Katılırsınız, katılmazsınız; eziyet olarak algılansa da, askerlikle ‘yanaşık düzen’ olarak adlandırılan eğitim çok önemlidir.
Bu eğitim daha önce böyle bir ortamda bulunmamış, kanları deli akan, onlarca aynı yaş grubundaki insanı birkaç günde disipline eder.
Söz konusu eğitim ‘birlik’ ve ‘beraberlik’ görüntüsü pekişinceye kadar devam eder.
Toplu yürüyüş ise ‘yanaşık düzen eğitimi’ nin en önemli kısmını oluşturur.
Ancak onlarca kişiden oluşan bir grubu aynı adım ve tempoyla yürütmek gerçekten zordur. Hele ki, ritim kulağı olmayan bir kişi varsa durum fecaattir. Grubun ahengi bir anda allak bullak olur.
Malumunuz olduğu üzere, yürüyüş eğitiminde çalınan her düdük sol ayak demektir. Aksini yapmak ise kargaşaya davettir.
Oğlum Fırat 28 günlük bedelli askerliğini geçen ay tamamladı. Babası 28 yıl üniforma giymesine rağmen onun kadar anı biriktirememiş anlaşılan. Her gün bir yenisini anlatıyor. İtiraf edeyim, anlatırken yakıştırmıyor da değil.
Süre kısa olduğundan eğitimlerinin neredeyse tamamı yemin töreni hazırlıklarıyla geçmiş. Bu yüzden de ‘Uygun adım marş!’ komutu hala kulaklarında çınlıyormuş.
Bir gün tabur komutanı tribünden tören geçişi yürüyüşünü izlerken adımlarını ayarlayamayan bir askeri görünce mikrofondan aynen şöyle haykırmış:
“Bölük komutanı, bu adam çok tehlikeli! Bu adam kafa karıştırıyor! Alın bunu oradan! Aynı kol ve aynı bacağı sallayarak imkânsızı başarıyor.”
14 ve 28 Mayıs seçimleri öncesi ve sonrası yapılan yorumlar artık beyin kapasitemizi zorlamaya başladı. Söylenmeyen hiçbir şey kalmadı sanki.
Oğlumdan yukarıdaki hikâyeyi dinleyince, nedense kendime hâkim olamadım. İster istemez muhalefetin seçim yürüyüşündeki bir takım ritim bozuklukları geldi aklıma.
Oysa muhalefet yolsuzluk ve hukuksuzluk konusunda zirve yaptığını iddia ettiği bir iktidarla seçim yarışına girmişti.
Bu durumda muhalefetin seçimi kazanmasının asıl, kaybetmesinin istisna olması gerekmez miydi?
Ancak seçim sonucunda YSK’nın verilerine göre, bu iddiaların %52’lik bir seçmen nezdinde herhangi bir karşılığının bulunmadığını anlamış olduk.
Bu yüzden de iktidarın seçimi nasıl aldığı değil, muhalefetin nasıl alamadığı daha önemli hale geldi.
İsterseniz muhalefetin bu seçim yürüyüşünde ‘kafa karışıklığı’ na yol açan bir kaç siyasal pratiğine bir göz atalım.
Kılıçdaroğlu Van mitinginde “Kayyum denen garabet uygulamaları tümüyle bitireceğim,” dedi.
Seçimin 2. turunda ise Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile aralarındaki protokolün 4. maddesinde yer alan ‘Kayyum atamalarına yargı kararı çerçevesinde devam edileceği’ hükmüne imza attı.
Kılıçdaroğlu’nun bu söylemi ‘bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ deyişini çağrıştırmıştı.
Kılıçdaroğlu’na HÜDA PAR sorulduğunda şu cevabı vermişti:
“Herkesin görüşüne saygı duyarız, herkesin görüşü başımızın üstüne ama görüşlerinin bir kısmına katılmayız. Benim HÜDA PAR’a bir karşıtlığım yok.”
İttifakın diğer ana bileşeni olan Meral Akşener ise HÜDA PAR bahsi açılınca şöyle demişti:
“Kadını sahiplendirmekten bahsediyorlar. Hayvan mıyız biz? Sahiplendirilen kadın; ya bu ne demek? Şimdi küfredeceğim, dangalak diyeyim hadi. Seni sahiplendirelim? Öyle bir adamsın demek ki? Böyle bir durum olabilir mi?”
HÜDA PAR bu sözler üzerine Akşener hakkında suç duyurusunda bulunacağını açıklamıştı.
Aynı ittifakın ‘kafa karıştıran’ ‘bu söylemleri karşısında, garibim seçmen ne yapsın?
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, memleketi Kocaeli’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında halka şöyle seslenmişti:
“Kendisine herhalde ölünceye kadar şükran duyacağım. Ben sülaleme ‘Sayın Kılıçdaroğlu’nu çocuklarıyla beraber’ vasiyet ettim.”
Kemal Kılıçdaroğlu’nun ittifakın adayı olması üzerine ise Akşener şu çıkışı yapmıştı:
“Üzülerek söylüyorum ki geldiğimiz noktada, dün itibarıyla 6’lı Masa artık millet iradesini kararlarına yansıtma kabiliyetini kaybetmiştir.”
Akşener bu söylemle masadan ayrılmış ve çok geçmeden masaya tekrardan geri dönmüştü.
Böyle bir örnek(!) sadakat ve kararlılık karşısında seçmenden alkış beklemek… ne denir bilemiyorum!
Seçim öncesinde Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu’nun Balyoz ve Ergenekon davaları konusundaki beyanları aşırı tepki toplamıştı.
Bu yetmezmiş gibi Balyoz ve Ergenekon süreçlerinde Adalet Bakanı olan Sadullah Ergin’in Deva Partisi kontenjanıyla CHP listelerinden seçime girmesi olaya adeta tüy dikmişti.
CHP, listelerinde 6 partiye bonkörlük yapınca sağ tandanslı diyebileceğimiz 39 milletvekili meclise girdi. Deva Partisi 14, Saadet Partisi 10, Gelecek Partisi 10, Demokrat Parti 3 ve İYİ Parti ile Türkiye Değişim Partisi 1’er milletvekilliği kazandı.
Tüm bunlar, ittifak içerisinde yer alan sol ve ulusalcı kesim nezdinde ‘Sol ayak için çalan düdüğe sağ ayakla cevap vermek,’ şeklinde algılandı.
İlk turda beklenen sonucu alamayan Kemal Kılıçdaroğlu elini sinirle masaya vurarak “Bur-da-yım!” dese de yetmedi. Çünkü jest ve mimikleri aslında orada olmadığını gösteriyordu.
HDP ile yapılan ittifaka ‘Kandil’ in destek söylemleri sadece iktidarın elini ovuşturmasına yaramıştı.
Yine depremzedelerin politik tercihleri ve Suriyeli göçmenler konusunda yapılan popülist söylemlerse iktidarın ekmeğine adeta yağ sürmüştü.
TİP ise çıraklık eğitimini tamamlamadan usta olmaya yeltenerek ittifak dışında seçime girmişti. Sonuç malumunuz…
Muhalefetin buna benzer birçok ‘tehlikeli’ ve “kafa karıştırıcı’ pratiğine şahit olduk.
Peki, iktidar ve ortaklarının hiç mi kafa karıştıran söylemleri ve pratikleri yoktu?
Ne demek! Sayılmayacak kadar.
Ancak iktidarın her şeyi karşı tarafa yıkmak konusundaki maharetini unutmayalım!
Tartışılmaz liderlik gücü ise bu işin cabasıdır.
Biri Kürtçü, diğeri Türkçü iki ana aktörün ellerini aynı platformda havaya kaldırtmak her babayiğidin harcı değildir.
Kısacası muhalefetin bu seçim yürüyüşünde birçok kez ‘aynı kol ve aynı bacağı sallamak’ suretiyle bir imkânsızı başardığına şahit olduk.
Çünkü muhalefet ‘yanaşık düzen’ eğitimini tamamlamadan seçmen önüne çıkmıştı.
Doğal olarak da muhalefet açısından “kafa karıştıran’, ‘oradan alınması gereken’ ve ‘imkânsızı başaran’ kim veya kimler sorusu git gide önem kazanmaya başladı.
Şu bir gerçektir ki iktidarların olumsuz yanlarını törpüleyecek güçlü bir muhalefetin varlığı demokrasilerin olmazsa olmaz koşuludur.
Bu yüzden de müsebbiplerin bir an evvel sigaya çekilmesi elzemdir.
Zira Fransız rahip Abbe Pierre şöyle der:
“Bir demokrasinin gücü kabul edilen karşı çıkışın varlığıdır. Sadece gelecek seçimde yenilmemek için yapılmaması gereken aptallıklar vardır.’’