Güçlü mantıki önermelere dayanan hükümler toplumsal hafızaya bir kez yerleşip ezber haline geldikten sonra onların zayıf-eksik yanlarını görebilmek kolay olmuyor. Merkezi iktidarı elinde bulunduran, dolayısıyla kaynak dağıtma imtiyazına sahip partilerin (ya da koalisyonların) yerel seçime avantajlı olarak gireceği kabulü böyle bir ezber-hüküm. Yanlış değil, fakat yerel seçimlerde oy verme tercihlerini etkileyen ve bazen iktidar partisinin bu avantajını geri plana iten başka etmenleri hesaba katmadığı için eksik… Bu etmenlerin en başında da iktidara oy veren seçmenlerin, iktidar uygulamalarından memnun olmaması halinde partisini cezalandırma eğilimine girmesi geliyor. Türkiye’deki seçim tarihi bu arzunun kuvveden fiile geçmesinin tarihi olarak da okunabilir. Birkaç örneği kronolojik olarak hatırlayalım…
1989 yerel seçimleri ve ANAP
Turgut Özal’ın Anavatan Partisi (ANAP) 1983 seçimlerinde 12 Eylül darbecilerinin işaretinin tersine oyların yüzde 45’ini alarak tek başına iktidara geldi. ANAP, bir yıl sonraki yerel seçimlerde de başarılıydı, çünkü iktidar performansı belirgin bir memnuniyetsizliğe yol açmamıştı. Nitekim belediye başkanlığı seçimlerindeki oyu yüzde 43, büyükşehir belediye başkanlığı seçimlerindeki oyu ise yüzde 50 oldu. Bu sonuçlarla İstanbul, Ankara ve İzmir dahil 57 ilde yerel iktidarlar ANAP’a geçti, muhalefet sadece 10 belediye başkanlığı kazanabildi.
ANAP, dört yıl sonra (1987) yapılan seçimlerde -oyları 1983’e göre düşse de- yine tek başına iktidar olmayı başardı, fakat ondan iki yıl sonraki (1989) yerel seçimlerde oyların ancak yüzde 22’sini alarak ve sadece üç ilde (Malatya, Bitlis, Hakkâri) belediye başkanlığını kazanarak büyük bir hezimete uğradı.
1994 yerel seçimleri ve SHP-DYP koalisyonu
ANAP, 1991 genel seçimlerinde birinciliği Doğru Yol Partisi’ne (DYP) kaptırdı. DYP, seçimlerden üçüncü büyük parti olarak çıkan Sosyal Demokrat Halkçı Parti’yle (SHP) birlikte koalisyon kurdu. Fakat başlangıçtaki büyük umutlar karşılık bulmadı ve koalisyona oy veren seçmenler cezayı 1994 yerel seçimlerinde kesti. 1991’deki genel seçimlerde toplam oyu yüzde 48 olan DYP-SHP koalisyonu yerel seçimlerde yüzde 35’e düştü. Buna karşılık toplam oyların yüzde 19’unu alan Refah Partisi İstanbul ve Ankara dahil çok sayıda belediye başkanlığı kazandı.
2009 yerel seçimleri ve AK Parti
AK Parti 2002’de yüzde 34 oy oranıyla tek başına iktidar oldu. İki yıl sonra yapılan yerel seçimlerde oyunu yüzde 42’ye yükseltti. Bir iktidar partisinin yerel seçimde genel seçimde aldığı oyun üzerine 8 puan daha eklemesi pek görülen bir şey değildi. Bu, ona oy veren seçmenlerin iktidarın performansından memnun olduğunun bir işaretiydi. 2007 genel seçimlerinde yüzde 47’ye çıkan AK Parti’nin 2009 yerel seçimlerinde daha da yükseleceği tahminleri yapılıyordu, fakat herkesi şaşırtan bir sonuç çıktı ortaya: Yüzde 38. (AK Parti’nin oyunu Metropoll yüzde 52, Konda yüzde 48 ölçmüştü.)
Bu sonuçta asıl etken 2008’deki dünya kriziydi. Süleyman Demirel Üniversitesi’nden Hakan Kiriş ve Hüseyin Gül seçimlerin ardından kaleme aldıkları uzun makalelerinde 2008 krizinin 2009 yerel seçimleri üzerindeki etkisini şöyle anlatmıştı:
“Krizi ciddiye almamak ve etkin çözümler üretmemek. Ekonomik krizi, ‘Türkiye’ye teğet geçecek’ diyerek küçümsedi. Zamanında alınmayan önlemler, krizin etkisinin Türkiye’de daha ağır hissedilmesine neden oldu. ABD ve AB’de hükümetler işsizliği önlemek ve istihdamı artırmak için ekonomik–mali paketler açıklarken, Erdoğan tam tersine krizin etkisinde kalan işadamlarını beceriksizlikle, kredi kartıyla geçinmeye çalışanları da dürüst olmamakla suçladı. Krizin etkilerinin hissedilmeye başladığı bir dönemde, binlerce kişiye istihdam sağlayan dev kuruluşlarla kavga edilirken artan işsizlik oranları gözden kaçırıldı. Başbakan’ın ekonomiyi ihmal ettiği görüntüsü yarattı ve seçmen, iktidarı ‘uyarma’ ihtiyacını duydu.”
Bunlara “2019 uyarısı”nı da eklemek lazım tabii, fakat o zaten herkesin hafızasında taze olduğu için ayrıntılara girmiyorum.
Muhalefet bu büyük avantajı kuvveden fiile çıkaramayacak
Mart ayında yapılacak 2024 yerel seçimleri, görülmemiş hayat pahalılığı nedeniyle iktidar partisine oy verenlerin partilerini cezalandırma arzusunun çok arttığı bir seçim olacak; izahtan vareste bir durum.
Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz günlerde Halk TV’de katıldığı bir programda bir kamuoyu şirketinin yaptırdığı araştırmada son seçimde AK Parti’ye oy verenlerin yüzde 30’unun pişman olduğu sonucunun çıktığını söyledi. Ben de araştırma sonuçlarını kamuoyuyla paylaşmayan güvenilir bir şirketin, Erdoğan’ın görev onayında sekiz puanlık bir düşüş saptadığını biliyorum.
Davutoğlu, sözünü ettiğim programda iktidar partisi seçmenlerinin yerel seçimde partilerini cezalandırma sporuna atıf yaparak muhalefetin yerel seçimlerde başarılı olacağını öne sürdü. Tam olarak şöyle dedi:
“Ben iktidarın yerel seçimlere büyük avantajla gireceği kanaatinde değilim. Neden biliyor musunuz? Türkiye’de yanlış bir kanaat var: ‘Merkezi hükümeti elinde tutan yerel seçimlere daha iddialı girer…’ Türkiye’deki seçim sonuçlarına baktığımız zaman bir başka sonuç daha var benim gördüğüm. O da şu: genel seçimlerde iktidarı cezalandırmaktan korkan -istikrarsızlık, terör vs- yerel seçimlerde merkezi iktidar etkilenmeyeceği için iktidarı cezalandırma cihetine gidiyor.”
Davutoğlu haklı, fakat bunun muhalefet lehine bir avantaj oluşturması için muhalefet seçmeninin de aynısını yapmaması gerekir.
Ne var ki öyle olmayacak, zaten bu seçimi ilginç kılan, ilk kez muhalefet seçmeninin de ‘oyun’a dahil olma arzusu… Şurası kesin: Bu seçimde iktidar ve muhalefet seçmenlerinden oluşacak cezalandırıcılar kararsızlardan çok olacak.
Mart’a doğru kamuoyu araştırmacılarının “cezalandırıcılar”ı ayrı bir başlık altında ölçmesi makul bir fikir gibi görünüyor.