Avrupa Birliği her aday ülkeye olduğu gibi Türkiye’ye de “ev ödevleri” yani yapılması gerekenler konusunda liste verdi. Türkiye’de bize ev ödevi ne demek diye sesler çıktıysa da Adalet ve Kalkınma Partisi gerçekten 2002-2004 arasında göz kamaştıran reformlar yaptı. AKP’nin esas derdi ise Türkiye’de “beyaz Türkler” tarafından kabul görmeyen partinin meşruiyetini yurt dışından sağlamak idi. Başarılı da oldular. Hatta zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chrirac, “yanlış adamlar doğru işler yapıyor” demiş.
2004 yılında müzakereler başladı. Kısa sürede AKP’nin amacının üyelikten çok süreç olduğu anlaşıldı. Süreç yurt dışından doğrudan yatırımları getirecekti. O tarihlerde ekonomik başarının nedeni Kemal Derviş’in programını bozmadan devam ettirmeleri ve sıcak para bolluğu idi.
Müzakerelerin başında Avrupa Birliği istenen yasaların çıkarılması kadar uygulanmasının de önemli olduğunu açıkladı. (Bizim kolayca yasa çıkarıp uygulamadığımızı ve denetlemediğimizi anlamışlardı.)
Avrupa Birliği’nin tutumuna kızan Sayın Erdoğan “biz de Ankara kriterlerini uygularız” dedi. Ankara kriterlerinin ne olduğu anlaşıldı!
Kıbrıs sorununun AB’ye katılmamıza engel olmayacağı gibi yanlış bir değerlendirmeye kapılmıştık. Müzakereler başarılı tamamlandıktan sonra katılım protokolünün üye ülke parlamentoları tarafından onaylanması gerekir. Kıbrıs Rum kesimi parlamentosu mesele çözülmedikçe ve Türk askeri “işgal” kuvveti gibi görüldükçe Türk katılma protokolünü onaylamaz. Bunu bilmek için Harvard Üniversitesinde doktora yapmak gerekmez !
Ortaya daha sonra Annan Planı çıktı.24 Nisan 2004 tarihinde adanın iki kesiminde referanduma sunuldu. AB üyeliği onaylanmış Rum kesimi hayır demekte beis görmedi. Zira AB üyeliği onaylandığı için ortada onlar bakımından sıkıntı yoktu. Referandum daha erken, Rumların AB üyeliği kesinleşmeden yapılmalı idi. Bunda bizim hatamız kadar AB’nin hesapsızlığı da var. Zaten ilk Annan planının aksine bu planda Türkiye ile AB arasında bağlantı yoktu.
Biz ve KKTC açıkta kaldık. Bizim tezimiz de zamanla değişti. Kıbrıs’ta İki devlet formülü ortaya atıldı. Kabul görse ve KKTC AB ye üye olsa bile Türkiye açıkta kalıyor.
Sırf bu nedenlerle bile analiz yeteneğimiz yok diyorum.
Biz büyüklük taslarken Orta Doğu’daki bazı eski Osmanlı vilayetleri petrol zengini oldular. Biz onlardan para dilenir hale geldik.
Balkanlar’daki eski Osmanlı vilayetlerinin bir kısmı AB üyesi oldular ve tamamı olacak.
Müslüman Bosna da üye olunca Avrupa Birliği, iddia ettiğimiz gibi Hristiyan Kulübü olmaktan çıkacak. Bosnalılar Avrupalı Müslüman. Biz Ortadoğu Müslümanı oluyoruz.
Evet “Büyük Devletiz” diye diye küçüldük. Avrupa’da AB üyesi olmak istemeyen Norveç ve İsviçre dışında biz üye olamadık. Biz olmadan Avrupa Birliği etkin olamaz demekten de yorulmadık.
Aslında biz hala Kürt sorununun halli için Bahçeli’nin eline bakıyoruz ! Hani Kürt meselesi yoktu da Batılılar uydurmuştu. Bahçeli’nin söylediklerini bir Batılı söylese Sevr hezeyanı tavana vurur. Unutmayalım ABD ve AB 1990’lı yıllarda Kürt sorununu hal edin dedikçe bizi bölmek istiyorlar diyorduk. Öcalan’ı bize teslim ederken asmayın şartı koyan ABD idi. Bana Öcalan’ın tesliminden bir gün öncesi bilgi veren ABD Sefiri Sam Brown, “asmak yok” diye tekrarlamıştı.
Kürt vatandaşların oylarının önemi ortaya çıkınca Kürt meselesi aniden var olmuş! Aslında Kürt sorunu olduğunu bilen zamanın Başbakanı Çiller’e meseleyi Meclis’te tartışmak gerek diye önerdiğimde herhalde siyasal nedenlerle göze alamadı.
TUSAŞ’a yapılan hain saldırıda gerekli güvenlik önlemlerinin alınmamasını henüz Batı’ya yüklemedik !
Öcalan Meclis’e gelsin çağrısı yapılıyor ama seçilmiş Can Atalay içeride tutuluyor!
Şu anda Türkiye akıl tutulması halinde.
Topluma ve siyasete bulaşmış Batı düşmanlığı (batıyı eleştirmek farklıdır ve yeri geldikçe eleştirilmelidir) ve akıl tutulması ile Türkiye’yi AB’ye taşımak mümkün değildir.
Cumhuriyet 2’nci yüzyıla böyle giriyor.
Lozan Antlaşması müzakerelerinde zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un bizim için “bırakın devlet kursunlar nasılsa batırırlar” dediği iddia edilir. Curzon mu yoksa yazımın ilk kısmının başında işaret ettiğim Hollanda’lı diplomat mı haklı ?