Kays Said mütevazı, sade hayatıyla, derin hukuk bilgisiyle öne çıkan, 60 yaşında utangaç bir anayasa profesörüydü. 1980 yılından beri Tunus’ta anayasa derslerine girmiş, iyi okullarda genç hukukçular yetiştirmişti. Ülkedeki tek adam rejiminin Arap Baharı sonucunda yıkılıp demokrasiye geçilmesiyle de yeni anayasaya çalışmalarına destek vermiş, televizyon programlarındaki sakin ve uzlaşmacı duruşuyla İslamcılardan solculara her kesimin samimi desteğini kazanmıştı. Bu başarılı anayasa hukukçusu, 2019 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday oldu. Rakibi yolsuzluklarla anılan popülist bir medya patronuydu. Rakibini medya desteklerken, Kays Said eski öğrencilerine ve sıradan vatandaşın desteğine sığındı.
Kays Said, 2019 seçimleri için sokakta kampanya yapıyor.
Yolsuzluklarla, hukuksuzluklarla mücadele sözü verdi, halkın yönetimde söz sahibi olmasını sağlayacak doğrudan demokrasi araçlarının kabul edilmesi gerektiğini söyledi. Ders verdiği üniversitelerde öğrencileri çat kapı odasına, sınıfına girip kendisine soru sorabiliyordu; kampanya boyunca da aynı mütevazılığı sergiledi. Halkın sevgisini kazandı. Neticede oyların yüzde 72’sini alarak Cumhurbaşkanı seçildi. Genç seçmenin yüzde 90’ı kendisine oy vermişti. Tunuslular Kays Said’in seçim zaferini coşkuyla kutladı, yaşadıkları onca siyasi krizin ardından sonunda istikrara kavuşacaklarını düşünüyorlardı.
Kays Said’in seçimi kazandığını öğrendikten hemen sonra Tunus bayrağını öptüğü anlar.
Maalesef, Tunus halkı çok kısa bir süre içerisinde hayal kırıklığına uğrayacak, eski karanlık günlerine bir adım daha yaklaşacak, Kays Said’i ne kadar yanlış tanıdığını çok acı bir şekilde öğrenecekti.
Bir kez daha iyi niyetle Cehenneme taşlar döşenmiş, Tunus’un bir uzlaşı sonucu yazılan Nobel’li anayasasını tek bir imzayla çöpe atan maalesef yine bir anayasaya profesörü olmuştu.
Otokrasinin aydınlık yüzü
Aydınlanmacı otokrat lider Habib Burgiba, Fransa’ya karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin liderlerinden olmuş, 1956’da bağımsızlığını elde eden Tunus’un ilk Cumhurbaşkanı seçilmişti. Burgiba, cinsiyet eşitliğini sağlama, modern bir devlet oluşturma, eşitlikçi bir ekonomik düzen kurma adına ülkeyi tek yumrukla yönetti, Sosyalist Düstur Partisi’yle ülkede bir tek parti yönetimi kurdu.
Burgiba, ülkenin yeni çehresi modern Tunus kadınlarıyla.
Burgiba kadın erkek eşitliğini, ücretsiz eğitimi savunuyor, Medeni Kanun’u kabul ederek çok eşliliği yasaklıyor, seküler hukuk sistemini güçlendiriyor, kadınların boşanma hakkını ve evlilikte onaylarının alınması zorunluluğunu tanıyor, ciddi bir ekonomik kalkınma reformu hedefliyordu.
Habib Burgiba’ya göre modern bir Tunus için atılan bütün bu önemli adımlarda en büyük engel ülkedeki İslamcılardı. Reformları toplumun geniş kesimlerine yaymak yerine muhaliflerini yok etmeye karar verdi, zoru seçti. Kendisini eleştirenleri susturdu, muhalif sesleri bastırdı, güçlü bir istibdat rejimi kurdu. En büyük takıntılarından biri başörtüsü oldu. Üst düzey memurların, kadınların başörtüsünü kameralar karşısında çıkardı, 1981’de binlerce kadının mağdur olmasına sebep olan yönetmeliği yayınladı: Artık kadınların kamusal alanda başörtüsü takması yasaktı. Yasak bir kanunla düzenlenmediği için kimse mahkemeye başvuramıyordu, polis sıkı bir şekilde yasağı fiilen uygulamaya başladı.
Burgiba kamera karşısında bir kadının başörtüsünü çıkartıyor.
Başörtüsü takan kadınlar üniversiteden atıldı, karakola götürüldü, işten çıkarıldı. Başörtüsünü çıkardığı için peruk takarak veya saçlarını kazıtarak işe, üniversiteye giden kadınlar yaşadıkları haksızlıkları ancak 30 yıl sonra dile getirebilecekti.
İstibdatı yakan sokak satıcısı
Burgiba 1987 yılında hastalanınca, başbakan Zeynel Abidin Bin Ali bir saray darbesi yaptı, Burgiba’yı ev hapsine aldı, dışarıyla iletişimini kesti. Cumhurbaşkanı olan Bin Ali, Burgiba’nın tek partisini kapattı, kendi partisini kurdu. Bu kez rejim daha az aydınlanmacı, daha çok otokrat, hiç olmadığı kadar da yolsuzdu.
Tunus’un ikinci Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin bin Ali.
Bin Ali ve yakın çevresi devlet şirketleri aracılığıyla zenginleşirken halk fakirleşti, işsizlik arttı. Devletin İslamcı örgütlerle savaşı devam ediyor, İslami örgütlere katılan binlerce kişi hukuki güvenceler olmadan yargılanıp hapse atılıyor, hapse atılmayanlar ise radikalleşip Selefi örgütlere katılıyor veya yurtdışına kaçmak zorunda kalıyordu.
Bin Ali’nin 24 senelik tek adam rejiminin sonunu ise bir sokak satıcısı getirecekti. Sidi Bouzid kentinde yaşayan, 26 yaşındaki 8 kişilik bir aileyi geçindiren sokak satıcısı Muhammed Buazizi’nin el arabasına kadın bir belediye zabıtası el koydu.
Sokak satıcısı Buazizi ve ailesi.
Buazizi belediyeden izin almamıştı. Belediyeye gidip yetkililerle konuşmaya çalışan genç adam, el arabasını ve sattığı meyveleri geri alamadı. Kimse genç adamı umursamamıştı. Buazizi belediyenin önünde kendini ateşe verdi. 1 ay sonra da hayatını kaybetti.
Tunuslu diktatör Bin Ali, kendisini yakan Buazizi’yi hastanede ziyaret ediyor.
Buazizi sadece kendisini değil, Tunus ve Ortadoğu’daki bütün tek adam rejimlerini ateşe vermişti. Ölümüne gösterilen tepkiler önce hayat pahalılığına, ardından Tunus polisinin onlarca insanı öldürmesinden dolayı tek adam rejimine tepkiye dönüştü. Sonrası ise herkesin bildiği üzere Libya’yı, Mısır’ı, Suriye’yi saran Arap Baharı…
Buazizi’nin tezgâhına el koyan zabıta görevlisi Faida Hamdy.
Buazizi’nin tezgâhına el koyan zabıta Faida Hamdy olaydan 4 sene sonra medyaya konuştu: “Buazizi de ben de kurbanım. O şimdi hayatta değil, benim ise hayatım tamamen değişti. Arap Baharı’nı ben başlattım, şimdi ölüm her yerde, radikallik artıyor. Bütün güzel ruhlar sönüyor.”
Hamdy haklı çıkmıştı. Arap Baharı Libya’ya, Mısır’a, Suriye’ye demokrasi getirmedi, fakat Tunus bütün bu örnekler arasında parmakla gösterilen bir hikâye yazacaktı, daha doğrusu yazmaya çalışacaktı. Yaşanan bu devrimin adı da ülkenin sembolü olan yasemin çiçeğine atıfla Yasemin Devrimi’ydi.
Nobel ödüllü uzlaşı
Diktatör Bin Ali, Buazizi’nin kendisini yakmasından bir ay sonra ülkeden kaçtı, Suudi Arabistan’a sığındı. Bin Ali, uçaktayken dahi ülkesindeki insanların neden kendisine tepki gösterdiğini anlamamıştı: “Ben insanlara ne yaptım? Sadece onlara hizmet ettim.”
Bin Ali, Suudi Arabistan’a ulaştıktan sonra istifa etti. Tek adam rejimi sona ermişti. Göreve gelen geçici hükümet seçim tarihini açıkladı. Tunus 23 Ekim 2011’de yeni bir anayasa kabul edecek ve içinden yeni bir hükümet çıkaracak olan kurucu meclisi seçmek için sandık başına gitti. Tunuslular 1956’dan beri ilk kez özgür ve adil bir seçimde oy kullanacaktı.
Seçimleri İslamcı Nahda Partisi, yüzde 36 oy alarak kazandı. Nahda lideri Gannuşi, Burgiba döneminde hapse atıldıktan sonra İngiltere’ye kaçmış ve Bin Ali devrilene kadar sürgünde kalmıştı. Ülkesine dönen Gannuşi, bir zamanlar yasadışı olan ve 25 bine yakın üyesi hapse atılıp işkence edilen Nahda hareketini resmi bir partiye dönüştürmüş, ülkedeki ilk demokratik seçimleri kazanmıştı.
Nahda lideri Raşid Gannuşi.
Ülkedeki seküler kesimler Gannuşi’nin zaferinden endişe duydu. Fakat Gannuşi, Mısır’daki Müslüman Kardeşler gibi değildi, daha ılımlı bir tavır sergiledi. Seçimleri kazandıktan sonra partinin içinden çıkacak başbakanın kendisi olmasını istemedi, başka bir ismi aday gösterdi. Parti yetkilileri ılımlı açıklamalar yapıyor, toplumun geniş kesimleriyle uzlaşı mesajı veriliyordu. Nahda ilk hükümeti de Mısır’dakinin aksine seküler partilerle birlikte kurmuş, seküler ve liberal bir insan hakları aktivisti olan Marzuki’nin başkan seçilmesi için oy vermiş, halkın endişelerini gidermek için uzlaşmayı tercih etmişti.
Nahda hareketinin sözcüleri “İslamcı değiliz, İslami bir partiyiz”, “Hıristiyan Demokratlara benziyoruz”, “Türkiye’yi örnek alıyoruz, herkesin nasıl inanıyorsa öyle yaşadığı bir demokrasi istiyoruz” gibi açıklamalar yapıyor, Arap Baharı’ndan sonra güçlenen radikal İslamcılara karşı mesafe koyuyordu.
Fakat ülkedeki radikal İslamcıların saldırılarının artması, Selefilerin güçlenmesi nedeniyle seküler kesimlerin endişeleri dinmiyor, üniversitelerde seküler ve Selefi kesimler arasındaki tartışmalar büyüyordu.
Kutuplaşma siyasi suikastlarla zirveye taşındı. 2013’te iki solcu seküler etkin muhalif siyasetçi ard arda suikasta uğradı, öldürüldü: 6 Şubat’ta Chokri Belaid ve 25 Temmuz’da Muhammed Brahmi. Halk Nahda hükümetini yeterince soruşturma yapmamakla, İslamcıları ise suikastları işlemekle, azmettirmekle suçladı, sokağa çıktı.
Nahda hareketinin anayasa taslağı da eleştirilere maruz kalıp yeterince demokratik bulunmayınca 65 meclis üyesi istifa etti, meclisten ayrıldı. Ülke yeniden uçurumun kenarındaydı. Seküler ve İslamcıların karşı karşıya gelmesi durumunda iç çatışma, askeri darbe kaçınılmazdı. Ülkenin Mısır, Libya, Suriye olmaması için sivil toplum harekete geçti.
Ülkenin en büyük sendikası Tunus Genel İş Sendikası, Tunus Barolar Birliği, Tunus İnsan Hakları Örgütü ve Tunus Ticaret Konfederasyonu bir araya gelerek Ulusal Diyalog Dörtlüsü adında bir girişim başlattı. Sivil toplum önderleri ülkedeki gidişatı görmüş, Arap Baharı’nı yaşayan diğer ülkelerdeki hezimetin yaşanmaması için kolları sıvamıştı. İkiye bölünen toplum bir araya getirilmeliydi.
Diyalog çabasına neredeyse bütün siyasi partiler dahil edildi. Yürütülen müzakereler sonucunda ortak bir anayasa metninde uzlaşı sağlandı; insan hakları ve kadın erkek eşitliği güvence altına alınıyor, anayasada daha önceki anayasalarda olduğu “Devletin dini İslamdır” ifadesi korunmakla birlikte demokratik ve anayasal hukuka dayalı bir devlet inşa ediliyordu.
Nahda hareketi kendi destekçilerinin tepkisine rağmen anayasanın kabul edilmesinden sonra hükümetten istifa etti. Nahda hareketinin içerisinden çıkan ılımlı bir başbakan önderliğinde teknokrat isimlerden oluşan tarafsız bir hükümet kurulacaktı. Büyük fakat acı reçeteli, dışlayıcı zaferlerin değil, küçük fakat uzun ömürlü bir demokrasi zaferinin zamanıydı. Demokratik bir ülke ancak kaybedeni olmayan bir zaferle inşa edilebilirdi.
Nobel ödüllü Dörtlü Diyalog.
Dörtlü Diyalog’u kuran dört sivil toplum örgütüne, 2015 yılında Nobel Barış Ödülü verildi. Tunus toplumsal uzlaşı ve diyalogla bir krizi atlatmıştı. Arap Baharı, şimdilik kışa dönmemişti.
Anayasa hocasından, tatsız bir pratik dersi
Tunus, 2011’den sonra bölgedeki diğer ülkeler gibi büyük bir çatışma yaşamasa da istikrarlı ve etkin bir hükümeti de içinden çıkaramadı, yaşadığı ekonomik sorunlara bir çözüm bulamadı. 2019’da işte böyle bir atmosferde Kays Said, yüzde 72 oyla bağımsız ve elit olmayan bir siyasetçi profili çizerek Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandı. İslamcı bir geçmişten gelmemesiyle seküler kesimin, muhafazakâr biri olması nedeniyle İslamcıların oyunu aldı. Kays Said, Nahda’ya mesafeli bir isim olmasına rağmen miras uyuşmazlıklarında şerri hükümlerin uygulanmasını savunuyor, eşcinselliğin Batı kaynaklı bir salgın olduğunu düşünüyordu. Sosyal açıdan muhafazakâr olmakla birlikte seküler hukuk düzeninin korunması gerektiğini de vurguluyordu. Fakat en önemli mesajı, yolsuzlukların bitmesi, halktan kopuk siyasetçilerle mücadele edilmesiydi. Said, göreve gelir gelmez farklı bir profil ortaya koydu.
Kays Said, Meclis çoğunluğunu tek başına sağlayamayan, fakat hükümetlerde etkin olan Nahda hareketiyle uzlaşı sağlayamamış, en çok da Meclis Başkanlığı koltuğuna oturan Raşid Gannuşi ile anayasal yetkileri üzerinde anlaşamamıştı. Gannuşi, anayasa göre etkin bir Cumhurbaşkanı olmaması gerektiğini söylerken, Kays Said bir anayasa hukukçusu olarak sembolik değil, icracı bir Cumhurbaşkanı olacağını belirtiyor, hükümet politikalarına aktif bir şekilde dahil oluyor, bakan atamalarında çok etkin rol oynamak istiyordu. Yarı başkanlık sistemini öngören yeni anayasa, yüzde 72 oyla halk tarafından seçilen hırslı bir cumhurbaşkanının elinde meclise karşı kullanılan bir sopaya dönmüştü.
İpin ucu 2021’de koptu. Nahda’nın desteklediği teknokrat hükümetin pandemi döneminde iyi bir sınav verememesi, aşıların yetersiz kalması, ölümlerin artması ve ekonominin daha da kötüleşmesi nedeniyle halk sokağa çıktı.
Göreve geldiğinden beri doğrudan seçilen bir başkanın yönetimde etkin olduğu, meclisin ve partilerin gücünün azaldığı bir başkanlık sistemini savunan Kays Said bu fırsatı değerlendirdi: 25 Temmuz 2021’de Anayasa’nın 80. maddesindeki OHAL yetkilerini kullanarak hükümeti görevden aldı, meclisi kapattı, bütün meclis üyelerinin dokunulmazlıklarını kaldırdı. Nobel ödüllü Anayasaya göre, Said’in bu acil durum yetkilerini kullanmadan önce hükümet yetkililerine, başbakana, meclis başkanına danışması gerekiyordu. Ayrıca aynı maddede meclisin sürekli oturum halinde olması şart koşulmuştu. Said iki şarta da uymamıştı. Bu tür tedbirlerin denetiminin Anayasa Mahkemesi tarafından yapılması öngörülmüşken 2011’den beri bir Anayasa Mahkemesi kurulamadığı için Said’in anayasaya aykırı kararlarını denetleyecek bir kurum da yoktu. Said böylece anayasa profesörü olarak anayasaya karşı bir darbe gerçekleştirmiş, ipleri eline almıştı, artık ülkeyi kararnamelerle yönetecekti.
Said’in hamlesi Mısır ve BAE medyasında sevinçle karşılandı, Türkiye’deki bazı medya organları “İslamcılara karşı seküler zafer” manşetleri attı. Ne var ki ortada mutluluk verici bir gelişmenin olmadığı kısa bir sürede anlaşılacaktı.
Kararnameler ülkesi
Başlangıçta Said’in kararını desteklese de Said ülkeyi kararnamelerle yönetip baştan aşağıya değiştirince halkın tepkisi arttı. Meclis başkanı Gannuşi’nin askerin barikatla kapadığı meclise girmesi ve halkı demokrasiye sahip çıkmaya çağırması ses getiriyordu. Nahda lideri Said’e karşı barışçı araçlarla direneceğini açıklamıştı.
Gannuşi barikatla kapatılmış meclise girmeye çalışıyor.
Said önce Arap ülkelerinin ilk kadın başbakanı olacak Najla Bouden’i göreve getirdi, böylece uluslararası medyanın alkışını aldıktan sonraysa esas amacına odaklandı.
Arap dünyasının ilk kadın başbakanı Najla Bouden.
Hâkimler Yüksek Konseyi’ni dağıttı, kendi seçtiği hâkimlerden oluşan yeni bir konsey kurdu. Kararnameyle kendisine hâkimleri görevden uzaklaştırma yetkisi verdi ve 57 hâkimi görevden aldı. Meclis üyelerinin toplantılarını çevrimiçi yapmaya karar vermesi üzerine meclisi resmen dağıttı. Muhalif siyasetçileri tutuklattı, eski devlet başkanı Marzuki’nin pasaportunu iptal edip, tutuklanmasını talep etti. Kendisini eleştiren ne kadar solcu, İslamcı, liberal varsa hepsini soyut iddialarla mahkemeye çıkardı, ülke hızlı bir şekilde eski karanlık günlerine döndü.
Kays Said, mevcut anayasanın meşru ve geçerli olmadığını ileri sürdü ve yeni bir anayasa yazılması talimatı verdi. Göreve getirilen danışman hukukçuların hazırladığı, sembolik de olsa bazı toplumsal kesimlerin önerilerinin de dikkate alındığı anayasa taslağını bir referandum öncesi oturup keyfi bir şekilde değiştirdi. “Devletin dini İslam” maddesinin korunmasına karar verdi, başkanlık yetkilerini arttırdı, meclisi etkisiz hale getirdi. Artık meclis yürütmeye ve ekonomiye ilişkin konularda yasa yapamayacak, Cumhurbaşkanı hükümeti atayıp görevden alacak, Anayasa Mahkemesi üyelerini seçecek, yargı denetiminin olmadığı geniş OHAL yetkilerine sahip olacak, meclise yasa tasarısı sunabilecekti. Kısacası Said, Tunus modeli hiper bir başkanlık modeli benimsemişti.
Sonunda kendi danışma kurulu bile istifa etti, referandumun boykot edilmesi için çağrıda bulundu.
Yeni anayasanın benimsendiği referanduma halkın sadece yüzde 30’u katıldı ve anayasa yüzde 94 oyla kabul edildi. Said, güçlü bir muhalefetin olmadığı bir atmosferde dahi işi şansa bırakmak istemedi ve seçim günü seçim yasaklarına rağmen televizyona çıkıp “Evet” propagandası yaptı. Aralık 2022’de düzenlenen yeni meclis seçimlerinde ise Said, tuhaf bir şekilde pusulada adayların partisinin gözükmesini yasakladı, bütün partiler seçimi boykot ettiği için halkın sadece yüzde 13’ü oy kullandı ve meclise sadece Said destekçileri girdi.
Kays Said’in son kurbanı ise Raşid Gannuşi oldu. Selefi örgütlere militan sağlamak suçundan yargılanan Gannuşi, katıldığı bir toplantıda Said’in ülkedeki solcuları, liberalleri, İslamcıları dışlamasını eleştirdi ve “İslamcıların, solcuların ve diğer bileşenlerin dışlandığı bir Tunus’ta iç savaş çıkar” dedi. Gannuşi’ye Said’in hükümeti tepki gösterdi, savcılar hemen hareket geçti, halkı tahrik suçundan gözaltına alındı, 24 saat kendisinden haber alınamadı. 20 Nisan 2023 Perşembe günü ise mahkeme kararıyla tutuklandı.
81 yaşındaki Raşid Gannuşi, sürgünden büyük umutlarla döndüğü ülkesinde tekrardan parmaklıklar ardındaydı.
Nobel ödülü şimdilik rafa kaldırıldı
Hukuktan, adaletten, yolsuzluktan, demokrasiden bahseden bir anayasa profesörü, Tunus baharının yasemin çiçeklerini soldurmuş, Nobel ödüllü anayasayı bir imzasıyla çöpe atmıştı.
Mekanik sesi, ruhsuz konuşmaları nedeniyle Robocop lakabı takılan Kays Said, uzlaşmak yerine kavga eden, eline geçirdiği iktidar sopasıyla rakibini dövmeye çalışan Tunuslular birbirini boğazlarken fark edilememiş, durdurulamamıştı.
Yarı başkanlık sistemini öngören 2014 anayasasını kaleme alanlar cumhurbaşkanına muğlak OHAL yetkileri verirken, bu koltuğa otokrat hayallerini gizleyen, anayasayı suistimal edecek kadar detaylı bilen bir anayasa profesörünün oturacağını ve onun yüzde 72 oyla seçilmesinin güç buhranıyla ülkeye denetimin olmadığı, meclisin ve yargının etkisizleştirildiği bir başkanlık sistemini getireceğini düşünememişti.
7 yıl önce uzlaşıyla yazdığı anayasa sayesinde Tunus, dünyanın demokratlarının övgüyle baktığı, örnek gösterdiği bir ülkeydi.
Said karşıtı göstericiler anayasa ve bayrakla sokağa çıkıyor.
Dünya artık Tunus’a övgüyle bakmıyor, fakat Tunuslular gözümüzün içine bakarak bütün dünyayı uyarıyor: Demokrasi için iktidarın değişmesi yeterli değil, toplumun bütün kesimleriyle ortak bir ülke inşa etme hayalini paylaşmadan köklü bir demokratik değişim mümkün değil.
Tecrübeyle sabit. Zira hukuk tanımaz bir Tunuslu anayasa profesörü, bütün dünyaya ücretsiz bir ders verdi: Bir demokrasi nasıl boğulur?