa gideceğim?

Neden 14 Mayıs’ta sandığa gideceğim?

Benim bir iktidar değişikliği durumunda çok büyük beklentilerim yok. Çünkü bu memleketin insan sermayesine, maalesef, güvenmiyorum. Hal buyken gelecek yeni bir yönetimden büyük beklentiler içinde olmak bana hayalperestlik gibi geliyor. Ben oldukça minimalistim. Sadece ve sadece şu saymış olduğum üç sebepten dolayı gidip hiç tereddüt etmeden oy kullanacağım: İnandığım dinin taşralı görmemiş dinbazlar tarafından her türlü kötülüğü örtmek ve meşrulaştırmak için kullanılmasına bir son vermek. Endişelenmeden yazacağım ve konuşacağım bir siyasi ortamın olmasına katkıda bulunmak. Beğenmediğim yöneticiyi değiştirme hakkımı, bir başka deyişle serbest ve adil seçimlerde oy kullanma hakkımı korumak.

Seçmen olarak hiçbirimiz bir siyasi partinin veya ittifakın destekçisi olarak oy kullanmak zorunda değiliz. Hiç kimse illa bir taraftan olduğu için birine oy vermeli şeklinde bir kural yok. Oy verme, takım taraftarlığı gibi bir şey olmamalı.

Benim önümüzdeki seçimde kime oy vereceğimin ittifaklarla hiçbir ilgisi yok. Kimlerin kaybetmesi için oy vermem gerektiği, asıl mühim olan benim için.

Bu arada oy vermeyi itikadi mesele olarak görenlere de katılmadığımı belirteyim.

Oy vermenin liberal demokrasiyi mükemmel bir yönetim biçimi olarak görmekle de bir alâkası yok.

Yönetim biçimini beğenelim veya beğenmeyelim, önümüze konmuş bir seçim biçimi var. Bizi yönetecek olanları seçeceğiz. Hayatımda çok oy kullanmış biri de değilim. Topu topu 4 seçimde oy kullandım. Ancak bu seçim, “bu ülkeyi kimin yönetmemesi gerektiği” konusunda duyarsız kalamayacağım bir seçim.

Artık ben, yapmış olduğu her yanlışı, adaletsizliği, zulmü, kötülüğü, kayırmacılığı, rantçılığı, belli bir kesimin lehine sermaye birikimi gerçekleştirmek uğruna ülke kaynaklarının talan edilmesini, kabalığı, nobranlığı, kendinden olmayanın insan yerine konulmamasını, kendini çoban halkı da sürü gören bir liderin yurttaşı teba gören tavırlarını ve saymakla bitiremeyeceğim daha pek çok keyfi icraatları inandığım dini kullanarak aklamaya çalışan ve bunu yaparken de ona en büyük zararı veren birini ve etrafındakileri bu ülkeyi yönetirken görmek istemiyorum.

Din istismarcısı bir liderin seçilmesindense dinle imanla hiçbir dindarlık iddiası olmayan birinin ülkeyi yönetmesi bence daha iyi çünkü en azından yapmış olduğu her kötülüğün faturası inandığım dine kesilmeyecektir. İnsan hak ve özgürlüklerine saygılı ve hukukun üstünlüğünü gözettiği sürece benim için dindar olmayan bir lider, dindarlık iddiasında olan ve dini her türlü suistimaline kılıf yapan birine defalarca tercih edilebilir niteliktedir.

Artık ben, bir şeyler yazarken ve konuşurken “aman yanlış bir kelime kullanmayayım, yanlış bir cümle söylemeyeyim, aman başımızı belaya sokacak bir laf etmeyelim” endişesi taşımak istemiyorum. Sosyal medyada paylaşım yaparken yazdığım her bir kelime ve cümleyi teker teker tartmadan endişesiz bir şekilde yazmak istiyorum. Bir çay bahçesinde veya bir kafede arkadaşlarımla sohbet ederken “birisi beni duyar da başıma iş açılır” düşüncesiyle sözlerimi seçmek zorunda olmadığım bir ortam istiyorum.  Ben siyasi fikirlerimi yüksek sesle ifade ettiğim için kamu sektöründe çalışan aile fertlerimin bir mağduriyet yaşayabilecekleri endişesini taşımak istemiyorum.

Ayrıca ben, başımdaki yöneticiyi beğenmediğim takdirde bir sonraki seçimde onu gönderebileceğim adil ve serbest seçim mekanizmasının tamamen ortadan kalkmamasını istiyorum. Şunu da gayet iyi biliyorum: Ak Parti’nin Ankara belediye seçimlerini şaibeli bir biçimde kazandığı 2014’ten beri Türkiye’de adil ve serbest seçim şartları her geçen gün yavaş yavaş erozyona uğramıştır. 1 Kasım 2015 seçimleri ve ardından gelen seçimler adil ve serbest seçim şartlarının mühim kısmını taşımamıştır. 2017’deki anayasa değişikliği referandumu da aynı şekilde.

Son seçim kanunuyla ve çeşitli kararlarıyla iktidar bloğu önümüzdeki seçimleri daha da müdahaleye açık hale getirmiştir. İktidarın icraatlarına genel olarak baktığımızda artık Türkiye’de zaten tam olarak tesis edilememiş hukuk devleti anlayışından tamamen uzaklaşıldığı görülmektedir. İktidar özellikle 15 Temmuz darbe girişiminin ardından her türkü demokratik normları ayakları altına almış ve ülkeyi otoriter bir rejimle idare edilir hale getirmiştir. 2014’ten beri de ülkede adil ve serbest seçim şartlarından giderek uzaklaşıldığı düşünüldüğünde, bu seçimi mevcut iktidar bloğunun kazanması halinde artık Türkiye’de tam teşekküllü bir otoriter rejimin eksiksiz bir şekilde tesis edilmesinin önünde hiçbir engelin kalmayacak demektir. Zaten gerek iktidar bileşenleri gerekse onun medyadaki uzantıları sık sık “yerli ve milli muhalefet” vurgusu yaparak nasıl bir Türkiye istediklerini de çekinmeden dışa vurmaktadırlar. Yerli ve milli muhalefet arayışının çoğulculukla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.

Yerli ve milli muhalefet talebi muhalefetin iktidar partisinin bir sureti olarak düşünüldüğü bir kurgudur ve Azerbaycan, Tacikistan, Mısır ve Cezayir gibi ülkelerde şahit olduğumuz bir “çok partililik” anlayışıdır. Böyle bir sistemde sandık sadece bir meşrulaştırma aracıdır. İktidar bileşeni dışındaki partiler de yedek lastik partileri olmanın ötesine gitmezler. Seçimin galibi seçimden önce bellidir. İçinde bulunduğumuz yarışmacı otoriter rejimden örnek verdiğimiz ülkekerdeki tam teşekküllü otoriter rejime geçişte iktidar bloğunun önündeki son engel önümüzdeki Cumhurbaşkanını ve yeni dönem Meclis üyelerini seçeceğimiz seçimlerdir.

Ben önümüzdeki seçimlerde beni yönetecek kişiyi seçme hakkımı kaybetmemek ve tam teşekküllü bir otoriter rejime geçişe HAYIR demek için de sandığa gideceğim. Oyumu A veya B şahsı için değil,  beni yönetecek kişiyi seçme hakkımı korumak için kullanacağım.

Muhtemelen 14 Mayıs’tan sonraki ilk seçimlerde, bu seçimde Cumhurbaşkanlığı için oy vereceğim şahsın kendisi veya partisine karşı oy kullanacağım. Ancak bu seçimde benim o şahsın kendisine veya partisine karşı olan şerhlerim birinci belirleyici değil.

Evet, kısaca şu üç şey benim bu seçimde oy kullanmamı belirleyecek:

– İnandığım dinin taşralı görmemiş dinbazlar tarafından her türlü kötülüğü örtmek ve meşrulaştırmak için kullanılmasına bir son vermek,

– Endişelenmeden yazacağım ve konuşacağım bir siyasi ortamın olmasına katkıda bulunmak,

– Beğenmediğim yöneticiyi değiştirme hakkımı, bir başka deyişle serbest ve adil seçimlerde oy kullanma hakkımı korumak.

Benim bir iktidar değişikliği durumunda çok büyük beklentilerim yok. Çünkü bu memleketin insan sermayesine, maalesef, güvenmiyorum.  Hal buyken gelecek yeni bir yönetimden büyük beklentiler içinde olmak bana hayalperestlik gibi geliyor.

Ben oldukça minimalistim. Sadece ve sadece yukarıda saymış olduğum üç sebepten dolayı gidip hiç tereddüt etmeden oy kullanacağım. Oyumun renginin ne olacağını belirtmeme de gerek yok. Bu kadar açıklamadan sonra zaten hangi renkte olacağı, okuduğunu anlayan herkese açık olmalı.

———————-

Levent Baştürk, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 1986 yılında mezun oldu. ABD’de Pittsburgh ve Denver Üniversitelerinde Uluslararası İlişkiler ve Mukayeseli Siyaset dallarında lisansüstü çalışmalarına devam etti. Şubat 2012 – Temmuz 2013 tarihleri arasında Ankara’da Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nda (SETA) araştırmacı olarak çalıştı. Dünya Bülteni ve Haberiyat portallarında dış politika yazıları kaleme aldı. Baştürk, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde 2013-2018 yılları arasında Amerikan Dış Politikası, Ortadoğu, Sivil Toplum ve Demokrasi, Uluslararası İlişkilere Giriş, Siyaset Bilimine Giriş ve Çağdaş Siyasal Sistemler derslerini verdi. 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde Saadet Partisi’nden Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı oldu.

- Advertisment -