Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHayır, bu Türklük Sözleşmesi değil!

Hayır, bu Türklük Sözleşmesi değil!

Kürtler, 50 yıllık sorunlarını ‘düşman’ iktidarla çözmeyi deneyince, onların sorunları, dertleri ve talepleri bir kenara atılıp sosyalistler ve emekli paşalar bir bildiri altında 100 yıldır bitmeyen Cumhuriyet'in elden gittiği teranesi türküsünü söylemeye başlayabiliyor.

Hayır, bu Türklük Sözleşmesi değil!

“Biz aşağıda imzası yer alanlar Türkiye’nin cumhuriyetçi birikimini bu iddianın arkasında durmaya çağırıyoruz: Barış ve kardeşlik istiyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını; yeni-Osmanlı hayallerini, Türkiye İmparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmaları, ümmetçiliği, etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumları istemiyoruz. Barış ve kardeşlik ve de bağımsız ve laik bir ülke, eşitlikçi bir düzen, planlı bir ekonomi istiyoruz. Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz.”

Sondaki cümlelere gelene kadarki kısım 2000’lerin başında bir Genelkurmay Başkanlığı açıklaması olarak karşımıza çıkabilirdi.

Bu aralar İYİ Parti ve Zafer Partisi’nin çözüm süreci karşıtı mitinglerinde de epey alkış alırdı.

Ama hayır bu sosyalistlerin çözüm süreci karşıtı bildirisi.

Herhalde bu yüzden sonuna konuyla ilgisiz bir “planlı ekonomi istiyoruz” cümlesi eklenmiş ki bunun bir Türkiye Komünist Partisi bildirisi olduğu anlaşılsın.

Genel olarak kendilerini diğer sol partilerden, Kürt siyasetine mesafeli kızıl bir Kemalist-laik-ulusalcı çizgi benimseyerek ayrıştırmaya çalışan- hatta bu çizgiyi abartan parti elamanlarından biri gidip Osman Kavala’nın 9 yıldır hapiste olmasına neden olan ilk Sorosçu ihbarını savcılığa yapmıştı- TKP’nin böyle bir bildiri yayınlamasının haber değeri pek yok.

Ama 3 yıl öncesine kadar Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanı olan emekli Tuğamiral Yalçın Özkütük ile Korkut Boratav ve Nejat Yavaşoğlu’nu aynı bildirinin altına imza attıranın ne olduğu üzerine konuşmak gerek.

Çözüm süreci ve PKK’nın silah bırakması üzerine yazılmış bir bildiride konuyla ilgili olabilecek tek cümle, güzellik yarışmalarında edilmiş de olabilecek bir “Barış ve kardeşlik istiyoruz” cümlesi.

Geri kalan cümlelerde ise geleneksel ulusalcı-Kemalist-laik evhamlar, korkular sıralanmış.

Ama okuyunca en önce “Türkiye imparatorluğu gibi gayrimeşru adlandırmalar” cümlesi dikkat çekiyor.

Bu lafı duymamıştım, Googleladım.

Meğerse bu kadar sol, sosyalist, Kemalist entelektüel, gazeteci, akademisyen, aktivistin oturup karşısında bildiri imzaladıkları bu “gayrimeşru adlandırma”, AK Partili Mücahit Birinci’nin bir tweetinde geçiyormuş.

Türkiye’nin uçurumdan yuvarlanmasına neden olacak diğer kaygıları da en az bunun kadar kaygı verici.

Mesela son yüzyılda Türkiye’nin sınırlarına karşı en ciddi tehdit olan PKK, 50 yıl sonra silah bırakırken “Mevcut sınırlarımızı” bir bildiriye yazılacak kadar kim tartıştı acaba diye merak ediyorsunuz.

Mesela Hacı Yakışıklı mı?

PKK’nın kendini fesih bildirisindeki Lozan atıflarından “Lozan Anlaşması’nın sorgulanması”na varmışlar.

50 yıl silahla Lozan’ı sorgulatamayan PKK, silah bırakırken ortada bir sebep de yokken Lozan’ı sorgulatacakmış.

“Yeni-Osmanlı hayalleri”, “ümmetçilik” ise Erdoğan’ın Kızılcahamam konuşmasına atıf.

Erdoğan herhalde 15 yaşından beri ümmetçi ve yeni Osmanlı hayali içinde. 21 yıllık iktidarda ulaşılamamış bu hayallere PKK’nın silah bırakmasıyla nasıl varılacakmış?

PKK, Hamidiye Alayları mı olacak? Duran Kalkan, Horasan Erenleri gibi Balkanlara akıncı olarak mı gönderilecek?

“Etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı siyasal yapı ve kurumlar” derken de Bahçeli’nin kapalı parti toplantısında Cumhurbaşkanı yardımcıları neden Kürt ve Alevi olmasın sözleri kastediliyor.

En şapka uçuran yer de burası.

İki yıl önce biri, gün gelecek MHP lideri “cumhurbaşkanı yardımcısı Kürt ve Alevi olsun, ne var bunda” noktasına gelecek ama buna sosyalistler itiraz edecek dese kim inanırdı acaba?

Peki, nasıl olmuş da pek çoğu Kürt meselesiyle ilgili de bir bildirinin altına imza atabilecek bu kadar sosyalist, solcu çözüm süreciyle

tetiklenip ülke uçuruma sürükleniyor diyen bir bildiriye imza attı?

Çözüm süreci ilerledikçe, kaçınılmaz olarak iktidarla işbirliği yapıyor diye muhalif kesimlerde Kürtlerin dokunulmazlık zırhının kalkacağını, onlara atışın serbest hale geleceğini, hatta bunun Kürt meselesi inkarcılığına, ulusalcılığa, milliyetçiliklere kadar varacağını daha önce yazmıştık.

Bu oluyor ve daha çok olacak.

Ama burada olan iddia edildiği gtibi Türklük Sözleşmesi’nin devreye girmesi değil.

Barış Ünlü’nün ünlü Türklük Sözleşmesi kitabından bahsediyorum.

Kitapta Türklük Sözleşmesi; Türkiye’nin yazılı olmayan esas anayasası, bilinçdışı düzeyinde bir körlük, Türkleri yeri gelince birleştiren bir ortak imtiyazlı ve üstünlükçü olma duygusu olarak tarif ediliyor.

Değerli ve cesur bir anlama çabası ama her şeyi açıklayan gizli bir formül muamelesi yapılmasını hep sorunlu buldum.

Çünkü, milliyetçilik, Türklük herşeyin arkasındaki esas motif, en geniş kapsayıcı kimlik hiçbir zaman olmadı.

“Kürt meselesi Türkiye’nin en büyük sorunu”, “o çözülmeden hiçbirşey düzelmez” gibi abartılara da hiçbir zaman inanmadım.

Bunlar bana Türk ve Kürt demokratların daha büyük meselelerle yüzleşmemek için buldukları ahlaki sığınma pozisyonları gibi geldi.

Nitekim bugün yaşananlar bunu doğruluyor.

Kürt meselesinin en önemli kısmı olan silah meselesi bugün çözülürken, yıllarca Kürt meselesi en büyük mesele, o çözülmeden hiçbirşey çözülmez diye sloganlar atanların bir kısmı başka büyük meseleleri olduğunu keşfettiler, onlar çözülmeden bu da çözülemez hatta çözülmemeli demeye başladılar.

Zaten eğer gerçekten herşeyin arkasında bir Türklük Sözleşmesi olsaydı bugün Türklüğünden şüphe edilemez MHP çözüm sürecini hararetle savunurken, kendini hiç Türklükle tarif etmemiş sosyalistler uçuruma yuvarlanan Cumhuriyet için bildiri imzalamazdı.

Bildirideki kaygılara da milliyetçi kaygılar diyemeyiz.

PKK silah bırakırken bile akla gelen kaygılar; Türkiye’nin geleneksel İslam-laiklik, gericilik-ilericilik çatışmasının kaygıları.

PKK silah bırakırken “Türkiye İmparatorluğu” kaygısına düşmenin milliyetçilik ya da Kürt karşıtlığıyla bir ilgisi olmasa gerek.

Zaten bütün bu evhamları ve kaygıları üreten tweetler, yazılar, konuşmalar da değil.

Onlar da herhalde bunların ciddi olmadığının farkındalar.

Esas kaygı verici olan; 50 yıllık bir tarihi meseleyi ontolojik düşman AK Parti ve MHP iktidarının çözmesi, Kürtlerin de bu iktidarla işbirliği yapıp muhalefet bloğundan kopması.

DEM-PKK çizgisinin 1970’lerden beri bir biçimde parçası olduğu sosyalist- laik muhalefet bloğundan ayrılması bir sonraki seçimin sonucunu etkileyebilecek bir mesele.

Yani mesele Kürtlerin meseleleri değil, İslamcı iktidar karşısında laik muhalefetin meseleleri.

Aslında her zaman öyleydi.

Sosyalistler uzun yıllar boyunca Kürt meselesini görmediler.

Türkiye Komünist Partisi geleneğinin en önemli isimlerinden Şefik Hüsnü, Şeyh Said isyanı için şöyle yazmıştı:

“1925 yılı başında Kürtlerin büyük dinci, gerici ayaklanması, milliyetçi burjuvaziye Anadolu’nun doğu vilayetlerindeki feodal düzenin kalıntılarını tasfiye etmek için iyi bir fırsat oldu…”

1928’de Komünist Enternasyonale sunulan raporda ise isyanın bastırılması yetersiz bulunuyordu:

“Kemalist iktidar, Kürdistan’daki ünlü karşı-devrimi (1925) bile bu bölgede feodal toprak ağalığını tasfiye için kullanamadı. Sadece Kemalist hükümete düşman birkaç feodali cezalandırmakla yetindi.”

O yüzden 27 Haziran 1937’de Komintern’e Dersim İsyanı başlıklı rapor sunan Marat’ın (73-83 yılları arasında TKP’nin genel sekreteri İsmail Bilen) raporu “Dersim’de yeni bir irtica hareketi oldu. Yeni bir Kürt isyanı koptu” diye başlıyor ve şöyle devam ediyordu:

“Yani mürteci, Dersim beylerinin kaldırdıkları irtica isyanında Kürt köylülerinin, Dersimli fakir emekçi halkının, asker Türk köylülerinin ve halkının kanları akmıştır.”

İki gün sonra bu kez Rasim Davaz (Ki onun da İsmail Bilen olduğu düşünülmektedir) imzasıyla Komintern’in yayın organı Rundschau’da çıkan “Yeni Bir Kürt Ayaklanması” başlıklı yazıda “Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişiyle karşı kaşıya bulunuyoruz” demişti.

Aynı yazıda Naşit Hakkı’dan şu cümlelerine ise ‘doğrudur’ diyerek yer veriliyordu:

“Bugün on binlerce vatandaşımızın, sayıları birkaç yüzü geçmeyen reislerin, seyitlerin ve bunların akrabalarının kuşaktan kuşağa, elden ele geçen oyuncağı olma bahtsızlığına uğramış durumdadır. Bu vatandaşlara uygarca yaşamanın, onların şimdiki yaşayışlarından tamamen farklı bir şey olduğunu anlatabilmek için, her şeyden önce onları, bu bir avuç eşkıyanın kölesi olma durumundan ve egemenliğinden kurtarmak ve bu vatandaşlara özgür olma hakkını ve hayatlarını kazanma hakkını vermek gerekir.”

‘Merkez’ böyle deyince uyduların aksini söylemesi beklenemezdi

Dersim harekâtına Sertellerin solcu-muhalif Tan gazetesi en az CHP medyası kadar hararetle destek vermiş, haberlerinde operasyondan “Dersim belasından kurtuluyoruz, çapulcular hesap veriyor” cümleleriyle bahsetmişti.

Uzun yıllar Türk solunda Kürt meselesi ve Kürt isyanları gerici feodal ayaklanmalar olarak görüldü.

Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin Düzeni’nde Dersim isyanından “Ağalığı tasfiye” bahsinde “Kürt isyanları üzerine birtakım beylerin sürülmesi bile, durumu değiştirmemiş, köylü, beylerin yerinde kalan nazır ve akrabalarına vergisini vermiştir. Dersim’de Seyyid Rıza, 230 köye hükmetmektedir” (cilt: 1, s. 481) ‘kaçırılan bir fırsat’ gibi bahsetti.

Şeyh Said ve Seyid Rıza, feodal, gericiler olarak lanetlendi.

Ta ki sosyalist Kürt örgütleri ortaya çıkana kadar.

Özellikle 70’lerin sonlarına doğru Türk solu, Kürt yoldaşlarla dayanışmayı yükseltti. Hatta örgütler bu mesele etrafında bölündü, ayrıştı.

Sosyalist Kürt hareketleri, tabii 80’lerden sonra PKK, sosyalist, gericiliğe, feodalizme karşı müttefik olarak görüldü.

Sonra seçim ittifakları geldi.

İşte son çözüm süreci bu 50 yıllık ittifak hissini sarsıyor.

Kürtlerin “gerici, sağcı iktidarla işbirliği” yaptığı, esas büyük kavgada saf değiştirip, onlara ihanet ettiği düşünülüyor.

Bu da Kürtlerle ilgili dokunulmazlık zırhının kalkmasına neden oluyor.

Ortaya da böyle sosyalist ekonomistlerle emekli paşaların birlikte imzaladıkları “ülke uçurumdan yuvarlanıyor” bildirileri çıkıyor.

Tabii hala Türkiye’de çözümden yana, Kürt meselesi konusunda hassas geniş bir sol muhalefet var. Ama onlardan çok diğer muhalefetin sesi yükseliyor.

Özetle; Kürt siyasetinin iktidarla yeni pragmatik ittifakı, solla eski ittifakının da pragmatik olduğunu göstermiş oldu.

Kürt meselesindeki hassasiyetler de bu büyük ilerici-gerici kavgasında Kürtler onların tarafında, onlarla birlikte durduğu için oluşmuş pragmatik bir hassasiyetlermiş.

Kürtler, 50 yıllık sorunlarını ‘düşman’ iktidarla çözmeyi deneyince, onların sorunları, dertleri ve talepleri bir kenara atılıp sosyalistler ve emekli paşalar bir bildiri altında 100 yıldır bitmeyen Cumhuriyetin elden gittiği teranesi türküsünü söylemeye başlayabiliyor.

Müttefiklik bitince Kürt sorunu da bitiyor, PKK’nın silah bırakması tuhaf biçimde geleneksel laik ümmetçilik, yeni Osmanlıcılık, Lozan kaygılarını tetikliyor.

Uçuruma yuvarlanan ülke değil ama bir dönem ve o dönemi oluşturan fikirler olduğu kesin.

Galiba bundan kaygı duymamıza da gerek yok.

- Advertisment -