Eskiden önce plakçı, sonra kasetçi dükkânları vardı. 70’li yıllara kadar plaklar yaygınken, daha sonra yerini kasetlere bırakmaya başlamıştı. Şarkıcıların yeni kasetleri çıktığı zaman, dükkânın dışarıya yansıttığı yeni şarkılar caddeyi inletirdi. O dönemlerde en küçük kasabalarda bile üç beş kasetçi dükkân bulunurdu. İnsanlar da bu dükkânlara gidiyor, sevdiği şarkıcının son kasetini satın alıyordu.
1975’ten itibaren en revaçta olan Ferdi Tayfur kasetleriydi. 1981’den sonra ise Ümit Besen öne çıkmaya başladı. Özellikle ikinci kaseti Islak Mendil albümü büyük ilgi görmüş, 1982 yılında ise meşhur “Nikah Masası” şarkısının bulunduğu Bayramın Olsun albümü ile zirveye çıkmıştı. Ümit Besen’i dinleyenlerin büyük çoğunluğu kadınlardı.
1986-1987 yıllarında ise kasetçi dükkânlarında Ahmet Kaya şarkıları duyulmaya başladı. Özellikle Yorgun Demokrat şarkısı büyük ilgi görüyordu.
Bu yolda dönenler oldu
Mum gibi sönenler oldu
Yâr göğsüne baş ko’madan
Vurulup düşenler oldu
Bir sen kaldın geride
Ah, akıp gidiyor hayat
Yüreğim anlıyor seni
Artık susma, yorgun demokrat
Biz muhafazakârlara çok uzak olan birinin bu şarkısı hayli dikkat çekiciydi. 12 Eylül’ün ezdiği solcuları anlatıyordu ama ülkücüler de, İslamcılar da bu şarkıda kendilerini buluyordu. Ben zaten İslamcı arkadaşlardan Ahmet Kaya’yı ve şarkılarını tanımıştım. Aynı albümde yer alan Hani Benim Gençliğim şarkısı da kendimizi bulduğumuz şarkıydı. Çünkü bizler de 12 Eylül’den sonra “Penceresiz kaldım anne” diyorduk. Yine aynı albümde yer alan “Vakit tamam seni terk ediyorum” diye başlayan “Bir Veda Havası” şarkısı ise sözleriyle, romantik müziğiyle bambaşka etkileyiciydi.
Bu şarkıları çok duymama ve beğenmeme rağmen, beni can evimden yakalayan başka bir şarkısı oldu. Bir İslamcı arkadaşın yufkacı dükkânındaki teypte çalan bir şarkıydı bu.
“Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is
Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz
Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla
Ve tarihle yargıla..” sözleriyle şiirsel başlayan bu şarkı dikkatimi çekti. Başkaldırıyorum albümünde yer alan bu şarkının müziği ve sözleri bambaşkaydı.
“Biraz sonra asmaya götürecekler beni
Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni
Hoşça kalın sevdiklerim
Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök, bütün doğa hoşça kalın”
Bu sözler, sadece solcuların değil, o dönem 12 Eylül’ün ezdiği bütün kesimlerin duygularına tercüman sözlerdi. O şarkıdan itibaren Ahmet Kaya tutkunu olmuştum.
Ahmet Kaya ile tanışmak
“Yorgun Demokrat” ve “Şafak Türküsü” şarkılarını çok duyduğum ama en çok “Beni Tarihle Yargıla” şarkısıyla sevdiğim Ahmet Kaya ile bir gün gelecek tanışacağımızı, farklı fikirlerde olsak da arkadaşlıktan öte dost olacağımızı elbette düşünemezdim.
İstanbul’a taşınıp Yörünge dergisinde çalışmaya başlayınca Ahmet Kaya ile röportaj yapmak istedim. Kendisine telefonla ulaştığımda beklemediğim kadar sıcak ve cana yakın karşılayarak görüşme isteğimi kabul etti. Muhafazakâr kesimden onu arayan ilk kişiymişim, çok memnun oldu. 1991 yılı Temmuz ayında Etiler’deki evine gittiğimde güler yüzle karşıladı. Kucaklaştık, sarıldık. Eşi Gülten Hanımla, küçük kızı Melis ve sevimli beyaz köpeğiyle tanıştırdı bizi.
Evinde müzik sistemi vardı, dikkat çekiyordu. Ama benim ilgimi çeken kitaplardı. Sehpanın üstü altı, masa, raflar kitap doluydu. Gülten Hanım da sıcakkanlıydı. O zamanın günlük olaylarından, Refah Partisi’nden, başörtü yasaklarından söz açıldığında, “Refahçılar benim kardeşim” diyordu Ahmet Kaya. Başörtü yasağına karşıydı, herkes nasıl özgürce kıyafetini giyecekse, örtünmek isteyen kızlar da örtünme özgürlüğüne sahip olmalıydı ve kızların örtünmesine engel olmak faşizmden başka bir şey değildi.
1984 Haziran’ında hapisten çıktıktan sonra müziğe ağırlık vermişti ama bugünkü Ahmet Kaya popülizmi olacağını bu boyutuyla tahmin etmemişti. “Sanatçı anlayış olarak bir görüşe sahip olabilir, fakat bir tek hizbe hizmet etmez, militanı olmaz” diyordu. “Geçmişte olan bir idam davası meselesine karşı çıktığım zaman, bu solcu için de geçerliydi, sağcı için de geçerliydi. Ben hiçbir izm’e, hiçbir anlayışa, hiçbir ideolojiye hizmet etmiyorum sanatımda. Sanatçının örgütlü olması mümkün değil. Sanatçı bağımsız ve tek başına olmalı. Bulunduğu topraklara, kendisini var eden insanlara saygılı olmalı.”
Gerici dedikleri Mehmet Akif’in de şiirini besteledim
Muhabbet arasında “Ama hep sol şairlerin şiirlerini besteliyorsun, özellikle Attila İlhan, Hasan Hüseyin, Sabahattin Ali gibi şairlerin şiirlerini çok güzel yorumluyorsun” dediğimde “Ben devletin bir zamanlar dışladığı, gerici gördüğü Mehmet Akif’in şiirini de besteledim” diye itiraz etti. Mehmet Akif’in Cenk Marşı’nı Uğurlar Ola adıyla bestelemiş ve Ağlama Bebeğim albümünde yer vermiş. Ayrıca 12 Eylül dönemindeki cezaevi şairlerinin şiirlerini özellikle besteliyormuş. “Beni tarihle yargıla” şarkısı da böyleymiş.
“İslami kesimde çok iyi şairler var, onların da şiirlerinden besteler yapsanız ne güzel olur. Zaten İslamcılar sizi çok seviyorlar” diyerek Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu, Turan Koç, Erdem Beyazıt, Arif Ay gibi isimlerden bahsettim. İsmet Özel’den ve Cahit Zarifoğlu’ndan birkaç şiir önerdim. Yanlış hatırlamıyorsam İsmet Özel’in Mataramda Tuzlu Su ile Cahit Zarifoğlu’ndan Yedi Güzel Adam şiirleriydi önerdiklerim. Yedi Güzel Adam uzun bir şiirdi ama bazı bölümleri olabilirdi. İsmet Özel’i zaten biliyordu. Turan Koç’un Kan Gibi Vakte Düşen şiirini de ısrarla önerdim.
“Bak sana şunu samimi olarak söyleyeyim, insanı içeren ve insan haklarını esas alan, doğruyu esas alan, namuslu, dürüst, şahsiyetli ve kişilikli bütün şairlerin şiirlerini bestelerim. Ama ilk önce benim aradığım en büyük esas bir insanın ruhsal olarak sahtekâr olmaması. Yani hayatın karşısında dirençle duran, haksızlıklara, yolsuzluklara, yoksunluklara, bütün namussuzluklara, bunlara karşı çıkan ve ben adamım diyen herkesin şiirlerini şarkı yaparım. Bana getirsinler versinler, başım üstüne!”
Bana bunları söyledikten sonra, bahsettiğim şairlerin kitaplarını beklediğini söyledi.
İslami camianın kendisini hayranlıkla dinlediğini söylediğimde çok memnun olmuştu. “Ben de onlardan biriyim. Bende bir İslamcıyım. Onların dışında bir insan değilim ki. Ama annem gibi, rahmetli babam gibi namaz kılamıyorum. Ama bu topraklarda büyüdüm ve aldığım dini kültür İslâmiyettir. Herkes gibi bende namaz kıldım, oruç tuttum. Bu arkadaşların beni dinlemeleri, beni sevmeleri çok mutlu ediyor, hoşuma gidiyor. Biz kardeşiz.”
Refah Partisi’ne sempati duyuyordu. “Ya bu Refah Partisi çok farklı. Bayrampaşa seçiminde Ahmet Kaya çalıyorlardı. Bana dediler ki, ‘Refah Partisi kasetini çalıyor, bir şey demiyor musun?’ Ben ‘Hayır,’ dedim. ‘Diğerleri çalmaya cesaret edemiyorlar, onlar ediyor.’ Burada bakış açısı çok farklı. En azından ortak duyarlıklarımız var. Haksızlığa, yolsuzluğa karşı çıkan parti, böyle olan insanlarla beraberim ben.”
Röportaj bittiğinde yeni albümü Dokunma Yanarsın’da yer alan “İçimde ölen biri var” şarkısını canlı söyledi, sonra karşılıklı sohbete koyulduk. Gülten hanım çay getirdi durmadan. Gülten Hanım iyi bir kitap okuyucusuydu.

Ahmet Kaya’nın okumasını istediğim kitaplar
Ahmet Kaya ile yaptığım röportaj, “Ülkemizde binlerce yorgun demokrat var” başlığıyla yayınlanmış ve ses getirmişti. İslami kesim, Refah camiası ve bütün Ahmet Kaya hayranları bu röportaja ilgi gösterdi. Hatta, “Ahmet Kaya Refahçı olmuş İslamcı olmuş, hidayete ermiş” diyenler bile oldu.
Dergi çıkınca telefonla haber verdim. Dergiyi alıp okuduktan sonra teşekkür etmek için aradı. Memnun kalmıştı. “Sohbet ediyoruz diye beni iyi konuşturmuşsun,” diye takıldı bana. “Gazeteci gibi sorsam, bazılarına cevap vermezdiniz belki” dedim. Bahsettiğim şairlerin kitaplarını ve okumak için önerebileceğim kitapları tekrar istedi. Beni mutlaka bekliyordu.
O günlerde Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan röportaj çıktığında Ahmet Kaya’nın telefon numarasını dergiden istemişti. O günden sonra görüşür oldular. “Refahçılar beni çok seviyor, beni arıyorlar” diyordu Ahmet Kaya beni her aradığında. “Recep Tayyip Erdoğan zeki adam, onu beğeniyorum.”
Bir görüşmemizde Ahmet Kaya’nın okumasını istediğim İsmet Özel’in Waldo Sen Neden Burada Değilsin ile Taşları Yemek Yasak, Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam, Ali Bulaç’ın Çağdaş Kavramlar ve Düzenler, Ali Şeriati’nin Marsizm ve Diğer Batı Düşünceleri, Nuri Pakdil’in Biat I, Yaşar Kaplan’ın Sıfır Üç Depremleri kitaplarını verdim. Onların dışında Edebiyat, Mavera, Aylık Dergi, Türk Edebiyatı gibi evimde bulunan dergilerden de getirmiştim.
O zamandan itibaren dostluğumuz pekişti. Görüşmelerimizde çocukluğundan çok bahsederdi. “16 yaşında hapse girdim, işportacılık yaptım, ben otuz yıl açlık çektim, bugünleri hayal bile edemezdim” diyordu. İlk sazı aldığı günleri, ilk türkü söyleyişi, hayalleri dile getirirken gözleri nemlenirdi.
Bir ara Bodrum’a gitti. Orada bahsettiğim şairlerin şiirleri üzerine çalışabileceğini söyledi. Sezai Karakoç kabul eder miydi emin değildim, etmeme ihtimali yüksekti, görüşmem gerekirdi. İsmet Özel’i haberdar etmeli, rahmetli Cahit Zarifoğlu için eşiyle veya Rasim Özdenören abiyle görüşmeliydim. Fakat ben bu konuyu düşünürken o günlerde Ahmet Kaya’nın Bodrum tatiliyle ilgili bazı olumsuz magazin haberleri çıktı. Daha sonra bana bunların aslı olmadığı söylendi ama morali bozulmuştu.
Tedirgin Ahmet Kaya
Ardından Tedirgin albümünü yaptı, bu şarkıya yaptığı klipte polislere yakalanma korkusuyla kuytu köşelerde saklanıyor, kabuslar görüyor, sürekli kaçıyordu. Sezai Karakoç, İsmet Özel, Cahit Zarifoğlu şiirlerinden şarkılar yapmasını beklemiştim ama olmamıştı. Neden olmadığını sormadım. O günlerde Kürtçülükle, PKK’lı olmakla, lüks hayat yaşadığı halde yoksulluk edebiyatı yapmakla suçlanıp duruyordu. Muhafazakâr şairlerin şiirlerini şarkı yaparsa, kitlesinden ve medyadan baş edilmez eleştiriler, linçler gelebilirdi.
Gerçi bu linçlerden kurtulamayacaktı. 1994 yılında yayınladığı 2.800.000 adet bandrolle rekor kıran Şarkılarım Dağlara albümüyle zirveyi gördü. O günlerde Ertuğrul Akbay’ın çıkardığı Gırgır dergisi bile kaseti promosyon olarak verdi. Özellikle Ağladıkça ve Saza Neden Gelmedin şarkıları herkesin diline düştü ancak sıkıntılı bir süreç başladı Ahmet Kaya için. Özgür Çağrı şarkısında geçen “Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım” gibi sözleri PKK propagandası sayılarak albümü toplatıldı, konser vermesi yasaklandı. Linçler, olumsuz haberler peş peşe geldi. Fakat bu dönemde Refah Partisi ile yakınlaştı.
Ahmet Kaya, belediye seçimlerinde “Zülfü’ye, Bedrettin’e, İlhan’a oy verecek adam değilim ben” diyordu. O seçimde RP adayı Erdoğan’a oy vermişti. Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilince daha yakın dost oldular. Refah Partisi’nin bazı programlarına katıldı, Ali Sami Yen stadyumunda on binlerce kişiye konser verdi.
Beni Bul Anne albümü çıktığında Savaş Ay, sıkça Atv’de programlarına çıkardı. 1994 yılında prodüksiyonunu Gülten Kaya ve Yusuf Hayaloğlu’nun yaptığı, Kanal D’de yayınlanan Ahmet Abi’nin Vapuru programını sundu. Çoğu şarkının sözlerini yazan kayınbiraderi Yusuf Hayaloğlu da Kanal 7’de program yapıyordu.
Ahmet Kaya 28 Şubat sürecine şiddetle karşı çıkanlardandı. O dönemde Erdoğan’ın siyasi yasakla cezaevine girmesi kesinleştiğinde Ahmet Kaya yanında oldu. Yedikule’de bir programda toplanan yaklaşık bir milyon kişiye “Şiir okuyanların cezaevine girmediği bir Türkiye’nin özlemini yaşıyorum” diyerek “Şafak Türküsü”nü Erdoğan için söyledi.
Ahmet Kaya kasetlerinde Türkiye tarihi
Bu yazıyı hazırlarken Bahadır Özgür’ün 16 Kasım 2014 tarihinde Radikal gazetesinde yayınladığı “Ahmet Kaya kasetlerinden alternatif bir siyasi tarih” yazısına rastladım. “Her kesimden insana kendini dinletebilmesinin sırrı, kasetlerinin kronolojisinde gizlidir. Şarkıları sırayla çalındığında ortaya çıkan şey sadece bir “Ahmet Kaya diskografisi” değildir. Aynı zamanda yakın siyasi tarihin başka bir gözle, bambaşka bir cepheden kronolojik olarak da okunmasıdır.” diyor Bahadır Özgür.
Gerçekten de kasetlerin yayın tarihi ve şarkıların içeriklerine bakıldığında, dönemin tanıklığını yapmıştır şarkılar. Her biri hem ülkenin, hem Ahmet Kaya’nın kişisel tarihinden kesitlerdir. O yazıdan esinlenerek ve özetleyerek kısaca kasetlerdeki tarihi şöyle sıralamak mümkün.
Ağlama Bebeğim (1985): Ahmet Kaya, askerliğini bitirdiğinde, 12 Eylül darbesi neredeyse tanıdığı herkesi cezaevine atmıştır. 1982’de ilk çocuğu Çiğdem dünyaya gelir. Babaları cezaevinde olan çocuklar için söyler: “Ağlama bebek, ağlama sen de… Umut sende, yarın sende… Çok uzakta öyle bir yer var; o yerlerde mutluluklar, paylaşılmaya hazır bir hayat var…” Bu albüm hapishanedekilerin ve yakınlarının sesidir.
Acılara Tutunmak (1985) Darbenin üzerinden yıllar geçse de, mahkûmlar hâlâ içerdedir. Ahmet Kaya da geçim sıkıntısı, gözaltılar derken ilk eşi ve kızı Çiğdem’in çekip gitmesiyle yıkılır. 1985’te Acılara Tutunmak der Ahmet Kaya: “Acı çekmek özgürlükse, özgürüz ikimizde. O yuvasız çalı kuşu, bense kafeste kanarya… Yalanmış hepsi yalan…”
An Gelir (1986): Bu albüm çıktığında ülkede tuhaf bir değişim vardır. Beklenmedik isimler saf değiştirmiştir. “Paldır küldür yıkılır bulutlar… Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet… An gelir biter muhabbet, şarkılar susar, heves kalmaz… O eski heyecan ölür… An gelir, şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını…”
Şafak Türküsü (1987): Türkiye, ‘eski’ Türkiye değildir. Darbeyi pek kimse hatırlamaz artık. Oysa cezaevlerinde idamı bekleyenler vardır. “Beni burada arama anne… Kapıda adımı sorma… Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne…”
Yorgun Demokrat (1987): 12 Eylül öncesinin ateşli kuşağı cezaevinden çıkmaya başlamıştır. Ama ülke epey farklıdır. Çıkanların çoğu ateşini yitirmiş, heyecanını kaybetmiş, küskün ve yorgundur. Bir siyasi kuşağın yıkımını özetler şarkı: “Şarkılar küsmüş dudağa… Ömründe gecikmiş hasat… Karışmış çoluk çocuğa… Geçim derdinde demokrat… Ah akıp gidiyor hayat… Yüreğim anlıyor seni… Artık susma yorgun demokrat…”
Başkaldırıyorum (1988): İşçiler ve üniversite öğrencilerin hareketlendiği, derneklerin kurulmaya başladığı dönem. Öğrenciler YÖK’e isyan bayrağı açmıştır. Ahmet Kaya bu yeni muhalefetin sesidir. “Başkaldırıyorum…. Kırmızı rujlu sokakların aşağılık pazarlıkların adı anılmayacak benle… Bir çiçeğim halk ormanında fışkırdım… Ben bir bıçak ucuyum, kavga vermiş halkına… Başkaldırıyorum işte, varın benim farkıma…”
İyimser Bir Gül (1990): Türkiye’nin her yanında konserler veren Ahmet Kaya, artık gençlerin ortak sesidir. Çoğunun ilk copu, ilk gözaltısı Ahmet Kaya şarkıları yüzündendir… Ama bu yeni bir umuttur. “İyimser bir gül olsun dudaklarında…”
Başım Belada (1991): 1990’lar öğrenci eylemlerine karşı devletin sertleştiği dönemdir. Ahmet Kaya şiddetin adını koyar: “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça… Yasal mermisi ile bir komiser yaklaşmakta… Başım belada…”
Dokunma Yanarsın (1992): Türkiye, Kürt gerçeğiyle sert bir şekilde karşı karşıya gelir. PKK’nın saldırılarıyla Kürt illerindeki çatışmalar yaşanır. Bütün Kürtler sabıkalı muamelesi görür artık. Ahmet Kaya “Dokunma yanarsın” der: “Bütün telsizlerde adım okunur… Beni bir korkak bile vurur… Dokunma bana fişlenirsin… Dokunma bana, sen de yanarsın.”
Şarkılarım Dağlara (1994): Çoğu kimsenin Kürt bile demekten korktuğu bir dönemdir. O güne dek gazetelerin sempatiyle yaklaştığı Ahmet Kaya artık PKK’lı gibi görülür. Ne kadar reddetse de dinletemez. Şarkılarını dağlara söyler. Bu albümü 3 milyona yakın satar. ‘Ağladıkça’ adlı parça yılın ‘hit’i olur: “Ağladıkça dağlarımız yeşerecek… Görecek göreceksin..”
Beni Bul (1995): Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi’nin önünde her cumartesi bir araya gelen kayıp annelerinin sesidir bu şarkı. “İki yanımda iki polis… Ellerim kelepçede… Beni bul, beni bul anne…”
Dosta Düşmana Karşı (1998): Türbanlı öğrencilere destek verdiği için soldan, Kürt dediği için sağdan eleştirilmektedir Ahmet Kaya. Medya büyük bir linç kampanyası düzenlemektedir. Geri adım atmaz. “Ezdirmem sana kendimi… Gövdemi yakar giderim… Beddua etmem üzülme… Kafama sıkar giderim!”
Hoşça kal iki gözüm
10 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin Princess Otel kongre salonunda düzenlenen ödül töreninde yılın en iyi sanatçısı seçilen Ahmet Kaya, ödülünü alırken yaptığı konuşmada Kürtçe şarkı yapacağını söyleyince ortalık karıştı. Diğer sanatçıların tepki olarak çatal bıçak fırlatmaları, küfürleri, ardından Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet gazetesinin aleyhinde yaptığı peş peşe haberler, hakkında açılan davalar onu çok üzdü, yıprattı.
“Bu ülkenin başına çöreklenmiş namussuzlar, medya ahlâksızları, kendini sanatçı sanan zibidiler beni yaşatmayacaklar İsmail, ben artık gidiyorum” son duyduğum sözleri oldu.
Günlerce süren linç kampanyası sonucunda çekip gitti Fransa’ya, geriye tam da ona yakışan “Hoşçakal İki Gözüm” albümünü çıkararak.
16 Haziran 1999’da, “İncinen bir hayatın yarasıyla” Türkiye’den ayrıldı.
Bir Veda Havası şarkısını terk etmek zorunda kaldığı Türkiye için söylüyordu artık. Daha doğrusu ben öyle hayal ediyordum.
Vakit tamam, seni terk ediyorum
Bu, incecik bir veda havasıdır
Parmak uçlarına değen sıcaklığın,
İncinen bir hayatın yarasıdır
Kalacak tüm izlerin hayatımda,
Gözümden bir damla yaş aktığında
Bir yer bulabilsem seni hatırlatmayan,
Kan tarlası, gelincik şafağında
Ölümse korktun, savaşsa hep kaçtın
Vur kendini korkularda hadi al
Sen bir suydun, sen bir ilâçtın
Hoşça kal gözümün nuru, hoşça kal
Hoşça kal iki gözüm, hoşça kal
“Korkulu geceleri sayar gibi” yaşadığı Paris’ten ölüm haberi 16 Kasım 2000’de geldi.
O gitti, hâlâ hüzünle dinlenen şarkıları kaldı yadigâr.
Şu anda yürütülmekte olan çözüm sürecindeki bütün tarafların şarkılarını dinlediği bir isimdi Ahmet Kaya. O bütün tarafların Ahmet Kaya’yı hatırlamasını, ondan ilham almasını dilerim. Hatta görüşmelerde Ahmet Kaya şarkıları dinlesinler. Uzlaşının yolunu gösterecektir.