Ana SayfaRÖPORTAJOrhan Miroğlu: Milli Görüş gömleği ülkeye dar gelmişti; muhafazakar milliyetçi gömlek de...

Orhan Miroğlu: Milli Görüş gömleği ülkeye dar gelmişti; muhafazakar milliyetçi gömlek de bol gelmez

AK Partili Orhan Miroğlu, Serbestiyet’e konuştu: “AK Parti’nin çıkarttığı Milli Görüş gömleği o zaman Türkiye’ye nasıl dar geldiyse bugünkü muhafazakar milliyetçi gömlek de çok bol gelmez. Olup bitenin faturasını bir lidere çıkartmak doğru olmaz ama ‘demokrat muhafazakarlık’ta da Ali İhsan Bey’in dediği gibi ‘hiçbir şey olmadıysa bile bir şeyler olmuştur.’ HÜDA PAR’ın çalıştayıyla başlayan tartışmalar ‘Kürt anasını görmesin’ tayfasını gösterdi. ‘Yok sayma’yı tedavülde tutmak isteyenler, Cumhurbaşkanımızın Şam-Rojava anlaşmasını olumlu bulmasını bile hazmedemedi. Bu neo-İttihatçılık, Türkiye’nin başına bela.”

İZLEMEK İÇİN:

“Demokrasiden uzaklaşmak iyi bir fikir olarak görülüyor”

Röportajdan öne çıkan bazı bölümler şöyle.

AK Parti’nin son kongresinde MKYK listesinde yer almadınız. Önceki AK Parti MKYK’larında olup da son kongrede liste dışında kalan başka isimler de vardı ama kamuoyundaki tartışmalarda sizin adınız öne çıktı. MKYK’da bu dönem olmamanız ve sizin öne çıktığınız değerlendirmelerle ilgili ne söylemek istersiniz?

Biliyorsunuz 2018’den beri yürüttüğüm bir görevdi bu. Umarım partiye de çok faydası olmuştur. Bana çok oldu. Yani çok farklı siyasi deneyimler edindim orada. Onlar benim siyasi hayatımın mutlaka önemli bir safhasıdır. Bu kıymetli görev son kongreyle birlikte sona erdi.

Ben AK Parti’de kendi varlığımı bir kimliğin taşıyıcısı gibi gördüm. Bir kimliğin Türkiye koşullarında hak talep etmesinin bir neticesi gibi gördüm AK Parti’de geçen fiili olarak 10 yıl ama öncesinde de AK Parti politikalarını bir yazar olarak desteklemiş biri olarak da hesaba kattığınız zaman yaklaşık 17-18 yıl AK Parti’nin fikirleriyle hemhal olmuş, partinin bu fikirlerini kamuoyunda temsil etmeye çalışmış, iki dönem seçimden milletvekili olarak çıkmış, Avrupa Konseyi’nde 2,5 yıl Türkiye’yi ve AK Parti grubunu temsil etmiş, milletvekiliyken TBMM’de Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere komisyonlarda başkanlık, yine AK Parti’de tanıtım medya başkan yardımcılığı, halka ilişkiler başkan yardımcılığı yapmış biriyim. Yani muktesebatı epey geniş bir AK Partili kimliği var ortada.

Ben Kürt kimliğinin demokratik alanda temsiliyeti konusunda bir siyasi hikayeye sahip olan biriyim. Dolayısıyla AK Parti’yi tercih ettiğim andan itibaren bu siyasi hikayenin kendisini ifade ettiği bir parti oldu benim için AK Parti.

Ama Türkiye’de 2016’daki darbe girişimi sonrasındaki etkiler, onun hemen öncesinde Çözüm Süreci’nde uğranan hayal kırıklığı ve dünyadaki demokrasiden uzaklaşma eğilimine de uyarak; onun da etkisiyle demokrasiden uzaklaşmak iyi bir fikir olarak görülüyor.

Türkiye’de zaten çok güçlü bir kurucu felsefe var ve bu felsefenin komünizmden tutalım da muhafazakarlığa kadar çeşitli siyasi ideolojileri etkileme gücü hala yerli yerinde. Bütün bu sebepler bence AK Parti’nin politik tercihlerinde de değişimler yarattı.

AK Parti’de benim gibi Kürtlerin siyaset yapıyor olması siyasi temsil ve eşitlenme anlayışının bir sonucudur. “Türkiye partisi” olma iddiasında olan partilerin, Kürt siyasi aktörlerin, Kürt toplumunun siyasi temsil ve eşitlenme meselesinde samimi bir yerde durmaları gerektiğini düşünenlerdenim.

AK Parti Diyarbakır il yönetimi tabii ki Diyarbakırlılardan oluşur. Ama İstanbul il teşkilatı sadece 2-3 şehirden olanlardan kurulunca yani İstanbul’daki demografik çoğulculuğa uygun olmayan bir yönetim bu sözünü ettiğim siyasi temsil ve eşitlenmede ciddi problemler yaratıyor. Siyasi partilere ve dolayısıyla siyasi partilerin ortaya koyduğu fikirlere aidiyet duygusu gelişse bile çok zayıf bir kulvarda gelişiyor. İnsanın kendisini orada bulması siyaset için temel şarttır.

Dolayısıyla mesele benim üzerimden tartışılıyor. “Kürt temsiliyeti kongrede zayıf oldu” diyenler oldu. Külliye’den bir arkadaşımız bunu “tasfiye” olarak yorumladı. Yani “Kürtlerin tasfiyesi” bazılarını da memnun etmiş oldu. Bu bir tasfiye falan değil.

Siyasi tasfiyeden farklı bir durumla karşı karşıyayız. O da şudur: “Türkler ve Kürtler ayrı ayrı partilerde gitmesinler. Bu iki halkın sosyolojisi zaten iç içe geçmiş. Demokratik prensipler ve programlar etrafında bir Türkiye partisinde bir araya gelebiliriz” fikrinin zayıflaması ya da güçlenmesi konuşulması gereken.

Sadece AK Parti için değil CHP için de bu böyle. Biri bana ikinci bir Sezgin Tanrıkulu söylesin. Sezgin Bey bu kimliği ne kadar taşıyor, Orhan Miroğlu bu kimliği ne kadar taşıyor bunlar ayrı mesele ama bu bir temsiliyettir. Çünkü biz kimlik alanındaki mücadeleden, kimlik alanındaki mağduriyetlerden geliyoruz.

Bu mağduriyetlerin bir parti tarafından görülüp siyaset alanında bize yer açılması yumuşama getirir, barış ortamına katkı sağlar. Hareket noktamız bu.

Şimdi, “Türkiye partisi” her yerde örgütlenen parti midir? Yoksa Türkiye’deki demografik nüfusa, çeşitliliğe ve çoğulculuğa uygun bir anlayışla kendisini örgütleyen parti midir? Bence ikincisi. Kafaya koyan herkes Türkiye’nin her yerinde bir parti tabelası asabilir ama Türkiye’nin asıl mevzusu ciddi bir şekilde bu sözünü ettiğim Kürtler başta olmak üzere başka başka demokratik temsiliyetler meselesinde nerede durduğudur. Mesela bizim AK Parti’de Ermeni MKYK üyemiz var, önceki dönemlerde de vardı. Demek ki bunun bir siyasi karşılığı var. Aynı şekilde 5 milyon Kürt’ün yaşadığı İstanbul’da da bu temsiliyeti görmek isteriz.

Sözünü ettiğim şey asla ve asla bir Lüblanlaşma modeli değil. Liyakata dayalı ama bu gerçeğin de gereğini yerine getiren. Mesela çok yüksek düzeyde görevde bulunan bazı arkadaşlarımızın sahip oldukları etnik kimlik nedeniyle değil sahip oldukları liyakatten dolayı orada. Ama sahip oldukları kimlik de buysa tamamlayıcı oluyor ve bu rahatlatıcı da oluyor. Bir cumhurbaşkanı yardımcısı ya da bir bakan hem liyakat sahibi olarak geliyorsa hem de kimlik meseleleri açısından bir yere ait olduğunu biliyorsak bu ikisi bir arada çok iyi bir durumdur.

“Kimse ‘Alevere dalevere Kürt Orhan nöbete’ diyemez

AK Parti Kongresi’nde oluşan yeni MKYK’nın bir diğer tartışılan tarafı da, sizin MKYK dışında kalırken milliyetçi İYİ Parti’den gelen 7 milletvekilinden 6’sının MKYK’ya girmesi oldu. Üstelik de AK Parti, Kürt meselesiyle ilgili böyle önemli bir ‘süreç’in içindeyken. Ayrıca İYİ Parti’den AK Parti’ye katılıp da MKYK üyeliğine alınmayan tek isim de yine Kürt kimliğiyle bilinen Salim Ensarioğlu oldu. “Alavere dalavere Kürt Orhan nöbete” mi oldu?

Kimse bu ülkede “Alevere dalevere Kürt Orhan nöbete” diyemez. Orhan Miroğlu eğer nöbet tutuyorsa bunu gönüllü olarak tutar. Yaptığı siyasi tercihler emir komuta zinciri içerisinde gelişen tercihler değil. Orhan Miroğlu, fikirlerinin gerektirdiği nöbetleri tutmuştur.

“Tasfiye iyi olmuştur” falan denildikten sonra Cumhurbaşkanımız da yaptığı konuşmada, o da belli ki bir huzursuzluk duymuş olacak ki onu konuşmasına konu etti ve asla bir tasfiye yoktur dedi.

Ben AK Parti’yi; Türkiye’nin siyasi bakımdan kırılma yaşadığı, silahlı bir örgütün silahlı mücadeleyi sona erdirip Türkiye’nin demokratik mücadelesinin bir parçası olmayı kabul edecek mi etmeyecek mi tartışmalarının yapıldığı bir dönemde bilhassa Tayyip Bey’in öngördüğü siyasi açılımlarla, paradigmalarla tercih etmiş biriyim. AK Parti, muhafazakar demokrat bir parti olarak kuruldu ve kendileri de bunu zaman zaman ifade etti.

“Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık” dediler. Milli Görüş gömleği o dönemde Türkiye’ye nasıl dar geldiyse, bana kalırsa bugünkü muhafazakar milliyetçi gömleğin de çok bol geleceği kanaatinde değilim. Ama bu bir tercihtir ve bu tercihe ben saygılıyım.

AK Parti’nin Kürt toplumundaki etkisi zayıflarsa, mesela geçen seçimde Diyarbakır’da yüzde 16 alması bence karanın görünmeye başladığı bir duruma işaret ediyor. AK Parti’nin yaptıkları, Kürt meselesindeki reformlar, Diyarbakır’ın ekonomik potansiyelinin açığa çıkması ve bütün bu değişim sürecine rağmen Diyarbakır’da yüzde 16 oy alması, partinin politikalarını yürüten insanlara en azından sorulması gereken bir durum.

Çünkü ben AK Parti’nin Diyarbakır’da yüzde 40’larda, 50’lerde olmasını Türkiye’nin siyasi sigortası gibi görürüm. Bu çoğulculuğumuzun anahtarı gibidir. Çünkü Türkiye’nin, bu çoğulculuğa talip olan ve bugünden yarına gerçekleştirebilecek olan bir başka partisinin olmadığını da görüyoruz.

Bugün mesela Suriye’yi konuşuyoruz. Suriye’de SDG eğer Suriye ordusunun bir parçası olacaksa muhtemelen PYD de yasal partiye dönüşecek. PYD sivil bir parti olarak yoluna devam edecek.

DEM Parti de bugün PKK’nin siyasi temsilcisi durumunda bir parti. Peki bundan sonra ne olacak? Sadece DEM’in yöneteceği bir Kürt toplumu bu yönetime sığacak mı? İşte bu yüzden Kürtlerle siyasi temasın partiler düzeyinde çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Kim ne derse desin tek partili bir sistem asla doğru sonuç vermez. Mutlaka siyasi problemlerin doğmasına yol açar.

AK Parti ile ilgili görüşlerim aşağı yukarı böyle. Partideki aktif faaliyetimin bittiği dönemler olabilir. Ama hayat hikayemiz Türkiye’de her gün en az bir 10 saat siyaset yapmamıza elveriyor. Zaten şimdi içinde bulunduğum durum bu. Yeniden baskıya girecek kitaplar var. Bir yandan Diyarbakır Cezaevi başta olmak üzere alacakaranlık yıllarının yol açtığı trajediyi anlatan belgesel üzerinde çalışıyorum.

Çok malzemem var. Hikayemin oluşturduğu malzemedir, başka insanların oluşturduğu malzemedir ve genellikle de bakir bir malzemedir. Bir Yahudi ile bir Filistinli biraraya geldi, Oscar alan belgesel yaptı. Vallahi kimse bu ülkede böyle bir şey yapmadı.

Bir Civan Haco-Hülya Avşar düeti oldu. “Hülya da bizim kızımız, o da Kürt” diyorlar. Hülya, Civan’a göre az çok Türkiye’ye mal olmuş, Türk sineması kültürüne mal olmuş bir sanatçıydı. Bu yüzden bu hepimizi çok sevindirdi.

Benim Sezen Aksu’ya bir çağrım oldu. Mem Ararat veya başka bir Kürt sanatçıyla bir düet yapsa çok iyi olurdu dedim.

Bunlar normalleşme için hepimizin düşünmesi gereken ve kamuoyuyla paylaşmamız gereken duygular.

- Advertisment -