Selahattin Demirtaş’ın, T24’ten Murat Sabuncu’ya verdiği röportajda sarfettiği bir cümlenin serencamı, PKK’nın etki alanının dışında, ondan tamamen bağımsız bir siyasi partiye çıkıyor.
O cümle şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kürtlerin demokratik siyasette mücadele etmelerini ve bu yolla güçlenmelerini, dağa çıkıp silah almalarından daha tehlikeli görüyor.”
Türkiye’nin 40 yıllık şiddet tarihi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin meseleyi gerçekten de böyle gördüğünü defalarca gösterdi. Demirtaş, bu tespitinde de, onu izleyen öteki tespitlerinde de haklı:
“Devlet, savaşı ve şiddeti her zaman siyasete tercih etti, bugün de bu anlayış değişmiş değil. Çünkü savaşarak Kürtleri yok edebileceğine inanıyor ama siyaseten baş etmenin mümkün olmadığını düşünüyor. Bu nedenle Kürt siyasetçilerini her zaman büyük tehdit olarak algılayıp sert şekilde üstüne gitti. Devlete kalsa hepimizin dağa çıkıp silah almamızı, bizimle savaşıp bizi öldürmeyi tercih eder. Oysa biz silahla çözüm olmayacağını düşündüğümüz için barışçıl demokratik siyaseti tercih ettik. Gelin görün ki devlet açısından Kürt’ün siyasetçisi de dağa çıkanı da hatta kedisi, tavuğu bile teröristtir, hepsi aynıdır ve bir şekilde yok edilmelidir. İşte bu zihniyet değişmedikçe Kürtlerin hakları konusu da bir türlü çözüm yoluna girmiyor.”
Başta, bu cümlelerin serencamının PKK’nın etki alanının dışında, ondan tamamen bağımsız bir siyasi partiye çıkacağını söyledim. Öyle ya, Kürtlerin haklı taleplerinin hayata geçirilmesinin yolu silahlı mücadeleden değil ‘demokratik siyaset’ten geçiyorsa, şimdiye kadarki Kürt partilerinin demokratik meşruiyetlerini zedeleyen PKK’nın etki alanı içinde olma görünümünden kurtulmak, başta gelen bir zaruret haline gelir.
Devletin ‘silahlı’yı siyasiye tercih tarihinin son beş yılı
Selahattin Demirtaş’ın tespitlerini, sırf 2019 yerel, 2023 genel ve 2024 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın yürüttüğü propagandaya ve baş vurduğu siyasi taktiklere bakarak bile doğrulayabiliriz. Bu yazıda bu üç örnekten sadece birini; Mart 2019 (İstanbul’da tekraren, Haziran 2019) yerel seçimlerinde yaşananları ve altı ay sonraki (Eylül 2019) Demirtaş’ın tahliye kararının ardından girişilen yargı oyunlarını hatırlatmakla yetineceğim…
Mart 2019 yerel seçimlerinin İstanbul’daki tekrarı öncesinde, Öcalan’ın HDP’ye ve Kürtlere “seçimde tarafsız kalın” mesajını içeren mektubu iktidar aracılığıyla dışarıya sızdırıldı (beraberinde Osman Öcalan TRT’ye çıkarıldı). Ne var ki HDP, Öcalan’ın mesajına rağmen tutumunu değiştirmeyince, Devlet Bahçeli “Öcalan’ın mesajını nasıl dikkate almazsınız” diye HDP’yi azarladı: “İmralı’da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çeken teröristbaşı, anlaşılan odur ki HDP’nin istismarına müdahale etmek, hatta önüne geçmek maksadıyla tarafsızlık çağrısı yapmıştır. Teröristbaşının mektubu HDP’nin vahim sapmasına, zillet ittifakına verdiği rezil desteğine itirazın, tepkinin ve bundan duyduğu rahatsızlığın eseri ve sonucudur.”
Cumhur İttifakı, bütün bunlara rağmen seçimi kaybetmesinin intikamını altı ay sonra, Demirtaş’ın tahliyesini engellemek için ağızları açıkta bırakan yargı oyunlarıyla aldı.
Demirtaş, 20 Eylül 2019’da Kobani olaylarıyla ilgili soruşturma dosyasından tutuklandı. Avukatları, cezaevinde kaldığı günlerin toplamının maksimum tutukluluk süresini aştığı gerekçesiyle mahsup talebinde bulundu, talep kabul edildi, Demirtaş’ın hükümlülüğü ortadan kalktı ve tahliye kararı verildi. Ne var ki Cezaevi kapıları açılmadan Demirtaş’ın üç yıldır tutuklu olduğu davada yeni bir soruşturma başlatıldı, savcılık mahkemeye başvurup o soruşturmadan (da) tutuklanmasını istedi ve mahkeme tutuklama kararı verdi. Osman Kavala’ya yapılanın aynısı Demirtaş’a da yapılmıştı.
Ortalıkta “Bu nasıl olur”, “Bu düşman hukukudur” itirazları yükselmişti ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan her zamanki açık sözlülüğüyle bunun hukukla ilgisi olmadığını açıklayıverdi:
“Bunları bırakamayız. Eğer biz bırakırsak ebedi alemde şehitlerimiz bize bunun hesabını sorar.”
Erdoğan’ın, “şehitlerin soracağı hesabı” hiç dikkate almaksızın, sırf dolaysız siyasi yarar uğruna 23 Haziran seçimlerinden önce siyasilere karşı silahlıları (Abdullah Öcalan’ı) devreye sokuşunu hatırlayalım… Bütün bunlar, Demirtaş’ın kendisine biçilen 42 yıl cezanın ardından söylediği sözlerin gerçeğe tekabül ettiğini gösteriyor. (Tabii, yukarıda işaret ettiğim üç seçimde seçim kazanmış siyasetçileri silahlı PKK’lılar üzerinden dövme taktiklerini de unutmamamız gerekiyor.)
Devletin demokratik siyaseti silahlı mücadeleden daha tehlikeli görmesinden doğal olarak çıkan sonuç
Peki, devletin demokratik siyaseti silahlı mücadeleden daha tehlikeli görmesinin doğal sonucu nedir? a) Silahlı mücadeleden vazgeçmektir, b) Kürt hakları için demokratik siyaset yoluyla mücadele edecek bir siyasi partinin kurulmasıdır.
İkinci çıkarıma “Kürtlerin partisi var zaten” diye itiraz edilecektir. Doğru, fakat PKK’nın etki alanının dışında, ondan tamamen bağımsız bir siyasi partiden söz etmiyorsak, edemiyorsak, bağımsız, demokratik siyasetten de söz edemiyoruz demektir. Bunun artık anlaşılmış olması gerekir.
Ne var ki, böyle bir siyasi hareketin-partinin önünde neredeyse aşılamaz gibi görünen çok sayıda engel var.
Birincisi: Rawest’in son araştırmasının da doğruladığı gibi böyle bir parti girişiminde bulunup onu başarıya götürme potansiyeline sahip yegâne siyasi şahsiyet Selahattin Demirtaş’tır. Ne var ki o cezaevindedir ve üstelik aktif siyaseti bıraktığını açıklamıştır.
İkincisi: PKK böyle bir oluşumun doğmaması, doğsa da yaşamaması için elinden geleni yapacaktır.
Üçüncüsü: Kürt halkının Demirtaş’a teveccühü ve sevgisi ortada olsa da, meselenin “PKK’ya rağmen” boyutunu da içermesi durumunda ne yapacağı, nasıl davranacağı belirsizdir. Çünkü ‘Kürt dairesi’ içindeki Kürtler PKK’nın şiddet siyasetine karşı olduğunu defalarca göstermiş olsa da, çok açık ki bu PKK’yı dışladıkları anlamına gelmiyor. Şiddet karşıtlığında buluşma, Kürtlerin yüzde kaçı için, PKK karşıtı bir siyasetle yol yürümede yeterli ve geçerli sebeptir? Bunları araştıran bir araştırma henüz yapılmadı, yapılması da Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi atmosfer koşullarında imkânsız.
Sonraki yazıda PKK’dan bağımsız bir siyasi hareketin önündeki bu engelleri ele alacağım.