Milattan önce 5. yüzyılda Atinalılar, bir şehir yöneticisinin veya askerin ileride kendilerine baskı uygulayacak bir tirana dönüşeceğini hissettikleri zaman “ostrakismos” adında özel bir oylama düzenlenmesi talep ediyordu. Antik Yunan uygarlığının demokrasiyi kendini korumaya muktedir hale getirmek için icat ettiği bu “Ostrakismos” oylaması bir nevi bir seçim yasağı, parti kapatma tedbiriydi. Oy hakkı olan Atinalılar, tirana dönüştüğünü ve demokrasiyi yok edeceğini hissettikleri kişilerin isimleri bir katip eşliğinde gizli bir şekilde bir çömleğe kazıyor ve meydanın bir köşesine bırakıyordu. En az 6 bin Atinalı tarafından ismi kazılan kişi, bu çanak çömlek oylaması neticesinde 10 yıl boyunca şehirden sürgün ediliyordu. 10 gün içinde şehri terk etmemenin yaptırımı idamdı. Fakat hiçbir şekilde malvarlığına veya unvanlara dokunulmuyor, 10 yıl boyunca Atina’dan uzak kalan kişi aklını başını toplayıp şehre geri dönebiliyordu.
Atinalıların çanak çömlekle demokrasilerini korumaya çalıştıkları bu seçimlerin üzerinden 2500 yıl geçti. Demokrasi ciddi anlamda şekil değiştirdi. Artık seçimlerde çanak çömlek değil, kağıt kullanılıyor. Seçimlerde sadece mülk sahibi erkekler değil, bütün vatandaşlar oy kullanıyor. Otoriterleşme eğilimleri gösteren siyasetçiler doğrudan demokrasi yöntemleriyle 10 senelik bir sürgüne yollanmıyor, belirli aralıklarla düzenlenen seçimlerle halkın karşısına çıkıyor, bazı ekstrem durumlarda 2. Dünya Savaşı’ndan sonra öngörülen siyasi yasak ve parti kapatma tedbirleriyle durdurulmaya çalışılıyor; Anayasa Mahkemeleri dünyanın dört bir yanında siyasi iktidarın ve yasama organlarının gücünü dengeliyor, kararlarını, kanunları denetliyor (En azından hala Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulandığı ülkelerde)
Antik Yunan’dan günümüze demokrasiye dair birçok şey değişti. Fakat “agoradaki” fil hala ortada duruyor: Demokrasinin kaçınılmaz dilemması ya da “Demokratik araçları ve hak ve özgürlükleri kullanarak demokrasiyi yok etmek isteyen antidemokratik güçler nasıl durdurulur?” . Weimar Cumhuriyeti’nin siyasi iktidarın gücü karşısında yeterli denge ve denetleme mekanizmalarını öngörmeyen serbestliğinden faydalanarak iktidarını pekiştiren Nazi tecrübesiyle akıllarımıza kazınan bu dilemma, Antik Yunan’dan beri kafaları kurcalamaya devam ediyor.
Sanırım 2024, dün “agoradaki”, bugün “odadaki” bu filin, demokrasi dilemmasının, en çok konuşulduğu senelerden biri olacak.
Zira 2024’te dünya nüfusunun yarısı, yani yaklaşık 4 milyar insan 76 farklı ülkede yerel veya genel seçimlerde oy kullanacak, Ukrayna’dan Filistin’e dünyanın kaos içerisinde savrulduğu bir dönemde sandık başına gidecek.
Bu nedenle 2024’te seçimlerin, adayların ana gündem olacağı tek ülke 31 Mart 2024 yerel seçimleri vesilesiyle Türkiye değil. ABD’den Hindistan’a, Meksika’dan Rusya’ya, Güney Afrika’dan Avrupa Birliği’ne birçok ülkede gündem yaklaşan seçimler, bütün gözler ise açıklanan sandık sonuçlarında olacak.
Yılın düellosu: Biden ve Trump yeniden karşı karşıya
Açık ara 2024’ün en önemli yarışı ABD’de yaşanacak. 81 yaşındaki ABD Başkanı Joe Biden, 2020 seçimlerinde yenilgiye uğrattığı ABD eski Başkanı Donald Trump ile tekrar karşı karşıya gelecek. Henüz Cumhuriyetçi başkan adaylığı önseçimleri başlamadı. İlk önseçim 15 Ocak’ta Iowa’da düzenlenecek ve ardından 50 eyalette Cumhuriyetçi seçmen başkan adaylarını belirlemek için sandık başına gidecek. Fakat Trump kendisine açılan her davada, soruşturmada ve verilen her siyasi yasak kararında kendi seçmeni nezdinde desteğini arttırdı. Bu nedenle başka bir ismin Trump’ı önseçimde yenmesi ve Cumhuriyetçi başkan adaylığını kazanması pek olası değil.
Genel seçim anketlerine göre ise Joe Biden, Trump’ın oldukça gerisinde. Demokratlar ve Trump karşıtı elitlerin Trump’ı durdurmak için iki umudu var: Hukuk veya Michelle Obama. 2024’ün en tartışmalı gündemlerinden biri Trump aleyhine verilen siyasi yasak ve ceza davaları sonucu mahkumiyet kararları olacak. Colorado Yüksek Mahkemesi yargıçları ve Maine eyaletinin Demokrat Partili sekreteri, 1860’lardaki İç Savaş’tan sonra köleliğin kaldırılmasına karşı çıkıp isyan bayrağı açan Güneyli siyasetçiler ve generallere konulan anayasal siyasi yasak hükmünü bir nevi eğip bükerek Trump için uygulama kararı aldı. Bu siyasi yasak kararı büyük ihtimalle 6’ya 3 çoğunluğunun Cumhuriyetçiler tarafından atanan muhafazakar yargıçlardan oluştuğu Yüksek Mahkeme’den geri dönecek. Fakat Demokratların siyasi yasak kararlarını desteklemesi, Trump’a için iyi bir siyasi mağduriyet ve argüman sağladı bile. Trump seçmenine “bizi sandıkta yenemeyecekler, mahkeme kararlarıyla engelleyecekler” mesajını ve özgüvenini veriyor.
Biden ve ekibi ise oldukça tedirgin. Önemli sayıda siyasal iletişim danışmanı ve seçim analisti, Biden’in yeniden aday olmaması gerektiğini belirtiyor. Fakat Demokrat Parti’de Biden dışında solcuları, gençleri, siyahları ve merkez seçmeni birleştirebilecek merkez sol bir aday yok. Biden’in aday olmaması durumunda bu geniş koalisyonu kurabilecek tek isim eski First Lady Michelle Obama. Fakat Michelle Obama’nın aday olması da Biden’in seçimlere aylar kala adaylıktan çekilmesi da çok düşük bir olasılık. Biden ve ekibi anketlerdeki tehlikenin farkında. Bu nedenle yine de 2024 baharını ve yaz aylarını takip etmekte fayda var. Demokrat adaylık kurultayının gerçekleşeceği 2024 yazına kadar Biden’in adaylıktan çekilmesi düşük de olsa reel bir olasılık. Çünkü Biden ve ekibi de riskin farkında, hatta Biden’in boşlukla konuşmaması, yanlış doğrultuda yürümemesi, düşmemesi, ileri yaşına ilişkin endişelerin artmaması için özel bir iletişim ekibinin kurulduğu bile kulislerde yazılıyor.
Trump’ın 2024 Kasım ayında yeniden ABD Başkanı seçilmesi durumunda ise 2025’in ana gündem maddesi çoktan belli. Trump binlerce kişiyi toplu bir şekilde işten atacak (hatta şimdiden geniş ihraç listelerini hazırlıyor bile), FBI, CIA gibi kurumları yeniden yapılandıracak, Çin ve İran’a karşı sert bir konum alacak, Ukrayna’ya askeri yardımları kesecek.
Kasım ayı bu nedenle 2024’ün ne “sıcak” ayı. Dünyanın gözü ABD’de olacak.
“Uzak diyarlardan” tartışmalar: Pakistan ve Hindistan seçimleri
1,5 milyarlık nüfusuyla dünyanın en büyük demokrasisi olan Hindistan da 2024’te sandık başında.
Hindistan’ın kurucu partisi sol-seküler Kongre Partisi, 2014’te seçimleri ağır bir şekilde muhafazakar-milliyetçi Modi’nin BJP Partisi’ne karşı kaybetmişti. Gandhi (Mhatma Gandhi’nin soyu değil, aile dostları) ailesi tarafından yönetilen Kongre Partisi’nin genç veliahtı Rahul Gandhi, partisinin halktan kopuk imajını düzeltmek ve 2024 seçimlerinde geniş bir ittifak kurmak için ülkenin güneyinden kuzeyine yürüme kararı aldı. Azınlıklar, muhafazakar iktidar altında ezilen Müslümanlar, tarım işçileriyle birlikte yürüyen ve partisinin imajını düzeltmek isteyen Rahul Gandhi, Modi’ye hakaret ettiği gerekçesiyle hapis cezası aldı, dokunulmazlığı kaldırılıp milletvekilliği düşürüldü. 136 gün yürüdükten sonraysa parçalanmış muhalefeti INDIA (Hindistan) ittifakı altında birleştirdi ve parlamento seçimlerine ortak liste ile girme kararı aldı. Modi ise bunun karşısında sağ ve muhafazakar bir ittifak kurdu. İki ittifak da kozlarını Nisan 2024’te paylaşacak.
Hindistan’ın muhalif lideri Rahul Gandhi, 136 gün süren yürüyüşte
Fakat Hindutva ideolojisini, yani Hindu dindarlığını ve milliyetçiliğini popülist söylemle birleştiren, ekonomik gelişimi sağladığını belirten ve Müslüman azınlık ve Pakistan tehdidi üzerinden “bizlere karşı onlar” söylemi yaratan Modi liderliğindeki BJP’nin seçimleri kazanacağı neredeyse kesin.
Hindistan’ın ezeli rakibi Pakistan’da ise durumlar karışık. Anayasa Mahkememizin kararını uygulamayan Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin de dikkatini çektiği üzere, Pakistan’da Anayasa Mahkemesi kararının da etkisiyle gerçekleşen siyasi kriz sonucu Imran Khan görevden alınmış, güven oylamasını kaybetmişti. Imran Khan görevi bıraktıktan sonra yolsuzluk suçlamasıyla yargılandı ve kayıt dışı hediye kabul ettiği gerekçesiyle hüküm giydi. Imran Khan’a göre ABD hükümeti desteğiyle önce koltuğunu kaybetti, ardından siyasi davalarda yargılanarak hüküm giydi. Imran Khan hala anketlere göre Pakistan’da en çok destekçiye sahip siyasetçilerden biri. Fakat aldığı ceza nedeniyle seçimlere girmesi yasak, başbakan seçilemeyecek. Pakistan bu tür siyasi yasak kararlarının verildiği, siyasetçileri engellemeye yönelik ordu baskısının sık sık yaşandığı bir ülke. Bu nedenle 8 Şubat 2024’te Imran Khan’a verilen siyasi yasak ve bu engellemelere rağmen hala halk arasında en popüler siyasetçilerden biri olması seçimin temel dinamiği olacak.
Siyasi yasaklar Imran Khan’a engel olacak mı? Birleşen Hindistan muhalefeti Modi’yi yenebilecek mi?
Göreceğiz.
Netflix dizisi değil: Meksika seçimleri
Meksika’nın halk tarafından sevilen popülist solcu lideri Andres Manuel Lopez Obrador (AMLO), Anayasa’daki tekrar seçilme yasağı nedeniyle 2024’te bir kez aday olamayacak. Fakat solcu MORENA partisinin oldukça popüler genç isimlerinden Sheinbaum, Obrador’un favorisi olarak başkan adaylığını kazandı. Mexico City’nin popüler belediye başkanı Claudia Sheinbaum, MORENA’nın başkan adayı olarak yarışa katılıyor. Merkez sol ve sağ muhalefetin ortak adayı ise Xochitl Galvez oldu. 2024 sonuç ne olursa olsun Meksika için ilklere vesile olacak. Zira iki başkan adayı da kadın ve 2024 seçimleri neticesinde Meksika tarihindeki ilk kadın başkanın seçimleri kazanacağı net. MORENA’nın adayı Claudia Sheinbuam aynı zamanda Yahudi, muhalefetin adayı Galvez ise Meksika yerlisi. Bu nedenle Sheinbaum seçilirse ilk kadın Yahudi başkan, Galvez ise ilk kadın yerli başkan olarak da tarihe geçecek.
Sheinbaum genç bir solcu isimken, Galvez muhalefeti MORENA’nın popülist sol politikalarına ve hukuksuzluklarına tepki göstererek birleştiren merkez sağ liberal bir siyasetçi. İki karizmatik adayın yarışının detaylarına şimdilik girmeye gerek yok, zira bu ilginç yarış Serbestiyet’te bir haftasonu yazımın konusu olacak gibi duruyor.
Kendileri için küçük, dünya için büyük bir seçim: Tayvan
24 milyonluk küçük bir ada ülkesi olan Tayvan, bir hafta sonra yeni başkanını seçmek için sandık başında. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 2023’ü Tayvan’la yeniden birleşme sinyalleri vererek uğurladı. Tayvanlılar ise Tayvan’ın resmen bağımsız bir devlet olduğunun ilan edilmesini savunan DPP adayı Lai Ching-te’yi seçerek 2024’ü karşılayacak gibi duruyor. Çin’de komünistlerin iktidarı ele geçirmesi ve milliyetçilerin Tayvan adasına kaçarak bir sürgün hükümeti kurması sonucu kurulan Tayvan, çoğu ülke gibi Çin tarafından bağımsız bir ülke olarak kabul edilmiyor. Özellikle çip üretimi ve ticareti için en önemli merkez olan Tayvan, bu seçimlerde Çin ile ilişkilerinin gidişatına da karar verecek. DPP’nin adayı Lai Ching-te ve Tayvan’ın ABD temsilcisi olan başkan yardımcısı adayı Hsiao Bi-khim seçimleri kazanırsa Tayvan’ın bağımsızlığını ilan etmesi ve Çin’den bağımsız bir ülke olduğunun dünyaya deklare edilmesi olası. Bu da Çin’in adayı işgal etmesine neden olabilir. Fakat muhalefette bulunan Kuomintang Partisi, Çin ile iyi ilişkilerin kurulmasını savunuyor ve bağımsızlığa karşı çıkıyor, zira Tayvan’a ilk kaçan milliyetçilerin kurduğu ve ülkeyi 2000’e kadar yöneten bu partiye göre Tayvan’daki hükümet zaten Çin’deki “gerçek” hükümet. Kuomintang’a göre komünist iktidar Çin’de yasadışı bir şekilde hükümeti ele geçirdiği için Çin devletini temsil etme yetkisi hala Tayvan hükümetinde. Fakat artık Tayvan’daki hükümetin Çin’deki kontrolü ele alması imkansız. Bu nedenle muhalefet Çin ile ilişkilerin geliştirilmesi, işgalin ertelenmesi ve ABD’nin desteğiyle bağımsızlığın ilan edilmesine karşı çıkıyor.
Fakat Çin, Tayvan’da bağımsızlık ilan edilmese dahi Çin karşıtı bir partinin sadece seçimleri kazanması sebebiyle adayı işgal edebilir. Buna oldukça müsait bir küresel atmosfer var. Batı bloğu, Ukrayna’da Rusya’ya karşı ileri sürdüğü ne kadar uluslararası hukuk kuralı varsa İsrail uğruna hepsini ayaklar altına aldı, sivillerin öldürülmesini, bir ülkenin işgal edilmesini mağdurun kimliğine göre gerekli şartlarda uygun gördüğünü iki yüzlü bir tavırla tüm dünyaya gösterdi. Bu nedenle Çin, dengelerin değiştiği bir dönemde Tayvan’a saldırabilir, yıllardır konuşulan o işgal senaryosunu hayata geçirebilir. Batı’nın Ukrayna’ya olan desteğinin tartışmaya açıldığı, Batı ekonomilerinin askeri destek vermekte zorlandığı, Husi milislerinin bile Yemen’de Batı’nın askeri gücünü sınadığı bir dönemde Çin Tayvan’ı işgal etmek için fırsat kollayabilir.
Tayvan seçimlerini bağımsızlık ve Batı yanlısı Lai’nin kazanması yüksek olasılık, fakat sonrası oldukça muğlak. Seçimin etkileri ise bütün dünyayı, ekonomiyi etkileyecek boyutta. Bu nedenle Tayvan için belki küçük, fakat dünya için büyük bir seçim olacak.
Aşırı sol güçlenecek mi: Güney Afrika
62 milyon nüfusu ve gelişen ekonomisiyle Güney Afrika, sandık başına giden Afrika demokrasilerin başında geliyor. 2024’te Mandela’nın kurucusu olduğu ANC’nin lideri ve Güney Afrika Başkanı Cyril Ramaphosa ikinci ve son dönemi için yeniden aday. Güney Afrika her ne kadar bir “başkana” sahip olsa da parlamenter bir demokrasi. Halk sadece meclis seçimleri için oy kullanıyor, meclis ise içerisinden bir başkan seçiyor. Bu nedenle ANC’nin karşısında merkez sağ, yerel kabile ve beyaz azınlığın haklarını gündeme getiren partiler ittifak kurma kararı aldı. Bu partiler mecliste ANC’nin çoğunluğu kaybetmesi durumunda ortaklaşa hareket edecek ve bir koalisyon kuracak. Fakat ANC’nin meclis seçimlerini kaybetme olasılığı az. Mandela’dan bu yana parti her seçimde %60 civarında oy alıyor ve tek başına meclis çoğunluğunu elde ediyor. Fakat 2019 seçimlerinde parti “tarihi bir yenilgi” yaşayarak %57’e düştü. Zira siyah radikal solcuların kurduğu Ekonomik Özgürlük Savaşçıları (EFF) partisi %10 oy aldı. EFF, ANC’nin aksine Apartheid rejiminin yıkılmasının ardından öngörülen yumuşak geçiş sürecine karşı çıkıyor ve beyaz azınlığın elindeki mülklere el konulması, bu mülklerin ve toprakların siyahlar arasında dağıtılması gerektiğini savunuyor. ANC ise bu tür hamlelerin hukuksuzluk olacağını belirtiyor, Mandela’nın çizgisini izlemeye çalışıyor. EFF, ülkedeki ekonomik adaletsizliğin etkisi arttıkça oyunu yükseltiyor, ANC’yi yetersiz bulan genç ve yoksul siyahların desteğini alıyor. Bu nedenle EFF’nin 2024 seçimlerinde oyunu yükseltmesi hiç de şaşırtıcı olmayacak. Birleşen muhalefetin de etkisiyle Ramaphosa için zorlu bir seçim olabilir.
Önce Avrupa, sonra Birleşik Krallık
2024 aynı zamanda iki eski sevgilinin de kendini yenilediği bir sene olacak, ama eski yaralar sarılacak mı meçhul. Brexit ile Avrupa Birliği’nden çıkan Birleşik Krallık’ta hükümetler Muhafazakar Parti’nin iç problemleri nedeniyle sık sık değişse de 2019’dan beri seçim yapılmıyordu. Birleşik Krallık 2024 sonbaharında genel seçimlere gidecek ve büyük ihtimalle muhalefetteki İşçi Partisi meclis çoğunluğunu kazanacak, merkez sol Keir Starmer ise başbakan seçilecek. Rishi Sunak liderliğindeki Muhafazakar Parti, düşen oylarını toparlamak için daha da sağa kayarak göçmen yasaları, cinsiyet tartışmalarında radikal bir tutum benimsedi, AİHM’in yetki alanından çıkmak gibi çözümleri tartışmaya, çok daha sık bir şekilde kültür savaşlarının bir parçası olmaya başladı. Fakat anketlere göre şimdilik Muhafazakar Parti seçimleri kazanabilecek gibi gözükmüyor.
İngiltere’nin üyelikten çıktığı Avrupa Birliği ise Haziran 2024’te en büyük sınavını verecek. Birleşik Krallık’ın üyelikten çıktıktan sonra sahip olduğu sandalyeler kaldırıldı veya diğer ülkelere dağıtıldı. Neticede Haziran, 27 ülkede yaşayan Avrupa Birliği üyesi devletlerin vatandaşların 720 üyeli Avrupa Birliği Parlamentosu için sandık başına gidecek. Geleneksel olarak seçimler sosyal demokrat S&D ittifakı ve merkez sağ EPP ittifakı arasında geçmesine rağmen bu sene özellikle Hollanda, İtalya’daki seçim neticeleri ışığında AB seçimlerinde aşırı sağın yükselmesi, daha fazla sandalye elde etmesi ciddi bir olasılık olarak karşımıza çıkıyor.
AB Parlamentosu’nda aşırı sağ ittifak ciddi bir sandalye sayısı elde ederse AB siyasetini bugünden daha da öngörülemez günler bekliyor.
Sonucu belli seçimler: Rusya, İran, Venezuela, Belarus
Her seçimin sonucu öngörülemez değil.
Nitekim 2024’ün belki de en “heyecanlı” seçimleri Rusya gerçekleşecek. 23 senedir Rusya’yı tek yumrukla yöneten Putin, 2020 anayasa değişiklikleri vesilesiyle yeniden aday olma hakkını elde etti. Gerçek muhalif figürlerin zehirlendiği, şüpheli ölümlere kurban gittiği veya Navalni gibi hapse atıldığı Rusya’da Putin’in %70 gibi bir oyla yeniden Rusya Devlet Başkanı seçileceği şimdiden kesin. Zaten Putin karşısında seçimlerde yarışabilen rakipler de “gerçek” muhalif değil. Komünist Partisi, Liberal Parti gibi sözde muhalif partiler Putin’in her hamlesini destekliyor, Putin rejimini eleştirmek yerine Putin’den daha fazla Putinci olarak tuhaf bir muhalefet tiyatrosu sergiliyor.
Rusya’nın küçük kardeşi Belarus da büyük ihtimalle 2024 sonuna doğru yeni başkanını seçmek için sandık başına gidiyor. 2020 yılındaki seçimlerde ülkeyi 30 senedir tek yumrukla yöneten Lukaşenko, rakiplerini seçimden hemen önce hapse atmış, hapse atılan siyasetçilerin eşlerinin aday olduğu seçimde muhalefet sandıkta hile yapıldığını ileri sürerek sokağa çıkmış, binlerce muhalif tutuklanmıştı. Lukaşenko 2024 senesini eski cumhurbaşkanları ve ailelerinin yargılanmasını (Belarus’da Lukaşenko dışında cumhurbaşkanı olan kimse yok) ve yurtdışında bir dönem yaşamış insanların aday olmasını (sürgündeki siyasetçiler) yasaklayan bir yasayı kabul ederek başladı. Rusya’da her ne kadar Putin’in zaferi sessizce karşılanacak olsa da Lukaşenko’nun yine hile yaparak kazandığı bir seçim halkı sokağa dökebilir, zira Lukaşenko Putin’in aksine toplum üzerinde kurduğu tahakkümü pekiştirme kabiliyetinden ve olanaklarından yoksun.
Belarus gibi heyecanlı bir diğer seçim ise İran Parlamentosu seçimleri. Aday adaylarının İslami rejim denetiminden geçtiği bu serbest olmayan seçimlerde geçen sene sokağa çıkarak kadın hakları ve liberalleşme taleplerini dile getiren İran halkı oy kullanacak. Özgürlükçü isimlerin yoğun bir şekilde reddedilmesi ve aday olmalarına izin verilmemesi İranlıları yine sokağa dökecek mi? Ya da rejim baskısını pekiştirecek mi? Mart ayında izleyeceğiz.
Venezuela’da ise işler karışık. Sosyalist devlet başkanı Maduro yeniden aday. Maduro da rol modellerini örnek alarak neredeyse bütün rakiplerini hapse attı, sürgüne yolladı veya aleyhlerine siyasi yasak kararı verilmesini sağladı.
Fakat çoğu önemli ismi sürgünde olan dağınık Venezuela muhalefeti Maria Corina Machado adında liberal bir kadın siyasetçiyi ortak aday olarak ilan etti. Machado hakkında her ne kadar bir siyasi yasak kararı olduğu belirtilse de muhalefetin adayına resmi bir mahkeme kararı tebliğ edilmedi. Bu nedenle Machado, mahkemeye resmen başvurarak olası bir siyasi yasak kararına itiraz ettiğini şimdiden belirtti. ABD, Ukrayna’nın işgali nedeniyle zorlandığı için Venezuela’ya yönelik bazı ambargolarını kaldırarak petrol ticaretinin önünü açmış, bu anlaşma karşısında da seçimlerin serbesti bir şekilde yapılması talebini arka kapı diplomasisiyle iletmişti. Venezuela bu şartı ne kadar sağlayacak, muhalefetin adayı seçimlere girebilecek mi, yoksa siyasi yasaklı mı olacak? Takdir Maduro’nun.
Her şeye rağmen kazanan demokrasi mi olacak?
Sandık başına giden ülkeler bunlarla sınırlı değil. Bangladeş’ten Endonezya’ya birçok kalabalık ülke başkanlarını, meclislerini seçmek için 2024 yılında oy kullanacak. Hatta işgal şartları elverirse Ukrayna dahi yeni başkanını seçmek için sandık başına gidebilir, belki Zelensky bu sefer Rusya ile barış masasına oturmak halkın desteğini almak amacıyla seçimlerin düzenlenmesini özellikle talep edebilir. Yine İsrail’de de Netanyahu hükümeti 7 Ekim sonrası yaşananların etkisiyle düşebilir, ülke yeni bir seçime gidebilir.
Oy zarflarını sandığa atan ellerin renkleri farklı, ama kıtalar, coğrafyalar değişse de tartışmalar benzer: Siyasi yasaklar, mahkeme kararlarıyla engellenen muhalefet liderleri, milliyetçi muhafazakar ideolojilerinin popülizmle harmanlanması, merkez siyasetin çöküşü, azınlıkların “öteki” siyasetine kurban gitmesi…
Klasik anlamda liberal anayasal bir demokrasinin, hukuk devletinin temel ilkelerini ayaklar altına alan siyasetçiler ve ideolojiler, son yıllarda olduğu gibi 2024’te de karşılığını arttıracak gibi duruyor. Fakat bu sefer bu durumun tek sorumlusu o “kötü adamlar” olmayacak.
Halkın yaşadığı gerçek sorunlara çözüm üretemeyen, gündelik yaşamı siyasete taşıyamayan, ikna kabiliyetinden yoksun “merkez” siyaset, güçlü ve makul bir alternatif üretemedikçe o “kötü adamlarla” birlikte bu çöküşü hızlandıracak.
Bunu somut bir şekilde anlamak için 2024’ün en önemli seçimi olan Amerikan başkanlık seçimlerine bakmak yeterli. Biden, ileri yaşına, düşük anket sonuçlarına dair endişeleri karşılamak için 2024 kampanyasını “demokrasi savunucuları ve demokrasi düşmanları” ikilemine çekmek, Trump karşıtlığını kullanarak seçimleri kazanmayı planlıyor. Fakat, seçimlere tam bir sene kala Joe Biden İsrail’e verdiği koşulsuz destek nedeniyle bu savunduğu bütün temel hukuk kurallarını ayaklar altına almış durumda. Birçok solcu ve Müslüman Amerikalı Biden’a oy vermeyi düşünmüyor, Filistin’i açık bir şekilde savunan sosyalist veya çevreci üçüncü adaylara yöneliyor.
Demokrasi için savaştığını söyleyenlerin gerçek anlamda “demokrat” olmadığı, gündelik yaşamın sorunlarını gündeme getirme kabiliyetinin merkez siyasetten radikal siyasete terk edildiği bir düzlemde ihalenin tabiri caizse sadece “Trump ve kötü arkadaşlarına” kalması artık mümkün değil.
Bu nedenle 2024 seçimlerinde onlarca aday, lider yarışacak, birilerin kullandığı oylar sayılacak, birilerinin ki sayım esnasında yakılacak, çöpe atılacak, birileri sokağa protesto için, birileri kutlama için çıkacak. Birileri kazanacak, birileri kaybedecek. Fakat açılan sandıklar, sayılan oylar, çıkan sonuçlar ne demokrasinin gerileyişini durduracak ne de dünyada yaşanan küresel sorunlara ciddi çözümlerin bulunmasını sağlayacak.
Odadaki fil hala ortada duruyor. Demokrasi karşıtları da destekçileri de demokrasinin sunduğu araçları kullanarak, eğip bükerek demokrasiyi içten içe yok ediyor. Seçimler giderek halkın iradesinin yansıdığı bir demokratik araç olma niteliğini kaybediyor. Ya otoriter bir rejimin meşruiyet dayatma aracına yada “karşı tarafın kazanmaması için sandığa gidilen bir nüfus sayımına” dönüşüyor. Evet, Ruslar, İranlılar, Venezuelalılar, Belaruslular, Çinliler liderlerini özgür iradeyle seçemiyor, fakat Amerikalılar anketlere göre ne Biden’i ne Trump’ı başkan adayı olarak görmek istemese de günün sonunda 2024’te yine bu isimlerin olduğu bir pusulayla karşı karşıya kalıyor.
Geriye dönüp bakınca en azından agorada toplanan Atinalıların tirana dönüşen siyasetçilerin isimlerini çanak çömleklere kazıyarak 10 seneliğine kafa tatiline yollama hakları vardı.
2000 yıl sonra kafa tatiline yollanan bu sefer demokrasi, hukuk devleti ve liberal değerler olacak gibi duruyor.
Peki 10 sene sonra bu değerler tekrar aramıza dönebilecek mi? Bence evet. Zira daha iyi bir alternatifimiz henüz yok.