Mayıs 2023 seçimlerine giderken Türkiye’de siyaseti göz ucuyla takip eden herkes için, Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın cumhurbaşkanı adaylığını kimseye bırakmayacağı ayan beyan ortadaydı. Herkes bunu biliyor, görüyor ve konuşuyordu. Lakin asıl konuşması gerekenler, bu meseleyi açıkça konuşmaktan imtina ediyorlardı. Altılı Masa’nın üyeleri her konuyu enine boyuna ele alıyor, mesela 2.000’den fazla vaadi içeren seçim beyannameleri yayınlıyor ama sandığa kimin liderliğinde gideceklerini belirlemiyorlardı.
Denilebilir ki Masa’daki dört ismin (Karamollaoğlu, Davutoğlu, Babacan ve Uysal) Kılıçdaroğlu’nun adaylığına bir itirazları yoktu, o nedenle bunu gündeme almalarının da bir gereği yoktu. Vakti geldiğinde olması gereken olacak ve Kılıçdaroğlu’nun adaylığı tescillenecekti. Fakat Akşener daha ilk günden Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşıydı, onunla bir başarıya ulaşmanın olanağının olmadığını düşünüyordu.
Bu durumda yapılması gereken, mevzuyu gizliye saklıya boğmadan berraklıkla mütalaa etmek ve bir karara varmaktı. Karar, birlikte devam etmek yönünde de olabilirdi, yollar da ayrılabilirdi. Ancak Akşener bu doğru yolu takip etmedi, Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul etmediğini net bir şekilde göstermek yerine yandan dolandı ve piyasaya “kazanacak aday” diye bir laf sürdü.
“Kazanacak aday” söyleminin maksadı belliydi: Akşener, Kılıçdaroğlu’nun kazanamayacağını düşünüyor, karşıtlığını dışa vuruyor ve herkes de bunu böyle anlıyordu. Siyaseten hem garip hem de yanlıştı bu! Garipti, zira ittifakın ikinci büyük partisi, ittifakın muhtemel adayını kazanamayacak biri olarak fişliyordu. Ortağının güvenmediği birine halk neden bel bağlasındı? Yanlıştı; çünkü bu tavrın “Madem Kılıçdaroğlu’nun kaybetmesi kesin, o halde neden doğrudan karşı çıkmıyorsun, bunu düzeltmek için ne bekliyorsun?” gibi meşru sorulara verebilecek mantıklı bir cevabı da yoktu.
“Kişisel ikbal hesapları için üretilmiş devşirme siyaseti”
Ne var ki Akşener, bu garip ve yanlış tavrını sonuna kadar sürdürdü. Adaylığın kesinleşeceği gün gelip çattığında ise dananın kuyruğu koptu. Akşener, Kılıçdaroğlu’na karşı İmamoğlu ve Yavaş’ı işaret etti. Ama ne Kılıçdaroğlu ve Masa’nın diğer mensupları bu teklife geçit verdi, ne de İmamoğlu ve Yavaş Akşener’in gazına kapıldı.
Akşener Masa’da tek başına kaldı ve ikinci büyük hatasını yaparak Masa’yı terk etti. Hem de ne terk ediş! İktidarın bile muhalefete doğrultmadığı kadar ağır ithamlarla Masa’yı yerle yeksan etti. Artık millet iradesini yansıtma kabiliyetini kaybeden Altılı Masa, bir kumar masasıydı, “tek bir adayın tasdiki için çalışan bir noter masasıydı.” İYİ Parti bu masada oturmayacak, “kişisel ikbal hesapları için üretilmiş bir devşirme siyasetinin” günahına bulaşmayacaktı.
Yenilir yutulur laflar değildi bunlar. Normal şartlarda Akşener’in dönüp bu masaya bakmaması gerekirdi. Masa’dan da, o istese dahi, Akşener’e artık bir yer vermemesi beklenirdi. Ama her ikisi de oldu ve üçüncü büyük bir yanlışa imza atıldı. Akşener, Masa’ya döndü, Masa da hiçbir şey olmamışçasına Akşener’i bağrına bastı.
Ve bütün bunlar milletin gözü önünde cereyan etti. Kendi içlerinde en temel konularda dahi bir mutabakatı bulunmayan, parçalı ve kırık dökük bu yapının halka bir itimat telkin etmesinin imkânı yoktu. Altılı Masa’nın bir söylediği diğerini tutmuyor, dün yaptığını bugün reddediyor ve aktörleri her adımlarında yanlışın üzerine bir yanlış daha ekliyorlardı. Halkın böyle bir ittifaka iktidar vizesi vermemesi tabiiydi.
“İYİ Parti’den bir şey çıkmaz”
Hülasa Akşener, muhalefetin Mayıs mağlubiyetinin baş müsebbiplerindendi. Fakat seçimin ardından herhangi bir ciddi muhasebeye girişmedi; uzunca bir süre sessiz kaldı, kamuoyunun önüne çıktığında ise yenilgiden ötürü neredeyse kendisi haricindeki herkesi suçladı. O hep doğru yapmış ama diğerleri hep yanlışta kalmıştı, dara düşmenin sebebi “bu ablanız” değil, diğerleriydi. Dolayısıyla artık bu yanlışların bir paydaşı olmayacak, ittifaklara katılmayacak ve müstakil bir siyaset hattı inşa edecekti.
Kulakta hoş tınılar bırakıyordu bu “müstakil siyaset” lakırdıları ama gerçekte böyle bir siyasetin oluşturulması o kadar kolay değildi. Yeni bir siyasi rota çizmek için, önce partinin toparlanması gerekiyordu, oysa İYİ Parti ilmek ilmek çözüldü. Bir taraftan seçimde alınan büyük yenilgiyle birlikte, o güne kadar halının altına sürülmüş skandallar patlak vermeye başladı. En yakınında duranlar Akşener’e ve partiye altından kalkılması güç iddialarla yüklendiler.
Diğer taraftan da, müstakil siyaset anlayışı, parti içinde bir yarılma yarattı. Taban ve tavanda, mevcut siyasi koşullarda akılcı olmadığı gerekçesiyle, bu siyasete yüksek sesle karşı çıkıldı. İstifalar ve ihraçlar hız kazandı. “İYİ Parti’den bir şey çıkmaz” düşüncesi güç kazandı; parti hem sayı hem de algı olarak bir ciddi bir güç kaybına uğradı ve operasyona açık hale geldi.
“Savaşılacak aday”
Gerek seçim öncesi ve gerek seçim sonrası yaşananlar Akşener’in üç önemli zaafını orta yere serdi:
İlki, süreç yönetimindeki başarısızlığıdır. Akşener, Altı Masa’yı kendi kafasındakine göre tanzim edebileceğinin, istediği forma sokabileceğinin hayallerini kurdu. Ancak günün sonunda ne umduysa tersi oldu; Masa’nın ne adayını ne de siyasetini tayin edebildi. Bir noktadan sonra kopamadığı Masa’nın esiri haline geldi.
İkincisi, krizlerle başa çıkmadaki yetersizliğiydi. Parti içindeki muhalefetin istemlerine bir çözüm bulmadı ve kopuşları durduramadı. Nihayetinde partisi belini doğrultamayacak ölçüde aşırı kan kaybına uğradı. Diğer muhalefet partileri ile de sağlıklı bir ilişki geliştiremedi.
Uçlara savrulan bir tarzı var Akşener’in; misal dün cumhurbaşkanlığına layık gördüğü İmamoğlu ve Yavaş’ı bugün “korkak” olarak damgalıyor, dün “kazanacak aday” diye nitelediği İmamoğlu’nu bugün “savaşılacak aday” olarak kodluyor. Siyaset, kısa vadede bu kadar gelgiti kaldırmaz; böylesine keskin dönüşler yapan bir aktörle sağlıklı bir ilişki de geliştirilemez. Nitekim Akşener, hâlihazırda diğer muhalefet partileriyle bütün köprüleri atmış bir pozisyonda duruyor, diğer muhalefet partileri de onun için pek hayırhah düşünceler taşımıyor.
Üçüncüsü, siyasi iddiasına uygun bir söylem geliştirmemesiydi. Merkez sağ olma iddiasıyla sahneye çıktı Akşener ama neticede gelip son derece dışlayıcı ve dar bir ulusalcılığa demir attı. Son dönemlerde gündemi meşgul eden Şeyh Sait tartışmasındaki dışlayıcı ve ezber konumlanma ve Meclis’te Süryani milletvekilinin anadilinde Noel kutlamasına gösterilen aşırı reaksiyon, İYİ Parti’de iddia ile gerçek arasındaki makasın ne kadar açık olduğunun göstergesi! Kürtlerle temas dahi kuramayan ve en küçük bir farklılık karşısında bile galeyana gelen bir kimliğin merkeze yerleşmesi bahis konusu olamaz.
Bitiş çizgisine adım adım
Akşener, partisinin seçimlere her ilde kendi başına gireceğini bir kez daha vurguladı ve bu kararın bütün sorumluluğunu da üzerine aldı. Bir nevi siyasi hayatını ortaya koydu. Olan biten bunca hadisenin ardından İYİ Parti’nin artık dikiş tutmasının, silkinip toparlanmasının ve ayağa kalkabilmesinin çok zor olduğu kanısındayım. Muhtemelen İYİ Parti baş aşağı gidecek, düşüş hızı giderek artacak ve yerel seçimlerde yıkıcı bir mağlubiyeti tadacak.
Böyle bir mağlubiyet ise Akşener’in siyasete devam etmesini imkânsız kılar. Nasıl ki 28 Mayıs’tan sonra Kılıçdaroğlu’nun siyasette ve partisinin başında kalma şansı yok idiyse, 31 Mart’ta tevil edilemeyecek kadar ağır bir yenilgi tattığı takdirde Akşener’in de siyasi kariyerini sürdürme şansı olmayacak.
Velhasıl bitiş çizgisine adım adım ilerliyor Akşener; 1 Nisan, onun siyasi raf ömrünün dolduğu gün olarak tarihe geçebilir.