Pazartesi gecesi NTV’de sayın Kezban Hatemi, araştırmacı sayın Ağırdır ve sayın profesör Dr. Sayar’ın tadına doyulmaz söyleşini izledik Simge Fıstıkoğlu’nun Doğrudan Siyaset programında. Hukuk, tıp ve araştırma alanlarında yetkin bu kişilerin yorumlarına, üsluplarına ve yekdiğerine saygılı duruşlarına imrendik.
İçinde olduğumuz zor dönemden, deryayı geçip çayda boğulmadan, dimdik çıkacağımıza inananlara böylesi akıllı, incelikli, yapıcı, muhabbet tadında ve somut kanıtlarla, tarihsel boyutla, sayılarla gelişen/dokunan söyleşiler; sağaltan, uyaran, dirilten can suyu.
Hem NTV hem diğer kanallarda doğru kişilerin çağrılacağı, bu ve benzeri dört başı mamur yorumların sükunetle, zerafetle, akılla, doğru, akılcı yorumların yapılacağı programları bekliyoruz. Toplumun böylesine ihtiyacı var…
Toplumun, terörü göğüslerken, kılavuz ve destekçisi sosyal politikalara da ihtiyacı var.
Kemal Öztürk bugünkü yazısında (Y.Şafak/3 Ocak) bunun gereğine dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanının ‘milli seferberlik ruhuyla mücadele etmeliyiz,’ tümcesine gönderme yaparak: ‘Bunu bir stratejiye, bir projeye, kampanyaya dönüştürün, millet destekler’ diyor. Ekliyor: ’Bizim, uzmanların hazırlayacağı, teröre karşı güçlü bir sosyal politikalar konseptine ihtiyacımız var, acilen, beklemeden,’ diyerek…
Öfkesine mağlup akıldanelerin gergin yüzleri, yanlış yorumlarındansa, esaslı ve soğukkanlı, panik ve küfürsüz konuşan kişiler gerek, bize. Terör karşıtı güçlü sosyal politikalar gerek.
Dalında uzman, dilindeki elinde de olan, sağduyulu, konuşması bozguna düşmeyen, esaslı kişiler eliyle bu sosyal politikaların hayata geçirilmesi gerek.… Yarım/ kırıntı bilgisiyle kendini allame-i cihan, alemi sersem sanan çığırtkan, küfürbazken, kahraman olduğunu sanıp yazarken korkudan tir tir titreyen, yüzü sirke satanlar değil…
Profesör Kemal Sayar, bizim memlekette ‘unutmanın bir hayatta kalma stratejisi olduğu’nu vurguladı.
Haklı… Bu kadar kolay unutuvermesek, unutmaya teşne olmasak, unutmak istediğimizden ibret alsaydık, gene yinelense de o tarih, bize dokunmazdı.
Gün, toplumsal dokuyu onarma günü Sayar’a göre, bizce de.
Doğru düşünmeye çalışan, ibret alan, tarihi tekrarların farkına varan, demokrasi dönemeçlerini fark edip, savrulmayan, seçimine ve vatanına sahip çıkan, vicdanı şükür ki körleşmemiş, ibret almayı bilenler için de doğru… Hem dimdik durmak, döndürülen dümenin farkına varmak, hem aklımızı, ruhumuzu, yakın uzak çevremizi ve toplumsal mayamızı onarmak, müttefik geçinip altımızı oyan, kimi hain/aklı kıt/ tutsağı olduğu takımın gözlüğüyle bakmaktan , anlayamayanlara da, çıkmadık canda umut var deyip, onlara da anlatarak, umudu diri tutarak, unutulanı hatırlatarak geleceğe hamle etmek, kolay değil… Bu günlerde en zor olan bu…
Bu yazıyı yazarken TRT Müzik’te halk müziği ustaları söylüyor: ‘Erin ere yolu, düş gelir böyle’ Nasıl da uydu… Gücü düş kurmaya da erden ere yol bulmaya da yetmeyenler neyse ki ateş olsa cürmü kadar yer yakamıyor…Sözümüz, gür güvenimiz esaslı kişilere, aklını kullanabilene, okuduğunu anlayıp, gördüğünü kavrayabilene… Düş ve gerçeği akıllıca harman edebilene…
Belki yeni bir vicdan yapımı sahiden gerekli bu günlerde… Kendini ötekinin yerine koyabilmek, çekilen acılara bigane kalmamak, vicdanın, acımanın devreye girmesine gayret etmek, bu yaralı günlerimizde ötekileri fark edip anlayabilmek, kısaca insan olabilmektir, şart olan…
Hukuktan, sayılardan, siyasi ve sosyal kıyaslardan, gerçeklerden destek alarak…
Kişisel hayatlarımızda da ülkemizde de çok zor geçen bir yıl olsa da 2016 ve gitmek bilmese de, giderken bile bizi acılara boğsa da unutmamamız gereken şey ülkenin işgal girişiminin darbecilerin üstüne yürüyen vatandaşlarımızın canı bahasına önlenmesi, geri püskürtülmesi, vatana sahip çıkışımız da bu yıl oldu… Nice can kaybına rağmen, tek iyi yanı buydu belki, giden yılın…
Epeydir konuşup, iz sürüp, okuyarak anlamaya çalıştığım şey, sosyal asalet… Üstelik birbirini izleyen üç önemli tarihsel dönemi aynı anda okuyorken görüyorum ki, ne gerçek burjuva, ne öyle olmaya teşne burjuva geçinenler, ne bembeyaz Türkler ne açık beyaz ve koyu beyaz Türkler asil… İlki belki birazcık, pek azıcık, imparatorluk çökerken, kurtuluş savaşı filizlenirken bunların da İngiliz ve Amerikan mandacılığına , sonradan caysalar da nasıl yazıldığı ortada… Açık beyazla koyu beyazları geçelim bir kalem, gelelim Anadolu insanına… Bin yıllık suskunluğu, güvensizliği, kuşkuları, başına gelenleri unutmayan, o yüzden dipte çığlık biriktiren Anadolu insanı, asıl asil olan…
Onun hikâyesini, romanını, sahici hikâye, roman, şiirini hakkıyla okumalıyız.
Onu yazdığı için, doğrusunu yazmakta direndiği için ömrü ziyan zebil olan, gün yüzü görmeyen, erken yaşta ölen yazar/şair/düşünürlerimizi olması gerektiğince bilirsek, gelmekte olanı göğüsleyebiliriz.
Bu kadar çabuk unutmak da mı bir varoluş biçimi diye düşünmeden edemiyor insan?
Reşat Nuri’nin ‘Yeşil Gece’sini de farketmeliydik, en çok onu…
Kemal Tahir’in hakkıyla farkına varabildik mi, ne dediğini anladık mı?Düşünür yanıyla romancılığının nasıl örtüştüğünü düşündük mü?
Mehmet Akif’e biçilen kaderi, Cemil Meriç üstadın kar’atını? Necip Fazıl’ı, Tarık Buğra’yı? Sen, ben bizim oğlan dışındakiler de kültürel zenginliğimiz değil mi?
Ne çabuk atladık sanatçıların derin olanlarını da lay lay lom zamanlara hoplayıverdik, edebiyatın bunca hafif türünün ardına nasıl takıldık? Anadilinin tadından ve bin yıllık kültürün mayasından bihaber polaroid zabıt katiplerinin ardına takıldık? Her şeyin sanalını pek çabuk benimsediğimiz gibi siyasetin, sanatın bütün dallarının, kültürün, insanlığın light olanının, yani olmayanının peşine niye ve nasıl düştük?
Bunu dedik, ama, latife ettik, tüm bu kargaşada, uğultuda, doğru ibre, sayıları gösteren…
O bin yıllık suskunluğundan boşuna uyanmadı o güzelim dev, Anadolu denen tanrıça…
Küfürbazın, hainin, korkağın, halkına düşman olanın, açık-koyu beyaz bile olamayıp, alafucuruk bozduman vatandaş olup, hem Türk olmaya hem vatandaşlığa, hem de vicdana bigane olanın sayısı ortada… Düşüncesinin tadı ve çapı da (böyle yazılır, tatsız ve çapsız diye okunur…)
Güzel, bereketli, örnek zerrece şey katmadan, vatanını haketmeden yaşayanlar ne menem kişilerdir, apaçık ortada…
İzliyorlar…Yalnızca izliyorlar… Dünyayı, kumpasları, ihaneti ve isyan girişimlerini saklandıkları yerden izliyorlar…
Zehirli ve edep dışı dille, öfke kusuyorlar…
Bir şeyler mırıldanıyor, geveliyorlar ama sorsan kendileri de bilmiyor, bilmediklerini de bilmiyor, inanmıyor, anlamıyorlar… Hedefsiz ve hevessizler…
‘Biz siyasete seviye getirdik’ deyip peşi sıra hasımlarına ‘ahlaksız’ deme seviyesindeler… Nasıl seviyeyse bu?
Neyse ki kervan yürüyor… İnsanımız vatanını savunuyor, büyük saldırının ve bölüp parçalama niyetlerinin farkında… Omuz omuza, dayanışarak direniyor.
Kimileri, ‘geçti kervan kaldık dağlar başında’yı bile söyleyemiyor, farkında değil çünkü…
Kervan yolu tuttu, gidiyor neyse ki… Çok şükür…
Göçün ardısıra, ayrışmadan, kin tutmadan, kimseyi ötekileştirmeden, el ele, omuz omuza, gönül gönüle insanlar, vatan için…
Vatan hem uğrunda ölmeye, hem çocuklarımıza ve öncekilere borcumuz için, hem toprağının altında yatmak için gerek çünkü.