Neden ülkelerinde kalıp savaşmamışlarmış da buraya sığınmışlarmış!
Bunu söyleyenler, hayatın, insanın ve savaşın doğası hakkında hiçbir şey bilmiyorlar demektir.
Çünkü:
Bir toplumun bütün unsurları savaşamaz; özellikle de toptan yok olma tehdidi varsa. Savaşabilecek durumda olanların savaşmamasının da objektif koşulları vardır. Her zaman kahramanlık veya cesaret meselesi değildir bu; canınızı vermeye hazır olsanız bile bazen bunu yapamazsınız.
Dünyanın bin bir türlü hali vardır, objektif koşullar bir yerde savaşmayı, diğer yerde çoluğu çocuğu alıp yollara düşmeyi zorunlu kılar. Aynı halk, somut bir tarihi ve siyasi bağlamda savaşırken, bir diğerinde göç veya hicret etmeyi tercih edebilir. Ve ikisinin de bir rasyonalitesi vardır.
Çok eskilere, ilkokul kitaplarında yazan “Orta Asya’da kuraklık oldu, o yüzden göç ettik” tezini reddeden tarihçilerin, “diğer kavimlerin basıncı” türünden tezlerine kadar gitmeye gerek yok. Bugünkü Türkiye nüfusunun önemli bir bölümü, Balkanlardan, Kafkaslardan ve başka pek çok yerden can havliyle gelen insanlardan, muhacir ve sürgünlerden oluşmaktadır.
Rusya’nın katliamlarından can havliyle kaçıp Anadolu’ya gelen insanlar veya onların çocukları, işgale karşı kahramanca savaşmışlardır. Suriyelilere “neden ülkenizde kalıp savaşmıyorsunuz?” demek, hem o Balkan ve Kafkas muhacirlerine hakarettir, hem de 15 Temmuz’da sokağa çıkan Suriyelilere.
Çağımızda savaşlar yüz yüze ve mertçe yapılmıyor; tersine, çoğu kez görmediğiniz bir düşman tepenizden ölüm yağdırıyor. “Tüfek icat oldu mertlik bozuldu” diyordu Köroğlu, bugün çok daha fazla geçerli bu.
Teknolojinin yardımıyla sadece düğmeye basarak bir şehri haritadan silmek mümkün. Çeçenlerden daha fazla kahramanca direnen toplum olmasın. Rusya’ya karşı kahramanca canlarını ortaya koydular onlar. Ama o kadar asimetrik, o kadar adaletsiz bir karşılaşmaydı ki yaşadıkları, belki adına savaş bile denemezdi, Rusya uçakları ağır bir bombardımanla ezdi onları. Böyle bir ortamda bir milletin topyekun yok olmasındansa nesli korumak, çocukların hayatta kalmasını sağlamak için göç etmek de seçenekler arasındaydı ve bazıları da bunu yaptı.
Suriye halkı savaştan değil, katliamdan kurtulmak için yollara düştü. Suriye halkı zaten savaşıyordu ve Suriye’de halkı direnme hakkını kullanması için teşvik edip Esad’ın yeni yılı göremeyeceğini vadeden Batılı devletler, aslında sadece diktatörün hava gücünü yok etselerdi, rahatlıkla kazanabilirdi. Ama başta ABD olmak üzere, Esad rejimini gayrimeşru ilan eden ve Suriye halkını destekliyor görünen büyük devletler bunu yapmadıklarında ne olacağını gayet iyi biliyorlardı. Sonuçta bunu tercih ettiler ve bu tablo ortaya çıktı.
Halep’in görüntülerini hatırlamıyor musunuz? O insanlar, katilleriyle savaşmayı bırakın, göremediler bile. Peki uçaklar ölüm yağdırırken aşağıda durup ölseler miydi? Bu kararı vermek kolay mı? Siz kendiniz için serden geçseniz bile, çocuklarınız için de bu kararı verir miydiniz? 15 Temmuz gecesi üç beş alçağın İstanbul ve Ankara üzerinde alçaktan uçurduğu o F 16’lara karşı çaresizliğimizi düşünün. Ve onların durumuna bir de bu gözle bakın.
“Üç milyona yakın Suriyeli sığınmacıdan bir milyonu erkekmiş ve bari onlar savaşsaymış!” Savaşacak yaşta olan erkekler, bilmedikleri bir ülkede, kadınları ve çocukları kime bırakıp gidecekler? Onlara kim bakacak, ailenin güvenliğini kim sağlayacak?
İnsan büyük konuşmamalı bu meselelerde. İnsafsızlık etmemeli; suçlamaktan, yargılamaktan ziyade anlamaya çalışmalı.