Felsefe tarihinde Nietzsche’nin 19’un yüzyılda kazandırdığı ve bugün yaygın olarak bilinen teknik bir kavramsallaştırma bulunuyor: Güç istenci. Bu kavram özetle, her tür insani fiilin ve ilişkilenme biçiminin güç kazanma amacına dönük olduğunu hatta insani varoluş dediğimiz şeyin bizzat gücün cisimselleşmesi anlamını taşıdığını ifade ediyor.
Buna göre insan, yaşamı boyunca gücünü artırmak ve biriktirmek üzere aktüelleşen bir varlık. Nitekim modern piyasacı-liberal tezin temeline yerleştirilen ‘rekabet’ fikri de bu güç arayışı/istenci düşüncesinin insanın ekonomik faaliyetlerine uyarlanmış bir okumasıdır.
Fakat tarihte bu güç arayışının politik okumasını yapan ilk isim ise 14’üncü yüzyılda yaşamış bir İslam filozofu olan İbn Haldun’dur.
İbn Haldun’un bu politik okumasının bugün en iyi yansıtan güncel temsillerinden biri Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır.
Politik düşünce tarihi dönemlendirilmeye çalışılırken klasik ve modern politik düşünce arasında temel bir fark olduğu kabulünden hareket edilir. Söz konusu farka göre, klasik düşüncenin aksine modern politik analizler ahlaki çerçeveden arındırılmıştır. Böylece modern siyasi düşünce, toplum ve devletin ideal yapılar olarak değil mevcut varlıklar olarak incelendiği bir dönem olarak tarif edilir. Bu varlıkların temel varoluş biçimleri ise ideal-ahlaki pratiklere değil güç-çıkar ilişkilerine dayalıdır. Tam da bu yüzden, İbn Haldun, modern politik düşüncenin ilk isimlerinden biri olarak zikredilir. Çünkü Mukaddime adlı eserinde o, toplumsal ve politik dönüşümleri güç ilişkilerinin değişimi etrafında incelemiştir.
Ancak yine de bir 14’üncü yüzyıl düşünürünün politik anlatısının 21’inci yüzyıldaki bir devlet adamının siyasi yaşamıyla neredeyse tam bir örtüşme sağlaması ilginçtir.
Erdoğan ve Ak Parti’nin öyküsü, Mukaddime’de hükümdar ve iktidarın tavırlarındaki değişimlerin anlatıldığı bölümlerle tam bir paralellik oluşturur. İbn Haldun, öncelikle bu tavırların değişimini temel bir düşünceyi merkeze koyarak düşünür. Ona göre insan tabiatında hemcinslerine karşı galip ve üstün gelmeyi, onlara hakim olmayı amaçlayan bir huy vardır (tagallüb). Eğer başka nedenlerle engellenmezse iktidar süreci bu huyun giderek dozunu artırdığı ve gerçekleştiği çeşitli aşamaları açığa çıkarır. Erdoğan’ın hikayesi bu aşamaların hepsini içeriyor.
Bu noktada İbn Haldun bir hükümdarın (Erdoğan) iktidara geldiği ilk aşamada, kendisini iktidara taşıyan grup içerisinde (Ak Parti) henüz mutlak otoriteye sahip olmadığını söyler. Hatta bu süreçte hükümdar, grup içerisinde bir tür ‘’eşitler arasında birinci’’ olan şef konumundadır. Çünkü henüz tek başına iktidar olacak bir lider karizmasını ve gücünü taşımaz. İktidar olabilmesini grubunun gücüne ve dayanışmasına borçludur. Bu nedenle de söz konusu dönemde iktidar gücünü onlarla paylaşmak zorundadır. Bu süreç, Ak Parti ve Erdoğan’ın çıkış öyküsüne oldukça uygun.
2002’de Erdoğan, henüz ‘’reis’’ ya da ‘’uzun adam’’ değildir. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener gibi hemen eş karizma ve güçteki kurucu isimlerin öncülük ettiği güçlü bir grubun (Ak Parti) şefi gibidir. İktidar gücünü daha fazla paylaştığı bir aşamadadır.
İbn Haldun bu aşamanın ardından, hükümdarın tabiatında ilahlaşma arzusunun yerleşmeye başladığını söyler. Bunun politik anlamı ise hükümdarın, gücü tek elde toplaması ve mutlak otoriteye dönüşmesidir. Ancak hükümdarın iktidarda yalnızlaşması için kurtulması gereken bir yükü vardı: Grup arkadaşları.
Nitekim Erdoğan için de durum bundan farklı değildi. 2010lardan itibaren parti içinde otonom gücü olan her isim bir şekilde elenmiş ve Erdoğan iktidarda yalnızlaşmıştı. Yola çıktığı ve daha sonrasında yolda rastlaştığı karizmatik arkadaşlarının hepsi bir bir muhalefete zorlandı: Abdullah Gül, Ali Babacan, Abdüllatif Şener, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu…
Öte yandan İbn Haldun’a göre tabiat boşluk kabul etmez. İktidar olmak daima bir güç grubunun desteğini taşımakla mümkündür. Hükümdar bu aşamada eski doğal güç grubunu yitirirken, yerine suni olan ama çıkarları hükümdarın çıkarına bağlı ve bütünüyle pragmatik bir ilişki ağına sahip olduğu yeni bir güç grubu üretir. İbn Haldun’un dilinde bu ‘’paralı askerler’’dir. Eski dava arkadaşlarının çoğu iktidardan el çektirilirken, Erdoğan’ın yanında da kendisine daha bağımlı ve iktidar talebi söz konusu olduğunda daha mülayim figürler kalmıştır.
Böylece eski demokratik güç paylaşımına dayanan ve ilkesel-doğal bir dayanışmayla sürdürülen iktidar nimeti, hükümdar-merkezli olarak yeni bir biçim kazanmıştır. Buna bağlı olarak politik diskur da hükümdar kültünü besleyen bir tarzda yeniden kurulmalıdır. Bu ise ‘’reis’’ ve ‘’uzun adam’’ hikayesinin yerleştiği yeni Erdoğan öyküsüdür. Ya da İbn Haldun’un ifadesiyle, hükümdarın kişisel harcamalarının arttığı israf ve savurganlık dönemidir. Hükümdarın iktidarının bekası için saray-çevresinde debdebe giderek artar. Artık ‘’itibardan tasarruf olmaz’’, çünkü hükümdarın iktidarı tam da bu itibar algısının beslenmesine bağlıdır.
Her şey hükümdarın istediği gibi giderken İbn Haldun kötü bir haber verir. İktidarın zirvesi görünen bu tarihsel moment, aslında çöküşün başlangıcıdır. Zira itibar için hükümdarın şahsi harcamaları, yeni güç grubunun bağlılığı içinse paralı askerlere yapılan harcamalar sürekli artmaya devam eder. Fakat devletin gelirlerinin bazı doğal sınırları vardır. Dolayısıyla bu artış, ancak alt-orta sınıflardan üst sınıflara akan ve adil olmayan bir servet transferini zorunlu kılar. İbn Haldun’un ifadesiyle vergiler artar, pazarlarda adalet ve denge bozulur.
Sanırım 2017-2018 sonrası Erdoğan iktidarının ekonomik tasviri bundan daha iyi yapılamaz. İktidar çevresinde geniş bir destekçi grubunun sürekli beslenmesi ile ekonomik istikrarsızlığın artışı hemen aynı dönemlere tesadüf eder. Bunun yanında faiz, KKM ve dolar kuru ile ilgili hamleler açık bir servet transferini göstermektedir.
İbn Haldun işte bu aşamada toplumsal huzursuzluğun artarak bir noktada önü alınamayan bir karşı-güç grubu oluşturacağını ve iktidarı ele alacağını söyler. Açıkçası seçim öncesinde ben, çok yönlü bir toplumsal muhalefet imkanı olarak Altılı Masa’nın bu güç grubuna karşılık geldiğini düşünüyordum.
Peki öyle mi oldu? Seçim sonuçlarına göre hayır. Erdoğan toplumsal huzursuzluğun zirvede olduğunu düşündüğümüz bir noktada %52 gibi açık bir galibiyetle iktidarını en az 5 yıl daha sürdürecek. O halde yanılan kim? Bence İbn Haldun değil.
Her evrensel teori gibi İbn Halduncu okumanın da doğal olarak eksik bıraktığı tekil-tarihsel durumlar var. Türkiye böyle bir özel duruma sahip olduğu için Erdoğan iktidarı devam ediyor.
Bu özel durum ise, cumhuriyet sonrası Türkiye’de oluşan yoğun kimlik kaygısı ve kavgası. Karşı kimliğin iktidarında var olma problemi çekeceğini düşünen kitleler, ekonomik ve politik istikrarsızlığa rağmen Erdoğan’ı iktidarda tutmaya devam ediyor. Dolayısıyla kimlik siyasetini besleyen yollar tamamen ortadan kalkmadığı sürece toplumsal huzursuzluğun politik karşılıkları asla alınamayacaktır. Nitekim muhalefet tabanının karşı kimliğe yönelik nefret diline bakılırsa bu durum daha uzun süre devam edecek görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun helalleşme söylemi maalesef henüz tabana yayılmamış gibi duruyor.