Pazar mektuplarımın kahramanlarına hep ‘sevgili’ diyordum, sultan 4. Murad hana yazınca, ona sevgili demek protokole uymayacağından, sayın demek zorunda kaldım.
Siz devletlûlara, siz aşkı, aşk sizi nasıl bilir idi, sorumu da elim mahkûm, sayın diye başlayarak soracağım.
Topluma farklı alanlardan mührünü vuran sayın sevgililerin aşk hikayelerini, yahut aşka bakışını herkes gibi bende’niz de pek merak ediyorum. Hazır havalar cehennem sıcağı, yanmaksa yanmak, tütmekse tütmek diye düşündüm, aşkla yanmayı yazayım bari dedim, umarım ayıp etmiyorum.
‘Yeni Moda Aşklar Destanı’ adlı hikaye kitabımı,elbet yıllar önce, TRT Istanbul radyosunda söyleşirken, ah keşke bizim siyasetçilerimizin de ömre bedel aşkları, politika yahut sanatı feda edecek çapta meyletmeleri olaydı, dedim demedim, karşımdaki ham’fendinin benzi atınca, ortada kuyu var yandan geç, makamına döktük sözü.
Siyasetçi günün otuz saatini, evet bayat espri, ama gerçek, siyaset düşünerek geçirir, en azından öyle bilinir.Siyasi hedef koyarken, meydanlarda nutuk atarken, ekranlarda konuşurken aşkı düşünür mü? Ah, keşkem der mi? İçinde bulundukları döneme göre mi biçimlenir yahut düzen tutmaz, kalpleri? Kimbilir?
O kadar göz önündeler ki, değil yeni aşklara meyletmek, akıldan bile geçiremiyorlar belki, zaten mecalleri de kalmıyordur.
Mustafa Kemal belki aşklarıyla, gönlünün endâzesiyle, evliliğiyle de sonrasıyla da iyi bir örnek, kimi defolara, evlilik bozgununa rağmen…
Biz usturuplu yaşayan, evliliğiyle de örnek olan, sırlı sıtırlı politikacılar gördük, yaşımız yetmediğinden Menderes’in gönül maceralarını bilmedik. Bu, sonradan okuyup öğrenmemize engel olmadı elbet.
Ecevit’leri gördük, özverili, nizami, pek akıllı fikirli, örnek denebilecek bir ilişkiydi, hem sayın Ecevit siz bu konuda ‘hoşgörü, saygı, açıklık’ demez miydiniz hep?Evliliğin temel kuralı bunlardı size göre.
Benzeşme evliliğin olmazsa olmaz’ı değildi, her insanın kendine özgü sınırları içinde farklı kişiliği olduğunu, eşlerin birbirinin eksiğini kapatarak, saygıyla, aşk’ı sevgiye dönüştürdüğünü söylemez miydiniz her fırsatta?Sizden bu öğütleri alan kuşaktan olsam da, Mitterand‘ın hayatına baktıkça ‘acaba?’ demeden edemedim. Hoş, sonradan aynı makama gelen bir baş kası, o gül gibi gazeteci sevgilisini, Elizee sarayına birlikte adım attıktan sonra ömründen çırpıp atıverdi, demek aşk’a fransızmış kendileri.
Çağlayangil aşkın iki kişilik bir cennet olduğuna inanır…Peki üstadım adınız niye çapkına çıkmış?
Onu biz bilemeyiz, diyenlere ve muhataba sormalı. Bu alanda yalancı bir şöhret sahibi olduğunuzu belirtirken, aşkı diplomatça anlatmışsınız, ‘aşk, ağzımızdan düşürmediğimiz, öğündüğümüz, ama ne olduğunu bilmediğimiz, ya da ne olduğu hakkında herkesin ayrı düştüğü/ düşündüğü bir kıvılcım, bir kontak, ateş, bir kader, belki bunların hepsini toplayan şey. İçinde bayağılık yerine sanat bulunan bir ilişki, iki kişilik cennet aşk…’
Doğru düşünmüşsünüz…Hele özet yorumunuz harika:’Evlilikte mutluluk karıyla kocanın birbirine tahammül etmeyi becerebilmeleridir…’
Ülkemizde kadın erkek ilişkileri yeni yeni hallediliyor deseniz de, sizden şu kadar yıl sonra hâlâ halledemedik efendim, üstelik çözdükçe düğüm oluyor, gün aşırı bir kadın cinayeti işleniyor…
Sayın Demirel için aşk Nazmiyânım’dan başkası olmadı. E o da sevilesi bir kadın, aklı fikri, şefkati, cömertliği, vefası, korkusuzluğuyla… O yılların araba tutkunu, eşinin yaslandığı dağ. Keşke siyasetçi eşleri yahut sevgilileri, boşandıkları eski eşleri bile, yeri geldiğinde aşk üzre konuşabileydi…Gençlere bir de bu yandan düşünce aktarsalardı. İlişkinizin son dem’lerinde, hanımefendi kendisini unutmuş, hastayken, çok üzüldüğünüze doktorun ‘o sizi zaten hatırlamıyor,’ yorumuna, ‘ama ben onu hatırlıyorum’ yanıtınız hep içimi sızlatmıştır.
Sayın Dalokay, sizin ‘kadın sömürdüğü vakit daha güzeldir, daha cazibeli, daha zeki’ yorumunuz nedir öyle?Sanatkarca ve mimarca bir yorum…Eh o vakit, kapitalist toplum kadını böyledir demeye getiriyorsunuz…Sosyalist toplum kadını emekçi, ne ara öyle olsun, nasıl olsun?Vakti mi var, dermanı mı var?
Haklısınız,’ aşk bir tutku, hastalık…Ama sevmek, eylem..Yeryüzünün en iyi eylemi.Hedefi, eylemi olan evlilik, ilişki canlıdır, yaratıcıdır.’
Sayın Erbakan için ‘evlilik, mutluluk manevi değerleri tanımak, anlayışlı olmak demek. İlahi adâleti, ahreti tanımayanlar nefislerinin kölesi olur,ilişkisinde de karşılıklı istifadeyi düşünür; iki günlük dünyadan ibaret değil her şey.’
Mutluluğu getirecek kadın, gerçek mutluluğu, nasıl olmalı sizce, dediğinde ‘İman, akıl, iyi ahlâk, ana unsurlar bunlardır, o ilk kelimeyi silin, yerine inanç yazın’ demişsiniz Celâlettin Çetin’e, söyleşinizde…(Bir Gazetecinin Not Defteri/Cem yayınevi)
Ah ah, bir dem’miş, geldi geçti hepsi.
Siz sayın sevgililer, siz de geldiniz ve geçtiniz, şimdiki dünyayı iyi ki bilmediniz.
Keşke bu dünyanın, her hayatın bir müsveddesi bir de temize çekmesi olaydı.
Karalama sırasında yapılan yanlışlar, gidilen eğri yollar, bütün deneyimler temize çekilen hayatta bilinecek ama…
Gerçi soru yanlı, yanıtı da eksik elbet, yahut yanlış…
Evlilikteki mutluluğu mu soruyoruz, siyasilere, liderlere, hesap bozan aşkları mı?
Her iki cins için de, siyasi yahut sıradan kişilerde yazılı, kayda alınmış gerçekler ortada olmayınca, ya geleneksel temelde geçimli, huzurlu, hasarsız beraberlikler sözkonusu, ya da baş kırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde…
Aman aman, aşk bilinsin de, o yöne aksın da gönül, edeple, güzellikle yaşansın da her şey, aşk şöyle dursun, A’sına, Ş’sine, ’sına razıyız, hakkıyla söylenecek olan…
Toprağınız ağır gelmesin, sayın sevgililer, çekip gitmiş olsanız da, fener ışığı gibisiniz, görüyorsunuz, size dönüyoruz, aydınlanmayı bir de sizden umuyoruz…
Aşk çoktan çekip gitti zaten…