Arkadaşım Ali Esad Göksel’den geldi üstteki fotoğraf…
1-Beton, demir ve heykel
Betonarmenin başlıca özelliği kendi başına ayakta durabilmenin yanı sıra, kalıpla verilen şekli de alabilmesi. Geleneksel malzemeler; taş, tuğla ahşap da taşıyıcıydı ama orijinal rijit şekilleriyle eklemlenerek dahil oluyorlardı yapıya. Sıva ve alçı da verilen şekli alıyor ama taşıyıcı olamıyordu. Demir destekli portland çimentosu esaslı malzeme betonarme; tarihte ilk kez bu iki özelliği biraraya getirerek heykel gibi şekillendirilmiş inşaatları mümkün kıldı.
Evet A.Perret ile M.Konuralp’in erdivenleriyle Le Corbusier’in Ronchamp şapeli veya konut bloğu bacası, M.Botta’nın kilisesi, T.Cansever’in kazı evi ve Z.Hadid’in terminalinde bir imkanın emaresi de; en tepedeki Türkiye modernleşmesi vernaküleri bir imkandan ziyade yoksunluğun işareti.
2-Derme-çatmalık mı, yoksunluk mu? Rialto ile Vecchio köprüleri ve Vasari koridoru
Sırf derme çatmalığında değil mesele.
Dünyanın herhalde en özenli kentlerinden Floransa’nın orta yerinde kentin iki yakasını üzerindeki iki yanlı dükkanlarla bağlayan Ponte Vecchio (eski köprü) de mesela başlıbaşına klasik bir yapı olan Venedik Rialto köprüsünün aksine zamanla meydana gelmiş derme-çatma dükkanlardan oluşuyor yüzyıllardır. Ama, yine de o dağınıklığı toplayan bir mimari omurgası var dükkanlarıyla köprünün. Vasari nehrin farklı yakalarındaki Medici kolleksiyonunu barındıran Pitti ve Uffizi saraylarının sergileme kapasitesini artırmak üzere ikisini yukarıdan bağlayan ve “Vasari koridoru” diye anılan uzun bir üstgeçit yapmış. Köprünün üzerinden geçen koridor, ayaklarıyla köprünün de omurgası olmuş. Öte yandan çarşı olmanın da emtia zenginliği ve hareketliliğinden olsa gerek, kimseye yoksunluk ve noksanlık olarak gözükmüyor bu köprü.
3-Adeta sınıfsız millet! İmtiyazsız modernleşme?
Demek ki sorun başka yerde. İlk fotoğraftaki şekil şemal, rötuş, el/zihin emeği, beklenti bu manzaralara en alışık olması beklenecek bize bile bir yaşantı kültürünün parçası, bir ihtiyacın karşılığı, devredilecek bir birikim gibi gözükmüyor. O fotoğrafta da yapılı çevremizin en kolay gözden çıkarılıp itibarsızlaştırılan çevresi gecekondu dışında, insani bir yaşam çevresi belirtisi yok ki, modernleşmemizin ondan ve yap sattan başka sosyal ilişkilere sinmiş ciddi bir inşai birikim işareti de yok galiba.
Fenerbahçe, Bağdat caddesi başlangıcıdır ve sahili, parkı, marinası ve yelken kulübüyle Asya yakasının en mutena semtidir. Bu özelliği apartmanlaştıktan sonra da sürdü ve 60-70’lerin en pahalı apartmanları buraya yapıldı. Sonra Bağdat’ın geneliyle birlikte deprem ertesinin riskli bölgesinde kalınca o apartmanlar teker teker yıkılarak yeniden yapılıyor. Hali-vakti yerinde bir üst-orta tabaka semtinin 30-40 yıl içinde derme-çatmalıktan böyle bir riskin muhattabı haline gelmesi başlıbaşına bir tuhaflık. Daha evdeki eşyalar, hatta giysilerin bir kısmı eskimeden eskiyip alelacele yıkılacak binalara, yakın zaman önce telaffuzu bile hayret ettiren miktarlar ödenmiş olması akıl alacak şey değil, ama her şey gibi buna da alışılıp, yaşanıp geçiyor.