Dünya ekonomik sisteminin doğasının global bir izlekten analizi tarih boyunca soykırımların nasıl ve neden vuku bulduğunu açıklamak adına analitik bir araç haline gelmiştir. Bu anlamda, Moses’ın dinamik analizi kolonyal sürecin ‘objektif’ boyutunu soykırımsal politikalarla ve bunların uygulanmasıyla rabıtalandırır.
Bilindiği üzere, soykırım kavramının sınırlayıcı karakterinden dolayı, Birleşmiş Milletler’in soykırımın tanımını kolonyal örneklerde görülen kitlesel ölümlere uygulamak zordur zira yerli halkların yok edilmesinin genellikle önceden planlanmış bir imha niyetinin doğrudan sonucu olmadığı sıklıkla vurgulanır.
Dolayısıyla, bütün kolonyal siyasalar içkin olarak soykırımsal eylemler içermez. Yine de, Avustralya’nın otokton, yerli halkı olan Aborjinlere ilişkin örnekte Moses, Avrupalıların bu yerli halkın yaşadığı ülkeyi işgal etme ve pastoral bir ekonomik sistem yerleştirme konusundaki kararlığının söz konusu yerli halkın yıkımı ile sonuçlanmasının kaçınılmaz olduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştur.
İlaveten, göçebe bir yaşam formuna sahip Aborjin toplumunun ortadan kaldırılması İngiliz kolonicilerinin mutlak hedefiydi; “bunlar Aborjinlerin ‘medenileştirilmesiyle’ tam olarak bu halkın imhasını ima ediyorlardı.”
Bu minvalde, Avusturalya’nın kolonileşmesi sürecinde soykırımsal momentin kökenlerini belirlerken yapısal parametreler ile aktörlerin tercihlerini ve kararlarını birlikte ele almak gerekir. Moses bu önemli boyutu şu şekilde ifade eder: “Tarihsel aktörleri süreçlerden izole ederek yapılan statik tartışmaların ötesine geçmek daha nüanslı ve dinamik bir soykırım tanımı geliştirmek adına elzemdir. Kolonyal karar vericileri bilinçli aktörler olarak değerlendirip bu aktörlerin eylemlerinin eklemlendiği yapı ve bağlamları göz önünde bulundurmak önemlidir.”
Bu noktada, İngilizlerin Aborjinlere yönelik kolonileştirme girişimleri soykırımsal momentlerin belirleyiciliğine ilişkin bize önemli veriler sunar. Moses, Britanya Koloni Ofisi’nin 1787’de askerlerini ve salıverilen mahkumları adaya gönderdiği dönemde soykırımsal bir niyetinin olmadığını belirtir. Ancak, “naif Aydınlanmacı asimilasyon umudunun ve pastoral ekonominin hızlıca yaygınlaşmasının kaçınılmaz olarak Aborjinlerin kitlesel imhasıyla” sonuçlandığının altını çizer.
Aborjinlerin bu süreçlere karşı göstermiş olduğu direnç bu imhayı hızlandırmıştır. Bu nedenle soykırım araştırmacılarının Avustralya yerlilerinin kolonizasyonunu basitçe soykırımsal veya tam tersi hoşgörülü ve ilerici bir süreç olarak değerlendirmekten imtina etmesi gerekir. Bunun yerine, bu sürecin soykırımsal bir potansiyel ihtiva ettiğini ve belirli koşullar altında kuvveden fiile çıktığını dikkate alan dinamik bir kavrayış akılda tutulmalıdır. Esasında kolonyal aktörler Aborjinlerin imhası kararını tedrici bir dizi siyasanın sonucunda almıştır.
Uygulanan ilk siyasa yerli halkın asimilasyonuydu ve buradaki amaç onların medenileştirilmesiydi: İngilizler naif bir biçimde Aydınlanmacı antropolojinin vaaz ettiği insanoğlunun gelişiminin farklı seviyelerinde yer alsa da bütün insanlığın ortak bir doğaya haiz olduğu fikrine iman etmiştir. Avrupalılar Aborjinleri burada en düşük seviyeye yerleştirmiş ve onları “doğa durumunda yaşayan vahşiler” olarak tasvir etmişlerdir.
Bu fikriyata göre “Aborjinler insanlığın çocuklarıdır ve Avrupalıların ve Hıristiyanların rehberliğinde, eninde sonunda ‘medenileşeceklerdir.’” İngiliz Vali Gawler’ın 1835’te Adelaide’deki Aborjinlere şu hitabı çok şey anlatır: “Siyah adamlar. Biz sizi mutlu etmek istiyoruz. Ancak Tanrı’yı sevmezseniz mutlu olamazsınız… Beyaz adamı sevin… İngilizce konuşmayı öğrenin. Eğer herhangi bir beyaz adam sizi yaralarsa onu Allah’a havale edin. O adaleti yerine getirecektir.