Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMillet can, Trump mal derdindeyken…

Millet can, Trump mal derdindeyken…

Trump belki Nobel Barış ödülünü alamaz ama Türkiye’deki çözüm sürecine istemeden büyük bir katkısı oluyor. Trump’la görüşmenin bu anlamda kazasız belasız bitmesi bile başarı sayılabilir. Erdoğan’dan bir kaç saat sonra Beyaz Saray’a gelen Pakistan Başbakanı gibi madenlerimizi vermeden, Güney Kore gibi ülkeyi ekonomik krize sokacak yatırım vaadleriyle zorbalanmadan biraz gaz alarak eve geri dönülüyor.

Trump’ın Erdoğan’la Beyaz Saray’daki zirvesi üzerine devam eden tartışmalara girmeden önce Trump’ın önceki gün Erdoğan’dan sonraki misafiriyle ne konuştuğuna bir bakalım.

BM yıllık toplantıları sırasında liderlerle görüşmelerini New York’ta yapan Trump, zirve için gelen sadece üç lidere Beyaz Saray’da randevu verdi.

Erdoğan, Netanyahu ve Pakistan Başbakanı Şehbaz Şerif.

Şerif, Erdoğan’dan saatler sonra Beyaz Saray’a giriş yaptı. Blair House’da kalmadı. Düşük bir devlet protokolüyle ağırlandı.

Ama esas ilginç olanı yanında sadece Genelkurmay Başkanı Asım Münir vardı.

Aslında tuhaf bir şekilde Trump’ın esas övgülerini de Genelkurmay Başkanı Münir aldı.

İkiliyi kapıda 30 dakikadan fazla bekleyince şaka yaparak “Oval Ofis’te bir yerde olabilirler. Şu anda bu odada bile olabilirler, bilmiyorum” dedi Trump. Sonra da gazetecilere “Büyük bir lider geliyor… Pakistan Başbakanı ve Mareşal. Mareşal çok büyük bir adam ve Başbakan”

Mareşal dediği Asım Munir’i birkaç ay önce tek başına bütün protokolü yerle bir ederek Beyaz Saray’da ağırlamıştı Trump.

Çünkü Pakistan’da esas patron ordu.

Trump’ın en büyük övünç kaynaklarından biri de Hindistan-Pakistan savaşını bitirmiş olmak.

İdeolojik olarak daha yakın olduğu Modi’nin Hindistan’ına Rusya ile petrol ticareti yaptığı için öfkeli, o yüzden gümrükleri yükseltip, İsrailcilikten İslamofobi’ye kadar MAGA kafasına çok yakın olan Modi’yi üzmüştü.

Peki Pakistan’a bu ilgisinin sebebi sadece bu mu?

Hayır değil.

Al Jazeera’dan bu randevunun hikayesini okuyalım:

“Bu ayın başlarında Pakistan Başbakanı’nın konutunda düzenlenen yüksek profilli bir imza töreni, ülkenin ABD’ye sunduğu yeni teklifin ipuçlarını verdi. 8 Eylül’de, Şerif ve Pakistan Genelkurmay Başkanı Mareşal Asim Munir’in yanı sıra İslamabad ve Washington’dan üst düzey yetkililerin katıldığı törende iki mutabakat zaptı imzalandı.

Baş anlaşma Pakistan’ın ABD’ye kritik mineraller ve nadir toprak elementleri tedarik etmesi üzerineydi. Trump’ın Temmuz ayında Pakistan’ın “devasa petrol rezervlerini” geliştirmek için birlikte çalışacağı yönündeki taahhüdünün ardından geldi. Bir Amerikan şirketi, Pakistan’daki madenlere 500 milyon dolarlık yatırım yapıyor.

Şu ana kadar, Pakistan’ın yaklaşımı işe yarıyor gibi görünüyor. Bu durum, bu yılın başlarında göreve dönen Trump’ın 2018’de İslamabad’ın Washington’a “yalandan ve hileden başka bir şey vermediğini” söylediği dönemi hatırlayan pek çok analistin öngörmediği daha geniş çaplı bir ABD ile yakınlaşmaya işaret ediyor.”

Yani Pakistan Amerika’ya minerallerini ve petrolünü sundu.

Bu yüzden en son 2019’da şimdi hapiste olan Imran Khan’ın geldiği Beyaz Saray’a daveti aldı Şerif. Belki de daveti alan Münir’dir.

Görüşme tamamen basına kapalı yapıldığı için 1 saat 20 dakikada ne konuşulduğu meçhul.

Ama Pakistan Başbakanlığının dediği gibi Gazze konuşulmadığı açık.

Trump görüşmede son gördüğü Pakistan Başbakanı Imran Khan’ın neden hapiste olduğuyla da ilgilenmemiştir.

İmkanını bulsa Clinton’u, Biden’ı hapse attırabilir.

Ama Pakistan’ın ona ve Amerika’ya verecekleriyle ilgileniyor.

Sadece zayıf bulduğu ülkelere değil, en yakın müttefiklerine de “Peki sen Amerika’ya ne vereceksin” perspektifiyle bakıyor.

Kanada’dan ABD’nin eyaleti olmasını, Danimarka’dan Grönland’ı, Panama’dan kanalı, bütün Avrupa’dan NATO’ya para vermelerini, Hindistan’dan Rusya’dan gazı kesmesini…

En son Çin’e karşı Asya’daki iki sadık müttefiki Japonya ve Güney Kore’yi sıkıştırıyordu.

Erdoğan görüşmesi sonrası gazetecilere “Japonya 550, Güney Kore 350 milyar dolar yatırımı ABD’ye “peşin” yapacak” dedi.

Güney Kore başbakanı çıkıp, bu kadar yatırım yaparsak ekonomik krize gireriz diyebildi. Japonya henüz sesini çıkaramadı.

Yani Trump’ın her ülkeyle ilk gündemi “Önce Amerika.”

Demokrasi, insan hakları ya da müttefiklik sicil ne olursa olsun, her ülke önce bu testi geçmeli.

ABD’ye yatırım yaparak, madenlerini açarak ya da bir fedakarlık yaparak siyaseten sadakatini göstermeli.

Tabii “ Size Nobel vermeyecekler de kime verecekler” türü iltifatlardan da çok hoşlanıyor Trump.

En hoşlanmayacağı şeylerden biri de herhalde Erdoğan’ın yaptığı gibi Fox News’a çıkıp “Trump, Ukrayna ve Gazze’de savaşı bitirebildi mi?” diye sorması olmuştur.

Bu Özgür Özel’in Ahaber’den Erdoğan’ı eleştirmesi gibi bir şey.

O yüzden Erdoğan’a hemen cevap, koltuğunu Trump’a sadakatini ispatlamaya borçlu olan Marco Rubio’dan geldi.

Başkanımızla beş dakika görüşmek için liderler yalvarıyor türü bir cevap da memnun edilmek istenen kişi de Trump.

Trump’ın A9’daki Adnan Hoca programlarına benzeyen kabine toplantılarını izleyenler bunun şu anda Amerika’nın rutini olduğunu anlayacaktır.

Tom Barrack’ın meşruiyet açıklaması bile bir tür Trump’a sadakat gösterisi olabilir. Belki de sadece kendini diplomatik sınırlar olmadan rahatça ifade eden Barrack’ın büyük reis Trump’ı överken kendini kaybettiği bir anda yaptığı bir boşboğazlılığıydı.

Görüşmede Erdoğan’ın d “Tom” diye hitap ettiğini ve kravat hediye ettiğini öğrendiğimiz Barrack, “meşruiyet”ten kastının Türkiye’deki meşruiyeti değil, ABD’de deki meşruiyeti olduğunu açıkladı.

Günün sonunda Ankara’nın yıllar sonra bulduğu en yandaş ABD elçisi olan Barrack’ın iktidara laf çakmak isteyebileceğine inanan inanmaya devam edebilir.

Zaten Ankara da görüşme öncesi Erdoğan’ın Fox’ta kırdığı pot için apar topar bir “yanlış anlaşıldı” düzeltmesi yaparak, o sözün intikamının görüşme sırasında alınması engellemeye çalıştı.

Peki, “Seçimlere hileyi en iyi bilenlerden biridir” sözü o Fox’taki sözün intikamı olabilir mi?

Sözün bu anlama açık olduğu açık. Ama bağlamında Trump, 2020’de seçim hilesiyle sürgüne gönderildiği günleri, Erdoğan’la o günlerde temasta olduğunu anlatıyor ve onun bu dostluğunu övüyordu. Onun kendi seçiminin hileli olduğunu herkesten iyi bildiğini de söylemiş olabilir.

Trump’ın Türkiye’deki seçimlerle ilgili bir hile tartışması olduğunu bildiğini zannetmek bayağı iyiniyetli bir Trump okuması olur. Trump’ın Türkiye’de seçimler ve partiler olduğunu bilmesi bile şaşırtıcı bulunabilir.

Türkiye’de muhalefetin bile dünyada duyulmuş bir seçim hilesi iddiası olmadı.

Zaten Türkiye’deki demokrasi sorunlarının Trump’ın umurunda olduğunu zannedenler için dünya fazla tehlikeli bir yer olabilir.

Trump’ın Erdoğan’la ilgili gündemi de esas olarak ticariydi.

Yani bu görüşmenin New York’ta BM binasında değil, Beyaz Saray’da yapılmasını sağlayan Türkiye’nin Amerika’ya vaatleri oldu.

Beyaz Saray bileti zaten 300 Boeing siparişiyle alınmıştı.

Ama daha görüşme öncesinde toplantının gündeminin F-35’ler olduğu açıklanmıştı.

O yüzden Trump görüşmeye yakasında bir F22 rozetiyle geldi.

Lockheed Martin yapımı F-22 Raptor Hayalet Avcı Uçağı sadece Amerikan Hava Kuvvetleri’nde kullanılan mevcut en üstün savaş jeti. 2005’den beri ABD ordusu tarafından kullanılıyor ve başka bir hiçbir ülkeye de satılmıyor.

Ama Trump’ın yakasına o rozeti takan Lockheed Martin’in iki modeliyle Türkiye yakından ilgili:

F-16’lar ve F-35’ler.

Lockheed Martin’in son 40 yıldır en büyük müşterilerinden biri Türkiye. Pek çok Batılı müttefike satılan F-35’leri alamayan tek müttefik ülke de Türkiye.

Türkiye’nin 40 uçak siparişi, şirket için hayati derecede önemli.

Trump’ın en çok istediği şey Türkiye’ye F-35 satmak.

Fakat bunun için Trump’ın görüşme sonrasında dediği gibi Türkiye’nin atması gereken adımlar var.

Çünkü CAATSA Yaptırımları bu satışa engel. Tabii Kongre’nin de onayı da gerekiyor.

Caatsa Yaptırımları’nın kalkması için Türkiye’nin S-400’lerden kurtulması gerekiyor. Kongre onayı içinse Türkiye’ye F-35 satışına karşı çıkan Yunan ve İsrail lobisinin ikna edilmesi.

Erdoğan’ın daha toplantının başında soru bile sorulmamışken Heybeliada Ruhban Okulu’nu açma vaadinin sebebi, bir anda Türkiye’nin dini özgürlükler konusunda yaşadığı aydınlanma değil.

Bu Yunan Lobisi’nin Kongre’deki direncini kırmak.

Zaten toplantının başında Trump’ın Heybeliada’yla ilgili konuştuğu görülüyor.

Ovsl Ofis’te Zelenski’yi linç etmesinden birkaç ay sonra bir anda Putin’e karşı dönen Trump’ın diğer gündemi Rusya’ya karşı ambargoyu sertleştirmek.

Rusya’yı sıkıştıracak esas ambargo gaz ve petrol ambargosu. Bu yüzden Hindistan’ı kızdırmıştı. Rusya ile gaz ticaretine devam eden ideolojik müttefiki Orban’ı sıkıştırıyor.

Türkiye’ye de sıra geldi. Görüşmede Türkiye’den de Rusya ile gaz ilişkisini kesmesini istedi.

Yerine de Amerikan gazı verildi.

Bu arada unutmamak gerek; Amerikan’ın gaz üretim fazlası var. Rusya’ya sertleşen ambargonun böyle bir ticari boyutu da var.

Suriye konusunda zaten ABD ile Türkiye arasında bir fark kalmadı. Trump’a göre Erdoğan Suriye fatihi. 2000 yıldır yapmak istediğini yaptı ama bunu asla kabul etmiyor. Bu iddiasını üç kere tekrarladı toplantıda.

Geriye kalıyor Gazze. O konuda fikirler farklı ama daha iki gün önce New York’ta bir Gazze ateşkes zirvesinde Erdoğan diğer Arap ve Müslüman ülkelerle Trump’la buluştu ve somut bir plan üzerinde konuşuldu. Bu planla ilgili üç gün sonra Beyaz Saray’a gelecek Netanyahu’yu sıkıştıracak Trump.

Onun öncesinde Oval Ofis’te Erdoğan konuyu açıp gerilim yaratmak istememiştir. Trump da bunu istemezdi. Türkiye, Oval Ofis’te aktivizm yapmak için fazla büyük bir NATO müttefiki.

Bu sessizlik üzerinde konuşulan anlaşmanın ciddi olduğunu da gösteriyor.

Yani karşımızda Erdoğan’a “Seçim hilesini en iyi sen bilirsin” diye laf atacak bir Trump yok.

Trump’ın Türkiye’deki demokrasi ya da hukuk umurunda değil.

Tabii hukuk gidip bir Amerikalı pastorü tutuklamazsa.

Onu bile sanki Brunson’ı Türkiye’deki birileri kaçırmış da Erdoğan kurtarıp kendisine göndermiş gibi anlatıyor.

Zaten bu olayla ilgili aklında kalan tek şey telefon açtığında Evanjelik rahibin gönderilmiş olması.

Trump’ın diğer başka kudretli liderler gibi Erdoğan’ı çok sevdiği açık. Hatta etrafındaki daha ideolojik önyargıları olan Rubio gibi profiller bu sevgiden hiç de memnun değiller.

Bu sevginin Türkiye’ye bir zararı yok. Aksine. Türkiye’yi Trump yıllarında gereksiz hırpalanmalardan koruyabilir. İlk Trump döneminde bir tweetle bozulan dolar dengesi hala düzelememiş bir ülke Türkiye.

Ayrıca Trump’ın varlığı, örneğin Suriye’de Türkiye için büyük bir avantaj.

ABD’de çok üst düzey ağırlanan Şara’nın New York’tan Suriye’ye daha da güçlü bir lider olarak döndü. Bu da SDG’yi Şam’la uzlaşmayı daha da teşvik edecek.

Trump belki Nobel Barış ödülünü alamaz ama Türkiye’deki çözüm sürecine istemeden büyük bir katkısı oluyor.

Bu yüzden bile idare edilmeli, bir miktar suyuna gidilmeli.

Trump’la görüşme bu anlamda başarılı bir mesaj verdi. Kazasız belasız bitmesi bile başarı sayılabilir.

Pakistan gibi madenlerimizi vermeden, Güney Kore gibi ülkeyi ekonomik krize sokacak yatırım vaadleriyle zorbalanmadan biraz gaz alarak eve geri dönülüyor.

Biraz para harcandı ama değdi…

- Advertisment -