Peygamberimiz yaşadığımız gibi öleceğimizi ve öyle de haşredileceğimizi söylüyor. Her fırsatta namaz kılan amcamın bayram arifesinde yatsı namazı kılarken vefatı nasıl yaşarsak öyle öleceğimizin canlı bir işareti oldu ailenin gençleri için. Cenazede karşılaştığımız insanlar ise namaz eyleminin dünyaya açılan tezahürleri gibiydi. Eğitimine yardımcı olduğu kişiler, evliliklerinin bekası için kol kanat gerdiği, iyilikle hakemlik yaptığı insanlar, Türkiye’nin her yerine dağılmış, dünyaya dalıp gitmiş olmalarından kendini de sorumlu hissederek, kapı kapı dolaşıp tatlı dille tebliğ yaptığı akrabalar, hatta gençlikte evlenip ayrıldığı eşinin ikinci eşinden olan çocuklar. Cemaatin iyi biliriz şahitliğinin kalpten kopup gelmesini kim istemez ki. ezarlığa vardığımızda başta babam nice yakınlarımız dizi dizi yatıyordu. Yol ve adres tabelaları, sokaklar, çeşmeler vardı. Ağaçlar, koşuşturan çocuklar, küçücük mezar evler… Meydan ve dönemeçlerden bir şehir kurulmuştu adeta. Nice sevdiklerimiz servilerin altında gölgelenmekteydi.
* * *
Üçüncü bayram günü ise yakın arkadaşlarımın yakını olan genç bir adamın Fatih Camii’ndeki cenaze namazındaydım. Avlu yine hüzün doluydu. Genç bir kadının, bir annenin, kardeşlerin ve hazirunun içi ateş gibi yanıyordu. Yine hakiki bir şahitlik vardı bayram günü koşup gelenlerde. Evden ana yola ve sonra bir vasıtaya ulaşmak için kestirme olsun diye içinden koşar adım geçtiğim mahalle mezarlığında duralamıştım bir an. Gencin de genci varmış. Küçücük bir bebek mezarıydı yoluma çıkan. Başucunda “cankuşumuz” yazıyor, ayak ucundaki su kabına sakalar doluşmuş, kedi yavrusu bir avuç toprağına çıkmış yatıyor güneşin altında. Büyüklerimiz Allah sıralı ölüm versin diye dua eder ama yaşa ve yaşanmışlığa bakmaz ölüm.