Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş

Demek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş

Babacan, DEVA’yı kurarken ısrarla muhafazakar olmadıklarını, çoğunluğun AK Parti’den gelenlerde olmadığını söyledi. İdeolojilerin, sağın, solun geride kaldığını anlattı. Günün sonunda DEVA’da sadece AK Parti kökenli milletvekilleri kaldı. Çünkü ideolojiler sadece kitabi değildir. Kriz anlarında kendi ideolojik evini kuramayanlar baba ocağına geri döner.

Hemen yanı başımızda üçüncü dünya savaşının kıyılarında dolaşılırken, Türkiye CHP’nin “mutlak butlan” tartışmalarıyla bir hayli meşgulken, geçen haftanın küçük siyasi haberlerden biriydi; DEVA Parti’nden iki milletvekili daha istifa etti.

Meclis’e ittifakla 15 milletvekili sokan DEVA’nın milletvekili sayısı böylece 9’a düştü.

En baştan itibaren laik muhalefetin samimiyetini sorguladığı, affetmek için itirafçılık yapıp isim vermesini beklediği, “mavi AKP” diye damgaladığı, her an CHP’yi ve laik muhalefeti satarak AKP’ye gidecekleri anı beklediği DEVA’dan şu ana kadar istifa eden altı milletvekili oldu ve hiçbiri AK Parti’ye geçmedi.

Hatta eski AK Partili bakan, Manisa Milletvekili Selma Aliye Kavaf ve “baba ocağına gittiğini” söyleyen İzmir Milletvekili Seda Kaya CHP’ye geçtiler.

(Bu arada CHP, tek parti olduğu için 40 yaş üstü herkesin zorunlu büyükbaba ocağı zaten, bu büyük bir ayrıcalık değil.)

Son istifa eden iki isim Cem Avşar ve Evrim Rızvanoğlu’nun da CHP’ye geçmesi bekleniyor.

(Dikkat ederseniz milletvekilleri CHP’ye geçtikçe; “seçmene ihanet”ten, “dönek”likten, “o zaman milletvekilliğinden de istifa etsin”lerden bahsedilmiyor, “bunları vekil yapan” Kılıçdaroğlu’na lanet okunmuyor, demokratik lovebombinge maruz bırakılıyor.)

Mustafa Yeneroğlu ve Burak Dalgın ise bağımsız kaldılar

Cem Avşar, Alevi toplumunun sivil toplum örgütlerinden DEVA’ya kurucu olmuş bir isim. Evrim Rızvanoğlu ise Amerika’da uzun yıllar yaşamış siyasete DEVA’da başlamış bir iş kadını.

Mustafa Yeneroğlu dışında istifa eden beş milletvekilinin ortak özelliği; muhafazakar kökenli olmamaları.

Muhtemelen Selma Aliye Kavaf dışındakiler bugüne kadar hiç AK Parti’ye oy vermemiş, seküler kesimden figürler.

Yeneroğlu da 2015’e kadar Almanya’da yaşamış, Türkiye’deki siyasi kutuplaşmanın dışında kalmış bir siyasetçi.

DEVA’da kalan 9 milletvekilinin 8’i ise AK Parti kökenli.

Ya eski milletvekili ya da AK Parti teşkilatlarda görev yapmış isimler.

İstanbul Milletvekili Elif Esen de muhafazakar kesimden bir işkadını.

Bu bir tesadüf olmasa gerek.


Tabii ki insanlar siyasete sadece kutsal davaları gütmek, ideolojik tercihleriyle girmiyorlar.

Siyaset aynı zamanda bir kariyer alanı.

Mesleki kariyer yapmış ya da çok para kazanmış pek çok insan; daha büyük bir kamusal kariyer yapmak için, yönetici, karar verici elitin içine girmek için, milletvekili olmak, bakan olmak, hatta namının yürümesi için siyasete giriyor.

Bu hedefler için seçilen bir partinin ideolojisinden çok; partinin ya da liderinin bu amaçları gerçekleştirebilecek olması ya da ileride o başarı ve gücü kazanabilecek potansiyele sahip görünmesi yeterli.

Bugün olmayan ama gelecekte olabilecek gibi görünen bir başarıya insanlar yatırım yapıyorlar. Potaya ilk girenler arasında olmanın ayrıcalığına oynuyorlar.

Tabii böyle çıkılan bir siyasi kariyerde başarı ve güç gelmeyince, başka güç merkezleri siyasetçileri çekiyor.

Ama bu hikayenin sadece bir kısmı.

Babacan, DEVA’yı kurarken ilk röportajını Karar’a vermişti.

O röportajdan itibaren sık sık ideolojilerin, sağ ve olun artık geride kaldığından bahsetti, “kendimizi ne muhafazakar, ne sağ, ne sol diye tanımlıyoruz. Biz insan kaynağı ile ilgili iki kriter koyduk. Bir; iyi insan olsun istiyoruz, iki; işinde iyi olsun istiyoruz. Başka da hiçbir kriterimiz yok” dedi.

Gerçekten kurucular listesine bakınca ideolojileri belirsiz, iyi CVleri olan tanınmamış insanlarla karşılaştı herkes.

Parti kurulduktan sonra verdiği her röportajda kurucularının ne kadarının AK Parti kökenli olduğunu yüzdesiyle vererek, AK Parti ile arasına mesafe koymaya çok dikkat etti.

Siyaseti bir teknik yönetim becerisi olarak tarifledi, esas beyin takımını da birlikte ekonomiyi yönettikleri arkadaşlarından kurdu.

Ama bu ilk başta kulağa hoş gelen bu çeşitliliğin bir kapsayıcılık değil, renksizlik olduğu kısa sürede anlaşıldı.

Partinin iyi insan ve işinde iyi kriterlerini yerine getiren kurucuları en temel siyasi tartışmalarda tek tek enkaz altında kalmaya başladılar.

Şeyh Said, Kürt meselesi tartışması çıkınca partinin İstanbul İl Başkanı’nın Osman Pamukoğlu ile siyaset yapmış, sıkı bir Kemalist, milliyetçi olduğu ortaya çıktı, DEVA’dan Zafer Partisi’ne ışınlandı.

Süper görünümlü CVleri olan kurucuların, genel başkan yardımlarının bir kısmının tanımadıkları bütün cisimlere FETÖ’cü, PKK’lı, Atatürk düşmanı diyen standart Türk milli eğitiminin çarklarından geçmiş profiller olduğu anlaşıldı.

Objektif bir ölçüsü olmayan “iyi insan, işinde iyi insan” kriteriyle partiye kurucu olarak girmiş olanlara temel meselelerdeki ideolojik pozisyonlarının bile sorulmadığı ortaya çıktı.

Aslında bir insanın zaten siyasete o temel meselelerdeki ideolojik pozisyonları belli olarak, onlar üzerinde bir mutabakatla ve hatta onlar için mücadele amacıyla girmesi beklenirdi. Ama sıfır kilometre siyasi kariyerleri olan süper CV’ler, rasyonel çözüm kitapçıkları, Türkiye’nin kritik tartışmaları karşısında hızlıca su kaynattı.

Günün sonunda DEVA, herkese hitap etmeye çalışırken, kimseye hitap edemeyen, 19 Mayıs kutlama tweetinde Atatürk fotosu var mı yok mu üzerinde hararetli tartışmaların olduğu bir parti oldu.

Partiyi birleştiren tek fikir ise Ali Babacan haline geldi.

CHP listelerinden adaylığa kadar varan ittifakla muhafazakar seçmenden kopuldu, sonra bunun yanlış olduğunu görüp uzun bir direnişten sonra Saadet ve Gelecek ile Meclis’teki ittifakla partideki laikler aidiyet kaybına uğradı, Kürt meselesinde en ileri fikirleri söylerken çözüm sürecine karşı endişeli milliyetçi Lozan refleksleri vererek Kürtlerle bağları da zayıfladı.

Bu fikri kafa karışıklığı buradan bir şey çıkmayacak hissini güçlendirdi.

Günün sonunda DEVA’da milletvekili olarak sadece AK Parti kökenliler kaldı.

Baskın ideolojik fikirleri olmasa da laik kesimden gelenler, siyasette kırılma AK Parti-CHP arasında olunca, DEVA bu güç dengeleri içinde cazibesini kaybedince, baba ocaklarına, kültürel olarak kendilerini daha yakın hissettikleri tarafa doğru kaydılar.

Kaçınılmaz olarak.

Çünkü ideolojiler ölmedi. Eğer ideolojilerden anladığınız liberalizm, sosyal demokrasi, sosyalizm ise evet onların siyasette artık bir kimlik olma halleri bütün dünyada zayıfladı.

Ama siyasette ideolojiler sadece kitabi ideolojiler değil. Bizim kimliklerimiz, hayat tarzlarımız, temel meseleler hakkındaki fikirlerimiz yani bir bir nevi şifai ideolojilerimiz de var.

Üzerimize yapışmış olan, neredeyse deri gibi taşıdığımız, defacto olarak edindiğimiz pozisyonlar bunlar.

Onlardan kurtuluşun iki yolu var, ya tamamen çıkarıp, ötekini giymek.

Ya da cemaatimizi, ailemizi, arkadaşlarımızı karşımıza alarak, ciddi ve cesur bir fikri mücadeleyle kendi kıyafetimizi kendimiz dikmek.

İkinci büyük fikri emek, dirayet gerektiriyor.

Birini çıkarıp, diğerini giymek daha pratik ve muteber bir çözüm.

O yüzden çevremizde bir anda Atatürk’ün değerini anlamış eski İslamcılar, Talat Paşa hayranı oluvermiş solcular var.

Ama bu pozisyonlardan en yanlışı ideolojilerin devrinin geçtiğini düşünmek olmalı.

Babacan, iyi bir ekonomist ve mühendis olarak ideolojilerin devrinin geçtiğini düşünmeye zaten meyyaldi, kutuplaşmanın bittiği, kimlikler arasında geçişkenlik olduğuyla ilgili anketler de bu fikirlerini teyit etti ama o kutuplaşmaların üzerine kurulduğu tartışmalar, fay hatları yerinde duruyordu.

Üzerine konuşmadan, yok sayarak, bir muhasebesi yapılmadan da geçip gitmiş olmadığı görüldü.

Bir alternatif siyasi kimlik inşa etmeden çıkılan bir yolda da ilk tartışmada, kriz anlarında herkes en temelde üzerinde taşıdığı siyasi kimliğine geri döndü.

Şahin Alpay anılarında, İsveç’ten sosyal demokrat olarak döndükten sonra 1993 yılında yeni bir sol için açılımlar yapan Deniz Baykal’a danışman olduğunu ama kısa bir süre sonra Uğur Mumcu cinayeti sonrası Baykal’ın eski klasik laik ve Kemalist CHP çizgisine döndüğünü, danışmanlığının bir anlamı kalmadığını anlatıyor.

Benzer bir durum bugün iktidarın CHP’ye yönelik hukuki taarruzu yüzünden de yaşanıyor. Gazeteciler, akademisyenler, aktivistler mesafeyi boş verip, neredeyse CHP parti delegesi gibi parti içi tartışmaların içine daldılar, baba ocaklarına geri döndüler, öyle ki bir zamanların popüler suçlaması yandaş kavramı bile artık anlamını yitirdi.

Yani özetle ideolojiler, siyasi kimlikler vardır, sur düdüğü çaldığında herkes evine döner, evsizlere iyi bakılmaz, evsizleri çatısının altında toplayacak büyük bir evimiz ise henüz yok.

O evi inşa etmek için de önce mahalleyi iyi tanımakta fayda var…

- Advertisment -