Ana SayfaGÜNÜN YAZILARITerörsüz Türkiye ve Avrupa Parlamentosu

Terörsüz Türkiye ve Avrupa Parlamentosu

Parlamentonun Türkiye raporu yayınlandıktan kısa bir süre sonra PKK’nın kendisini lağvettiğine ilişkin açıklama geldi. Bu açıklamada öngörülen silahların terki gerçekleşirse ülkemizde ciddi bir reform sürecinin başlayacağı özellikle, Ceza İnfaz ve Terörle Mücadele Kanunları başta olmak üzere hukuk alanında reformlar, ayrıca kayyım uygulamasına son vermek gibi olumlu adımların atılması ihtimal dışında değil. Bunlar gerçekleşirse, özellikle bu çerçevede Terörle Mücadele Kanunu nerede ise 10 yıl önce vaat edildiği şekilde kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarına uyarlanırsa sadece ülkemiz için yeni bir sayfa açılmayacak, ayrıca potansiyel olarak AB ile ilişkilerimizde yeni imkanlar yaratılabilecektir.

Avrupa Parlamentosunun (AP) 2023-2024 Türkiye Raporu 7 Mayıs 2025 tarihinde 387 olumlu oya karşı 74 olumsuz ve 188 çekimser oyla Genel Kurulda kabul edildi. Aslında her yıl kaleme alınan bu rapor, 2024 yılı AP için seçim yılı olduğundan iki yılı kapsıyor.  Artık ülkemizin AB ile ilişkileri uzunca bir süredir kapandığı buz dolabından çıkacağına ilişkin pek bir beklenti olmadığı için yayınlandığında fazla bir ilgi uyandırmadı.  Dışişleri Bakanlığı bile raporu irdeleyip karşı çıktığı maddelerini çürütmeye çalışmak yerine birkaç satırlık bir açıklama ile konuyu geçiştirdi.

Tabii yapılacak en kolay şey gerek parlamenterleri gerek AB’ni önyargılı ve tarafgir olmakla suçlamak ve dolayısıyla raporu değersizlendirmeye çalışmaktır. Bundan çekinmeyen yorumcular olduğu malum.

Aslında rapor yakından incelendiğinde en azından Kıbrıs ve Yunanistan ile ilgili bölümleri hariç itiraz edilmesi bence çok zor somut bilgiler içerdiği görülecektir.  Komisyonun yıllık raporları gibi Parlamentonun raporları da profesyonelce hazırlanmış ve pek maddi hata içermeyen metinlerdir.  Tabii ifade edilen görüşlerin bazılarına itiraz etmek mümkün.  Ama rapora baktığımda böyle görüşler bana bu yıl da istisnai gibi geldi.

Zaten ülkemizde epey iyice tanınan ve benim de çeşitli vesilelerle temas etme imkanım olan  İspanyol Sosyalist kökenli raportör Nacho Sanchez Amor’u önyargılı ve tarafgir olmakla suçlamak pek mümkün değil.  Öyle olsaydı Türkiye’ye geldiğinde kapılar yüzüne kapanır iktidar onunla görüşmeyi kabul etmezdi. Görevini düzgün bir şekilde yaptığının bir başka kanıtı da Parlamentonun kendisine güvenerek bir dönem yani beş yıl yaptığı Türkiye raportörlüğünü pek istisnai bir şekilde ikinci bir dönem için kendisine yeniden tevcih etmesidir.

Raporun analizine belki son günlerde haklı bir heyecan uyandıran PKK’nın silah bırakması ve kendisini lağvetmesi açıklamasının yansımalarıyla başlayabiliriz.  Rapor tabiatıyla 12 Mayıs’ta yapılan PKK açıklamasından bir hayli önce kaleme alınmış, tüm aşamalardan geçtikten sonra da 7 Mayıs’ta AP Genel Kurulunda kabul edilmişti.  Ancak rapor Öcalan’ın 25 Şubat tarihinde yaptığı ve 12 Mayıs açıklamasına işaret eden beyanına atıfta bulunuyor, bunun Türk-Kürt ihtilafını sonlandırmak için tarihi bir fırsat teşkil ettiğine, ancak aynı zamanda baskıların artmakta olmasına ve muhalefet belediye başkanlarının görevden alındığına dikkat çekiyor.  12 Mayıs açıklamasından sonra raportör Sanchez Amor bunun Kürt sorununa (issue) kapsayıcı bir siyasi süreç vasıtasıyla barışçıl ve kalıcı çözüm bulunması için tarihi bir fırsat yarattığına ilişkin bir X mesajı yayınladı.  Buna itiraz etmek mümkün mü?  Bu çerçevede kayyım olarak atanan kişilere yaptırım uygulanması imkanlarının araştırılması raporda istenmektedir. Umarım o noktaya gelmeden kayyım uygulamasına beklendiği şekilde son verilir.

Raporun insan hakları, hukukun ve demokrasinin erozyona uğraması ile ilgili bölümleri somut bulgular içeriyor.  Bunlar genellikle uluslararası kurumların derlediği bilgilere dayanıyor.   Örneğin ülkemizin basın hürriyeti açısından 180 ülke arasında 158inci sırada olduğu tespiti AP’nin kendisine değil, uluslararası saygınlığa sahip Freedom House adlı örgüte ait. Hapishanelerimizin nüfusunun 2005 ile 2023 arasında %439 oranında arttığı ve Avrupa Konseyi üyelerinin tamamının tutukevi nüfusunun 1/3’in ülkemizde bulunduğu da yine AP’ne ait bir bulgu değil. Ülkemizin cinsiyet eşitsizliği açısından 146 ülke arasında 127inci sırada olduğu bilgisi Dünya Ekonomik Forumundan alınmış, ülkemizdeki kadın cinayetlerinin sürekli olarak artmakta olmasına ilişkin bilgi de ülkemiz kaynaklıdır.  AİHM önündeki davaların toplam %36’sının ülkemiz kaynaklı olduğuna ilişkin bulgu da tabiatıyla kurucu üyesi olduğumuz   Avrupa Konseyi kaynaklıdır. Raporun ekinde kullanılan kaynaklar bilimsel bir şekilde sıralanmaktadır.

Rapor insan hakları, demokrasi ve hukuk alanlarındaki durumun gittikçe bozulmakta olmasına dikkat çekmekle beraber, her tarafı da olumsuz değil.  Örneğin ülkemizin stratejik konumuna, bölgesindeki etkinliğine değiniliyor, iktidarın da AB ile uluslararası güvenlik başta olmak üzere birçok konuda yakın iş birliği istemesinden, ayrıca başta ticari konular olmak üzere üst düzey diyalogun yeniden başlamış olmasından memnuniyet duyulduğu ifade ediliyor.  Bununla birlikte rapor bu alanlardaki yakınlaşmanın üyelik şartlarının yerine getirilmesine alternatif teşkil etmediğini de vurgulamaktadır.  Bu şekilde AP Türkiye’de birçok yorumcunun iddiasının aksine AB için vazgeçilmez bir ortak olmamızın eksikliklerimize göz yumulmasına yol açmayacağını belirtmek istemektedir.  Nitekim ülkemizdeki başkanlık rejiminin gittikçe otoriter bir şekilde uygulanmasının neticesinde katılım süreci için gerekli reformlardan uzaklaşılmakta olduğu da raporda belirtiliyor.  Raporun birkaç yerinde tam üyelik için bir kısa yol bulunmadığı, üyeliğin şartlarının belli olduğu hatırlatılmaktadır.

Rapor alışılmış şekilde göç konusunda ülkemizin oynadığı rolden övücü ifadelerle bahsetmekte, ayrıca bazı alanlarda meydana gelen olumlu gelişmelere de işaret edebilmektedir.  Örneğin, ekonomik alanda atılan bazı olumlu adımlar olduğu belirtilmekte, ayrıca etki ajanları yasa tasarısının geri çekilmesinden memnuniyet duyulmaktadır.

Raporda Komisyonun 2024 raporunun öncekilerden farklı olarak ülkemizle AB arasında katılma ilişkisinden ziyade stratejik ortaklığa doğru kayıldığına da işaret edilmektedir. Bu kanaatimce ciddi bir uyarı teşkil etmekte, zira zaten askıda olan katılma müzakerelerinin tamamen sonlandırılması için zemin hazırlığı olarak da değerlendirilebilmektedir.  Yukarıda da belirttiğim gibi bu tür ifadeler ülkemiz ile AB arasındaki ilişkilerin artık farklı bir modele doğru yönlendiğinin işareti sayılabilir.  Tabii bu modelin ne olabileceği ilerideki tartışmalarda ortaya çıkacaktır.  Ancak otoriterleşme istikametinde attığı adımların AB üyeliği ile bağdaşmadığının bilincinde olması gereken iktidarın farklı ilişki modellerine kapıyı kapatmak isteyeceğinden emin değilim.

Raporun belki en olumsuz bölümü dış politika ile ilgili olanıdır. Ülkemizin AB hedeflerinden uzaklaşmakta olduğu, ayrıca üye ülkeler Yunanistan ile Kıbrıs’la olan sorunlarında hukuk dışı hareket ettiği öne sürülmekte, hatta raporun yayınlanmasından sonra ilave edilen bir paragrafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs’a son olarak yaptığı ziyaret eleştirilmekte, adanın tek meşru hükümeti olarak Rum Yönetimi kabul edildiği için olsa gerek bu ziyaretin gayrı meşru olduğunu iddia etmeye kadar gidilmektedir. Bu ifadeler dahi Kıbrıs sorunu ve Yunanistan ile ilgili sorunlara kalıcı çözümler bulunmadıkça AB ile ilişkilerimizin normalleşmesinin ne kadar güç olduğunu göstermektedir.

Rapor yayınlandıktan sonra ülkemizdeki bazı yorumcular, Parlamento kararlarının bağlayıcı olmadığına ilişkin iddialara yer vermiştir.  Ne yazık ki bu yorumcular AB’ni oluşturan her yeni Antlaşmayla Parlamentonun yetkilerinin ve ağırlığının arttığını ve yapılan bütün katılma antlaşmaları başta olmak üzere kabul edilen tüm AB mevzuatında vazgeçilmez bir  söz hakkı olduğunu bilmemektedirler.

Kaldı ki AB’nin diğer başlıca kurumları Komisyon ile Konseyin farklı düşündüğünü söylemek mümkün değil. 13 Mayıs günü Genişleme Komiseri Marta Kos’un Brüksel’de yaptığı bir konuşmayı zoom üzerinden takip etme imkânım oldu.  Aslen Slovenyalı olan Komiser, genişleme ile ilgili durum muhakemesi yaparken ülkemiz ve son seçimlerden sonra AB’den uzaklaşıp Putin’e yaklaşan Gürcistan’dan hiç bahsetmedi. AB’nin bir değerler manzumesi üzerine bina edildiğini birkaç kez vurguladı. Karadağ ile Arnavutluk’un katılma müzakerelerinde en hızlı ilerleyen ülkeler olduklarını ve 2030 yılına kadar üyeliklerinin sağlanmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, ayrıca Ukrayna ile Moldova’nın katılma müzakerelerinde ilerlemeler sağlanması için gerekli yardımları yaptıklarını anlattı.  Bir soru üzerine ülkemizin AB için stratejik partner olduğunu, ancak demokrasi ve hukuk alanındaki gerilemelerden dolayı adaylığının askıda olduğunu, muhtemelen stratejik değerimizi kastederek üyelik için kısa yol bulunmadığını kendisi de söyledi.  Bu yaklaşım muhakkak ki askeri gücümüz sayesinde AB’ne ucuz bir giriş bileti alacağımızı ümit edenleri üzecektir.  Ancak yukarıda da belirttiğim gibi AB’ne üyelik hevesi olmayan iktidarın böyle bir hesabı olduğunu düşünmüyorum. Komiserin konuşmasında   Kıbrıs’tan bahsetmemesi dikkatimi çekti.  Ancak ülkemizle ilgili bakış akış açısının Parlamentodakinden farklı olmadığı belliydi.  Zaten Komiser Kos’un konuşması öncesinde kendisini dinleyicilere takdim eden Türkiye raportörü Sanchez Amor’dan başkası değildi.

Parlamentonun Türkiye raporu yayınlandıktan kısa bir süre sonra PKK’nın kendisini lağvettiğine ilişkin açıklama geldi.  Bu açıklamada öngörülen silahların terki gerçekleşirse ülkemizde ciddi bir reform sürecinin başlayacağı özellikle, Ceza İnfaz ve Terörle Mücadele Kanunları başta olmak üzere hukuk alanında reformlar, ayrıca kayyım uygulamasına son vermek gibi olumlu adımların atılması ihtimal dışında değil.  Bunlar gerçekleşirse, özellikle bu çerçevede Terörle Mücadele Kanunu nerede ise 10 yıl önce vaat edildiği şekilde kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarına uyarlanırsa sadece ülkemiz için yeni bir sayfa açılmayacak, ayrıca potansiyel olarak AB ile ilişkilerimizde yeni imkanlar yaratılabilecektir.  Komiser Kos’un yaptığı konuşmada bu konuya değinmemiş olması, AB’nin şimdilik bir bekle gör tutumu benimsemekte olduğunu gösteriyor. Umarım ülkemizdeki gelişmeler AB kurumlarının bu tutumu bir an önce terk edip üyeliğe doğru değilse de alternatif bir işbirliği modeline doğru teşvik edici ve yapıcı destek teklif etmelerine kapıyı açacaktır.           

- Advertisment -