Borç insana yüktür. O yükten kurtulmak ister. İnsanın özgürlüğü üstünde bir yükün olmamasında, kalmamasında yatar. Kendi olmak veya olmanın bizzat kendisi biraz da altında kaldığın bir verili dünyanın üstüne onu hazmetmiş, hatmetmiş, hakkını vermiş, bedelini ödemiş olarak çıkmak demektir. Buna muhtelif tarihsel isimler takılmıştır: Aydınlanma, hikmet, ideal yurttaşlık, Nirvanaya ulaşmak, insan-ı kamil olmak, hakiki imanı elde etmek vesaire.
İnsanın borç ihtiyacı veya borçlanma realitesi onun alıp-veren, sivil/medeni yani bağımlı bir varlık olmasıyla ilgilidir. İnsan doğayla süreklilik arzeden bir akış ve alışveriş içinde olduğu gibi toplumla da bağımlılık arzeden bir ihtiyaç hali ve alışveriş içindedir. İnsan müstakil (istiklal sahibi, tamamen bağımsız) bir varlık olmadığı için insan kendisini her zaman bir borç içinde bulur. Borçlu olmak insanın ayırdedici bir özelliğidir. Antropologlar bu ihtiyaca değişim veya mübadele gibi adlar verirler. Takas, hediyeleşme, selamlaşma… Bunların hepsi borç ihtiyacının ve borçluluk halinin muhtelif tezahürleridir. Para borcun bir görünümü, anonimleşmiş bir somutlaşmasıdır. Her bir sikke (madeni para) teşekkür yağmurunu toplamak için yerde açılmış bir çukurdur.
İhsan bile bir borçtur. İyiliğin husule getirdiği borca şükür borcu diyoruz. Onun için teşekkür ediyoruz. Dünyanın en güzel anı insanın insana teşekkür etme anıdır. Teşekkürün de en makbulu mecburi olmayan, iradî olan teşekkürdür. O teşekkür, özgürlüğün özgürlüğe teşekkürü olduğu için safi fazilettir. Kadim düşüncede dostluk takvasının akrabalıktan üstün sayılması aynı sırra binaendir. Kantçı geleneğe yansıdığı üzere güzellikte soyutluğun talep edilmesi yine aynı çıkarsızlığın aranmasıdır. Aynı şekilde kendisine bir faydası olmadığı halde bir kişinin iyiliği sırf iyilik olduğu için yapmasındaki edada bir nevi kutsallık vardır ve buna ihlas denilir. İhlas bir holding adı ve ezberlenen bir sure adı olmadan önce katışıksızlık demek idi.
Alemde kendini var bulan insanın varoluş borcu şahidi olduğu sonraki borçlarının bir gereği ve geçmişe doğru bir uzantısı olarak insanda bir tanımsız yük oluşturur. Borcu insanın esareti olarak değil de olma biçimi olarak görmek gerekir. Nitekim insanın toplumsallığı, dayanışma lüzumu, cumhurilik ilkesi gibi insan ilişkilerini düzenlemeye dair geliştirilmiş ilkeler bunun farkında olan yaklaşımlardır. İnsan imansız yaşayamaz. İnsanın insana imanına toplum diyoruz. Toplum insana hem varoluş imkanı hem de bir yük olur.
İnsanın yatışmaz yapısında zamansallık yani geleceğe borçluluk hali de sözkonusu. Yüzü geleceğe dönük, mevcut halden taşan insanın “zaman” ile alıp verecek ilişkisi olan bir zemberek gibi olması bundandır. İnsanın zaptedilmezliği, zamana yayılmışlığı borç ve edayı buluşturan bir teşekkür uzayıdır. Alma borcu kadar olma borcu da gerçektir.
İnsanın hem doğada hem de toplumda “olma” serüveni bir açıdan bir borcun ödenmesi, bir teşekkürün eda edilmesidir. Dünyada insanın ulaşabileceği en yüksek özgürlük (ve mutluluk) makamı “şükür” makamıdır: Teşekkür edebilmek. Teşekkür kabiliyetindeki zaafa gündelik dilde “vefasızlık” gibi adlar veririz. Vefasızlık insanın insana ihanetidir. Ağır bir medeni suçtur. Bu açılardan şükürsüzlük bir tür duyarsızlıktır. Teşekkür etmemek bir kabalık, bir uyumsuzluk sayılır. Not etmeye gerek var mı, bilmiyorum ama şükür ile teşekkür arasında bir fark yoktur. Hz. Muhammed’e atfedilen şöyle bir söz vardır: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükür etmez.”
Şükrün muhatabından bağımsız olarak, şükür insan ruhunun teneffüsudur. Borcun altından başını çıkarıp insanın nefes almasıdır. Şükür sadece insan için bir borç edası, bir yük tahliyesi değil bir olma borcudur. Zira insanın olma biçimidir şükür. Zikretmek (hatırlamak), fikretmek (farkındalık) ve nihayet şükretmek (teşekkür) insan için varolmanın takvasıdır.