“Emek maddi zenginliğin babası ise, doğa da annesidir” (William Petty’den aktaran Marx, Gotha Programının Eleştirisi)
Akbelen mevkiinde maden çalışmaları için istimlak edilen ormanlık alanları “koruyan” çevre aktivistleri ve orman köylüleri, muhalefetin üst düzeyde gündeme taşıdığı bir konu oldu. Bu uğurda, CHP’nin önerisi üzerine, tatil olan Meclis olağanüstü toplandı. Akbelen’deki iklim aktivistleri, sol muhalefetin bütün fraksiyonlarının ve öznelerinin desteğine mazhar oldular.
Akbelen üzerinden kapitalizme ve özel olarak hükümete karşı ekolojik bir ajitasyon yürütmeye başladı. Ajitasyonun sahiplerine göre temel çelişki, endüstrileşme-doğa çelişkisidir.
Vazettikleri şey, insanların ağaçları kesmemesidir; oysa ağaçların insanları kurutabileceğini fark etmiyorlar. Bu aktivizm, doğayla üretken bir etkileşim kurmayı reddeder. Doğayı mistik bir huşu içinde “koruyarak” tarihin ilerlemesine karşı çıkar. Kırsal yaşam statik ve sınırlayıcı değerlere sahiptir. Küçük ölçekli üretim çerçevesinde, değişime kapalı ve dışlayıcı toplumsal etkileşimler içinde yaşayan insanlar, aslında, ağaçların gölgesinde kurumaya bırakılmışlardır. Tarihin ilerlemesi olgusunu ve statik toplumsal değerler dairesini yazı ilerledikçe açıklayacağım. Önce, solun Akbelen ve benzeri vakalarda kabaran aktivist iştahına değinmem gerekecek.
Sol düşünce (sol siyaset ifadesini mahsus kullanmıyorum; zira Türkiye’de sol, bir siyaset tarzı değil bir fikirdir, ideadır) uzun zamandır muhalefetçilik cezbesine kapılmış durumda. Bu vaziyet alışa göre “doğru siyaset”, devlete ve onun aygıtlarına mesafe alarak yürütülür. Hâlbuki bu tavır, politik sorumluluktan kaçmanın ve apolitik kalmanın özel bir türüdür. Dahası, antikapitalizm adına ürettikleri ideolojik program, kapitalist üretim tarzının hareket yasalarından, kapitalizmin içeriğinden ve kapitalist gelişme olgusundan bîhaber kurgulara dayanır. Kapitalizm, onlar nezdinde, tarihsel ve dinamik bir süreçten ziyade çirkin ve çok başlı Ejderhalardan ibarettir. Bu yüzden kapitalist üretimin ritimlerini teorize etmek, bu ritimlerin sevk ettiği toplumsal dinamikler üzerine düşünmek ve mucibince eyleme geçmek yerine, kapitalizmi bütün kötülüklerin kaynağı addedip ekolojik aktivizm alanını mesken tutarlar.
Türkiye’de üretim araçlarını berkiten ve kapitalist gelişmenin taşıyıcısı olan kesim, kapitalizm kelimesini telaffuz dahi etmeyen sağ cenahtır. Yollar, köprüler, barajlar, santraller ve sair yapılar inşa edip emtia ve hizmet akışını hızlandırarak pazar ilişkilerini genişleten, kalkınma programları uygulayarak tarihin dinamosunu çalıştıran merci sağ hükümetlerdir. Kapitalist gelişmeyi, yani üretim güçlerini geliştirmeyi, dolayısıyla toplumsal gelişimi ve değişimi coşkuyla harekete geçirmek; bu değişimin ideolojik biçimlerini kontrol altına almak, sağ politikacıların harcı oldu. Liberallerin sürekli sağ hükümetlerin yamacında ve önü sonu destekçi konumda durmalarının sebebi, zikredilen gelişmeler ve dönüşümlerdir. Hal böyleyken, Türkiye’de tarihin sağdan akması, siyasal iktidar tahtının sağcılar arasında paylaşılan bir nesne olması ve toplumsal kültürün sağcı-muhafazakâr ideolojinin etkisi altında biçimlenmesi kaçınılmazdır. Buna mukabil Türkiye soluna düşen, tutuculuk ve mutlak olumsuzlama oldu: Siyaset sahnesinden dışlanıp aktivizm sahnesinde otağ kurmak ve kapitalizmin karanlığını (ama yalnızca karanlığını) tasvir ederek her şeye karşı çıkmak. Bu anlamda, sağ kesim ve sağcı müdahaleler sol cenahtan ve sol tahayyülden, terimin teknik anlamıyla düşündüğümüzde, daha ilericidir.
Aktivistler neye, niçin karşı?
Denilebilir ki biz solcuların kapitalizmi aşmak gibi politik programımız ve ideolojik maksadımız yok, biz sadece ağaçları korumak istiyoruz ve ağaçları koruyan köylülerle dayanışma içindeyiz. Sol kesimlerin kapitalizme karşı sloganlarını ve feveran etmelerini şimdilik görmezden gelelim; doğayı tahrip eden esas şeyin kapitalizm olduğunu söyleyen tek bir iklim aktivisti Akbelen’de yok diye varsayalım. Ekolojik aktivizmin köylülerin ağaçlarına dokunulmasını engelleme girişimlerinin köylünün geçim sıkıntılarına ve gündelik yaşam koşullarına hiçbir olumlu etkisi yok. Üstelik oradaki ağaçlar, köylülerin geçimlik ekonomisine ve günlük yaşam kullanımlarına pratik bir fayda sağlamıyor. (Sözgelimi, odunculukla uğraşan veya odun satarak geçimini sağlayan köylüler, büyük ihtimalle, ekolojik aktivistler tarafından jandarmaya ihbar edilir.) Mobilya, kâğıt-karton veya longa-levha gibi sektörlerde kullanılan orman ürünlerine karşı herhangi bir kitlesel aktivizme girişmeyen ekoloji platformları, söz konusu Akbelen ve yukarıda saydığım yerler olunca organize oluyor. Mevzubahis bir şirket, hele ki siyasal iktidara yakın bir şirket olunca (siyasal iktidarla uzlaşmayan bir şirketin varlığı söz konusu olabilir mi?), harekete geçen aktivizm, doğa romantizmi ve kırsal yaşam masumiyetine vurgu yaparak bir reddiye hattı oluşturuyor. Bu reddiye barikatını “direniş” olarak isimlendiren aktivistler neye karşı “direniyor”? Dünya-tarihsel bir akışa, kapitalist gelişme hareketine…
Bu akışı ve süreci kısaca da olsa izah etmeli. İngiltere’de 14. Yüzyılda ağır aksak gerçekleşen (Çitleme Hareketleri) ve 1688 yılında yasallaşan, Osmanlı Devleti’nde ise 19. yüzyılın başlarında görülen ve 1858 Arazî Kanunnâmesi ile yasal bir hüviyet kazanan köylülüğün mülksüzleşmesi (sürecek toprağın ve otlakların yitimi) ve kentsel alanlarda mülksüz proletaryanın ortaya çıktı (zorunlu emek hareketliliği). Bu gelişme, tarihsel bir süreç olduğu için evrimsel olmayan belirli aşamalara ve doğrusal olmayan belirli hıza sahiptir. Türkiye’de sermayenin genişlemesiyle birlikte kırsal alan ile kentsel alan birbirine eklemlendi ve kapitalist gelişme kırsal çözülüşü hızlandırdı. Bu süreç, büyük altüst oluşlar gerçekleştirdi. Bu gelişimin, oluşturduğu çelişkilerle beraber toplumsal koşulları geri dönüşümsüz bir şekilde değiştiren yegâne faktör olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekte, iklim aktivistlerinin ve sol muhalefetin karşı durduğu, direndiklerini ifade ettiği şey bu tarihsel gelişimdir.
Pratikte boz bulanık şu iki durumu izhar etmek ve bilince çıkarmak lazım: (i) Solcular ve iklim aktivistleri, iddia ettikleri gibi, kapitalizme direnmiyorlar. Amel ettikleri şey, kapitalizmi olumsuzlamaktır. Bu evrende “direnişçi” veya “devrimci” özne yok, itaatsiz özne var. İtaatsizlik, bir şeyi yemin billah reddederken; direniş, o şeyi içerip kendi eyleminde onu başkalaştırır, direndiği şeyi aşar. İtaat etmiyorlar; çünkü itaatsizlik, Türkiye solcuları için olumsuzlamanın konforlu topraklarında yetişen tumturaklı bir yaz eğlencesidir. Bu itaatsizlik, topyekûn olumsuzlamaya ve doğanın yok olacağı felaket anlatısı üzerinden işletilen bir ajitasyona dayandığından yeni siyasal öznellikler üretemez. Sadece ve sadece itaatsiz öznenin vicdanî ve ahlâkî benliğinin yeniden üretimine hizmet eder, aktivizmi mal ettikleri kesimlerin gündelik sorunlarına ve yaşam koşullarına müdahale etmez. (ii) Kapitalizme karşı olmak Türkiye solunda kendiliğinden, handiyse otomatik bir tavırla gerçekleşen aktivitedir. Kapitalizmin şimdi ve buradaki içeriği, işleyiş tarzı, istikbalde alabileceği somut biçimi, nereye varacağı ve nerede çakılıp kalacağı hususlarına dair bir kavrayışa sahip değildir. Neyin gerçekten atılımcı neyin gerçekten nekais; hangi pratiğin gerçekten devrimci hangisinin yalnızca eylemci olduğuna dair bir kıstastan mahrumdur. Sol aktörler, gerçekçi bir toplum duygusuna sahip olmadıkları için toplumun kalıplaşmaya yüz tutmuş gerçekleri ile karşı karşıya kalırlar.
Geçtiğimiz yıllarda Kazdağları’nda, Bergama’da, Burhaniye’de, Deştin’de ve hâlihazırda Akbelen’de vuku bulan ekolojik mistizmle bezeli aktivizm, sol açısından gerçek sorumluluğu gizleyen bir kurnazlık içeriyor: Kapitalizmi aşma ve sonunu getirecek siyasal atılımı gerçekleştirme sorumluluğu. Kapitalist gelişmelerin önünde durmaya çabalayan itaatsiz özneler olarak varoluş kazanan; kapitalist gelişmenin sivrilttiği çelişkileri örgütlemekten ve çelişkilerin politik propagandasını yapmaktan imtina eden; nihayetinde, devrimci mesuliyeti almaktan beri duran bir kurnazlık.
Cazibeli biçim, sığ içerik
Kapitalizmin kendisinden önceki üretim biçimlerinden muazzam büyüklükte ve hatta kendi sistemik tarihi içerisinde bile önceki on yılından daha öte bir üretim gücüne sahip olduğu malûmu ilâmdır. Üretim güçlerindeki gelişme; teknolojik icatlardan kimyasal endüstriye, doğa güçlerinin kontrol altına almasından yönetim ve bilgi işlem tekniklerinin yenilenmesine, mesleklerin yapısal değişimden işçi sınıfının niteliğine kadar birçok alanda gelişmeyi içsel bir zorunluluk haline getirir. Bunların ötesinde, kapitalist gelişmenin en önemli sonucu, toplumların inşa ettiği sınırları geri dönüşü olmayacak şekilde ilga etmektir. Ortak dolaşıma giren şey sınırlı metalar grubu değil; kültürün her katmanı meta biçimine kavuşarak devasa bir piyasaya dönüşür. Toplumların görünmez veya doğallaştırılmış ama aslında birtakım cebrî ilişkiler aracılığıyla muhafaza ettiği her değeri atomize eden, sınırlı sosyo-kültürel ilişkiler çemberini kıran, yerli ve milli iktidarın inşa ettiği vasat politik ufku genişleten bir atılımdır.
Kapitalist üretim biçimi, insanın doğa üzerindeki egemenliğine dayanır. İnsan tabiata damgasını vurarak onu şekillendirir. Eş zamanlı olarak, doğadaki dönüşümler insan dünyasını dönüştürür. Doğa tamamlanmış bir bütün değildir. Belirlenmiş evrimsel koordinatlar içinde gelişen bir mizaca sahip olmaktan çok irticalen gelişir. Doğal türler adaptasyon özelliğine değil eksaptasyona sahiptir (ilgilisinin hemen fark edeceği gibi buradaki referanslarım, Terrence Deacon’a, Niles Elredre’ye ve Stephan Jay Gould’adır). Küresel çapta baş gösteren ekolojik sorunları sermayenin genişleme ve yayılma etkisine indirgemek, hayli kestirme bir çıkarımdır. Tarihsel kayıtlar, kapitalizmden önce de insana bağlı çevresel felaketlerin varlığına işaret eder; yine, insanlığın kapitalizm sonrası toplumda da benzer ekolojik keşmekeşlerle uğraşacağını söylememek için meşru hiçbir gerekçe mevcut değildir.
Son örneği Akbelen’de görülen ekolojik hareket, kapitalizm sonrası bir tahayyülden ve siyasal bir programdan ziyade kapitalizm öncesi toplumsal nostaljiyi örgütler. Başka bir ifadeyle, post-kapitalist programlar ve yönelimler tasarlamaz; pre-kapitalist bir doğallık arzusuyla mistisizm üretir: Ağaçların tinsel krallığı. Doğanın ve giderek dünyanın yok oluşuna dair kıyametçi varsayımlarıyla kapitalizmi mutlak surette olumsuzlayarak vicdanını rahatlatır. Aktivizmin teoriye ihtiyacı yoktur; aktivist etkinlik, cazibesi yüksek reddiye biçimleri ile sığ içeriğini perdeler. Ekonomik olguları ve üretim ilişkilerindeki cari durumun siyasal ve toplumsal uzamlardaki iz düşümlerini tanımlayacak kavram ve kategoriler üretmez; aktivist özne, sadece kendi aktivist benliğini yeniden üretir. “Talana karşı mücadele” gibi gösterişçi ama tulûatvarî sözlerle fasit bir döngüye mahkûm olur: Ekonominin yönünü ve gelişme hızını idrâk etmeden kendi ideolojik hızına hız katan bir döngü.
Türkiye’deki somut durum
Kapitalist üretim biçiminin kaçınılmaz sonucu olan sınıf çatışması, Türkiye’de doygunluk noktasına erişmiştir. 2002-2015 yılları arasında AK Parti hükümetleri üretici güçlerin hızlı gelişimine hem uyum sağlamış hem de önayak olmuştu. 2015’den sonra bu gelişmeyi ketleyecek bir koalisyona dâhil oldu. Diğer bir deyişle, Türkiye’de tarih durdu; akan sadece zamandır. Sermayenin genişlemesi yerini sermaye transferlerine bıraktı. Burjuvazi, ihracatçı nomenklutaraya (bürokratik elit destekli kadrolar) dönüşme eğilimi gösterdi. ‘Yürüyen ölü’ olarak tanımlanan zombi firmaların (devlet teşvikleriyle zorbelâ ayakta durabilen firmalar) sayısı gittikçe arttı. IMF’nin Haziran ayında yayınladığı raporda, zombi şirketlere sahip ülkeler sıralamasında Türkiye dünya birinciliğine koşuyor. Kapitalist gelişmenin harekete geçireceği dinamikler gerçekleşmediği için, bu donuk noktadan ne bir adım geriye düşülüyor ne de ileri bir faza geçilebiliyor.
Türkiye’nin kapitalist gelişimi şimdi tıkandığı noktayı aşamazsa, kapitalist ilişkilerin devletleşmesi hızlanacaktır. Devletlü kapitalizmin hükümferma olduğu yerde, baskıcı ve hoşgörüsüz önderliklerin kurulması işten bile değildir. Ekonomik temelde bir değişimin yaşanmaması durumunda devasa üstyapıdaki siyasal edimler ve ideolojik biçimler değişmez. Üretim aygıtları gelişmedikçe devletin ideolojik aygıtları gelişir.
Olgunlaşmamış işçi sınıfı ile dar burjuva sınıfı arasındaki çelişki, ikincisinin lehine sürdürebilir bir momentte seyrediyor ve fakat sınıf çatışması denilen dinamik olgu titrek bacaklar üzerinde doğrulamadan kalıyor. Bu noktaya varılmasındaki esas sebep, işçi sınıfının yeterince örgütlü olmaması veya burjuva sınıfının tahakkümünü yasallaştırabilmesi değildir. Kapitalist gelişme ilerlemedikçe ne bu çelişkiler sivrilir ne de mevcut donukluk sürdürülebilir olmaktan çıkar. İşgücü yeterince seferber edilemediği için eski toplum düzeni yok olur ama yeni toplum düzeni kurulmaz; arada kalır ve gittikçe lümpenleşir.
Üretim güçlerinin gelişimi şimdiki durumundan daha büyük bir ölçekte harekete geçerse; işçilerin sivrilen çelişkilere, kapitalistin kârına oranla işçi ücretlerinin hızla düşmesine ve artan vergilere kayıtsız kalması mümkün olmayacak. Çelişkilerin farklı tempolarda harekete geçtiği momentte, “birleşmek” ve “mücadele etmek” bir slogan ve bir teselli nutku olmaktan çıkarak ideolojik ve politik bir gerçeklik kazanacaktır. Sermaye biriktikçe kârdan alacakları pay azalan küçük sanayici ve küçük rantiye sınıfı artık varlığını sürdüremez ve proleterlerin sayısını artırır.
Kapitalist gelişmenin her ileri fazı sadece proleterlerin sayısını artırmakla kalmaz. Sistemin hareket tarzı gereği, sömürüyü, sefaleti ve eşitsizliği de artırır. Bu, kapitalizmin negatif yüzüdür. İşçilerin refahı ve büyüme tiradı burjuvazinin geveze belagatinde bir hile, boş bir yankıdır sadece. Amenna ve saddakna!
Ne var ki gölge neredeyse ışık da oradadır; kapitalist gelişmenin bir de pozitif yüzü vardır. Kapitalist gelişmenin ilerlemesi veya piyasa güçlerinin dinamizmi, bulunduğu arazi yapısını değişime uğratır. Üretim ilişkileri yeni bir matris içinde toplumsal ilişki biçimlerine dönüşür. Yeni arazide eski patikalar yok olur. Yeni yollar açılır, kalın olan incelir, mevcut iktidar ilişkilerini tutan yerli ve yerel değerlerin yüceleştirilmesi komik hale bürünür; hayatlar geçici tercihlere ama çoklu yeteneklere ve yeni ifade şekillerine göre dizayn edilir. Dönüştürücü ve muazzam bir güç yaratan kapitalist gelişme; siyasal baskılara ve yasaklara rağmen bir kitle hareketi ortaya çıkarma potansiyeline sahiptir. Bu potansiyeli yaratıcı bir şekilde sevk ve idare etme yeteneği ve cesaretini göstermek bizatihi devrimciliktir.
Devlet tarafından yüksek kredilerle desteklenen ve yabancı sermayeye göbekten bağlı olan Türkiye burjuvazisi, kapitalist gelişme dinamiğinin olgunlaştığı koşullarda, şimdi atıl kalan emekçi ve üretici kesimleri kendi sınıfsal şarkıları eşliğinde harekete geçirecektir. Öyle ki burjuvazinin çifte bağımlılığı (devlet ve yabancı sermaye), gelişecek proletaryayı kontrol altına almasına engel olacaktır. Avrupa ülkeleriyle sermaye-yoğun sektörlerde (inovasyon) rekabet edemeyen, Avrasya ülkeleriyle emek-yoğun sektörlerde (ucuz işgücü) aşık atamayan bu burjuvazinin yapabileceği tek şey bir krizden diğer krize zebel zübel yürümektir. Burada anlatılanların ukala ve kerameti kendinden menkul bir tarih şemacılığıyla veya sabit tarih yasalarıyla en ufak bir ilgisi yoktur. Kapitalist gelişmenin Türkiye sathındaki seyrüseferi canlı bir düzensizliğe gebedir: Karmaşık ve yönetilemez bir genişleme. Üretici güçleri devrimci güçlere dönüştürecek dinamik ve devrimci dönüşümü gerçekleştirecek kolektif öznelliklerin gelişme imkânı ancak ve ancak bu koşullarda somut bir hal alır:
Ve son kez Akbelen…
Akbelen’deki aktivizme ve Türkiye solunun irili ufaklı bütün bileşenlerinde bulunan aktivizm marazına son kez dönelim. Proloğu Marx’ın alıntısı ile yaptık, epiloğu doğrudan Marx’tan alıntılayalım. Müteakip satırlarda geçen makine ifadesinin şirket, hatta aktivistlerin hasım bellediği ve kendisine karşı savaştığı YK Enerji olarak okunmasında hiçbir beis yoktur:
“Ve iktisadi apolojistlerin dayandığı nokta işte budur! Makinenin kapitalist tarzda kullanımından ayrılamayacak olan çelişkiler ve karşıtlıklar mevcut değildir, çünkü bunlar, makinenin kendisinden değil, onun kapitalist tarzda kullanımından kaynaklanır! (…) Burjuva iktisatçısı, böylece, başını daha fazla ağrıtmaktan kurtulur ve üstelik, makinenin kapitalist tarzda kullanımına karşı değil, makinenin kendisine karşı savaşmak gibi bir aptallığın günahını hasmının sırtına yükler.” (Kapital, C 1, s. 421; vurgular bana ait).