Fatih Altaylı’nın Öcalan’la Lübnan Barelias kasabasında yaptığı röportaj PKK’ya yakın bir sitede yayınlandı.
Daha önce de röportajdan çeşitli bölümler internete düşmüştü.
Röportaj sırasında çekilmiş bir fotoğraf 2008’de yine dolaşıma girmiş ve üzerinde çok konuşulmuştu.
Ama röportajın tamamı ilk kez yayınlanıyor.
Bunu Öcalan PR’ına bağlayan, zamanlama manidar diyenler oldu.
Kim ne kadar farkında bilinmez ama karşımızda önemli bir tarihi belge var.
Öcalan, sadece 47 yıldır Türkiye’nin mücadele ettiği bir örgütün lideri değil, 1990’lardan beri yani son 35 yıldır devletin müzakere ettiği de biri.
Türkiye’nin son 40 yılındaki her şekliyle devleti, siyasi ve askeri liderleri tanıyan, onların hepsiyle temas kurmuş, müzakere etmiş yaşayan son tanıklardan biri de…
Röportajda en dikkat çeken şey zaten o yıllarda devletin parçalanmışlığı. Herkesin bir devleti var: Askerlerin, MİT’in, çetelerin ve her gelen iktidarın…
Ve Öcalan sürekli muhatap olarak güçlü bir aktör arıyor kendine.
Hatta “keşke bir Atatürk olsaydı da beni öldürseydi” gibi çok sofistike bir cümle ile bunu ifade ediyor.
Altaylı mülakatından Öcalan’ın sırayla devrin Başbakanları Mesut Yılmaz ve Erbakan ile temaslarını öğreniyoruz.
Ama bizzat bu röportajın kendisi de bir başka devlet-PKK diyaloğunun parçasıydı.
O anlamda tarihi bir belge var karşımızda.
Bunu açmadan önce röportajın hangi bağlamda ve tarihsel dönemde yapıldığına bakalım.
Röportajla ilgili haberlerde bunun 27 yıllık yani 1997’da yapılmış bir röportaj olduğu yazıldı.
Fatih Altaylı, bu röportajla ilgili 2008’de yazdığı bir yazıda röportajı 1997’de yaptığını söylemişti. 2023’de yazdığı bir yazıda ise 1998’de yaptığını…
Bağlamı tam olarak göstermek için tam tarih önemli.
Aslında röportajda tam tarihiyle ilgili bir ipucu var.
Öcalan, konuşmasının bir yerinde “dün izlediği Mesut Yılmaz’ın Susurluk çetelerini kırk haramilere benzettiği” bir konuşmasından bahsediyor.
O konuşma 18 Aralık 1996 tarihli Yılmaz’ın Meclis’teki bütçe konuşması.
Yani röportajın tam tarihini biliyoruz: 19 Aralık 1996.
İktidarda Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonu var. Başbakan da Erbakan.
Altaylı Hürriyet yazarı ve Kanal D’de de Teke Tek’i yapıyor.
Ama henüz laiklik krizleri yok, Müslüm Gündüz-Fadime Şahin skandalları patlamamış, Sincan’daki Kudüs Gecesi yapılmamış…
Ama eli kulağında…
Yani Susurluk Kazası’ndan sonra, 28 Şubat’tan önceki ara bir dönemde yapılmış bu röportaj.
Röportajdan, Altaylı’nın daha önce de Öcalan’la görüşmeyi denediği anlaşılıyor.
Bunu anladığımız yer önemli, çünkü orada 1996’daki dört aylık kısa Başbakanlığı sırasında Mesut Yılmaz’ın da Öcalan’la temaslarını bizzat Öcalan’dan duyuyoruz:
“Fatih Altaylı: Mesut Yılmaz’la mektuplaşmanız oldu. Siz ona bir mektup yazmıştınız, o size cevap yazdı mı yazmadı mı o belli olmadı. Ben Lübnan’a gelmiştim, sizle telefonla görüşmemiz olmuştu. Siz umutluydunuz sanki Mesut Yılmaz’dan. Ne oldu sonra, bir adım atılabildi mi?
Öcalan: Sonra gitti bir iki konuşma da yaptı. Kürt meselesini ille de çözeceğiz diye. Sonra ne yaptığı ortaya çıktı. Bilinen suikast ortaya çıktı.”
Bunun arka planını biraz daha geriden alıp anlatmak gerekiyor.
PKK’nın ilk ateşkes ilanının tarihi 17 Mart 1993.
Bu herkesin bildiği ilk çözüm sürecinin sonucuydu.
Özal’ın girişimiyle yapılan, Cengiz Çandar’ın arabulucu olduğu, meşhur Talabanili, Ahmet Türklü basın toplantısıyla duyurulan ateşkes.
Özal’ın Nisan 1993’de ölümünden sonra da bu süreç Demirel tarafından sürdürüldü.
1993 Mayıs MGK’sından kapsamlı bir PKK’lılara af tavsiye kararı çıktı. Tam Başbakanlık yasa için hazırlık yaparken, aynı gece 33 Er katliamı yaşandı.
Ve bu süreç kanlı bir dönemi açarak kapandı.
PKK ikinci ateşkes ilanını yine bizzat MED TV’ye bağlanan Öcalan’ın ağzından 15 Aralık 1995’de yaptı.
Peki ne olmuştu da bu kararı vermişti?
Bu da aslında yine temasların sonucuydu ama daha az biliniyor.
24 Aralık 1995’de Türkiye seçime gidiyordu. Başbakan Çiller’di. Bir ara Kürt meselesine çözüm için Bask Modeli de önermiş Çiller, seçime doğru, Talabani üzerinden Öcalan’a haber göndermiş, seçime çatışmasız gitmek istemişti. Çünkü Çiller, PKK’yı bitirdiğini iddia ediyordu ve seçimdeki en büyük kozu buydu. Rutin dışına da çıkarak devlet PKK’ya ağır darbeler vurmuştu ama bitirememişti.
İddialara göre Hikmet Çetin üzerinden de temaslar olmuş ve Öcalan seçime gidilirken ateşkes kararı vermişti.
Seçimlerden iki dikkat çekici sonuç çıkmıştı: Refah Partisi birinci olmuştu.
Ve askeri operasyonlar, köy boşaltmalar, faili meçhuller, tutuklamalara rağmen HADEP 1milyon 171 bin 623 oy almıştı.
Bu büyük rakam PKK’nın sadece askeri yöntemlerle bitirilemeyeceğiyle ilgili devlette bir fikrin yerleşmesini sağlamıştı.
1995 seçimlerinden sonra ANAP-DYP Hükümeti kuruldu ve Mesut Yılmaz başbakan oldu.
İşte tam bu noktada Yılmaz da PKK ile müzakereyi denedi.
Daha sonra PKK’nın açıkladığı belgelerden öğrendiğimize göre o sırada Mesut Yılmaz’a danışmanlık yapan Işıl Alatlı (Alev Alatlı’nın kardeşi) 16 Nisan 1996 günü Brüksel’de PKK’nın Avrupa sorumlusu Abdurrahman Çadırcı’yla buluştu.
Yılmaz’ın ve Genelkurmay’ın mesajını iletti.
İşte Altaylı’nın Öcalan’a sorduğu ve Öcalan’ın umutlu olduğu temaslar buydu. Gerçekten de Yılmaz, Öcalan’ın dediği gibi o günlerde Kürt meselesinin bitirilmesiyle ilgili cesur konuşmalar da yapmıştı.
Bu temasları bitiren ise 6 Mayıs 1996 günü Şam’da Öcalan’a çok yakın bir yerde C-4 ile bir minibüs patlatılması yapılan başarısız suikast girişimi oldu.
Arkasında Yeşil olduğu söylenen bu suikastı o günler de PKK’ya yakın olan Yalçın Küçük’ün Ankara’daki bir siyasetçiden öğrenip Öcalan’a ihbar ettiği ileri sürülmüştü.
O siyasetçinin kendisi temas kurarken, MİT’in suikast girişiminden rahatsız olan Mesut Yılmaz olduğu iddia ediliyor. Ama hep bir spekülasyon olarak kaldı bu.
Öcalan o suikast girişimi gecesi MED TV’ye çıkıp “biz barış, kardeşlik diyoruz, bu savaşı bitirelim diyoruz, karşılığında bomba alıyoruz” demişti.
Sonra ANAYOL Hükümeti çöktü ve 28 Haziran 1996’da büyük tartışmalarla REFAHYOL Hükümeti kuruldu ve Başbakanlık koltuğuna Necmettin Erbakan oturdu.
Ve gelenek sürdü.
Bu kez Öcalan ve PKK ile temas sırası Erbakan’daydı.
Fatih Altaylı’ya verdiği röportaj bu açıdan tarihi bir belge.
Çünkü bu temasların hala sürdüğü bir anda yapılmış.
Öyle ki o dönem çok sıkı bir laik ve Kemalist olan Fatih Altaylı, Erbakan’ın İran, Libya gezilerini örnek göstererek Kürt sorununu çözmek için de böyle kendi iradesiyle hareket edebileceğiyle ilgili pozitif bir değerlendirmesini Öcalan’a iletmiş.
Erbakan için “iyi niyetli” diyen Öcalan, temaslarla ilgili röportajda somut ayrıntı da veriyor:
“Erbakan’ın bazı girişimleri var gibime geliyor. Belki bugünlerde açığa da çıkar. Bazı sondajlar yapacağım. Erbakan’ın gerçek niyetini açığa çıkarmasını talep edeceğim. Bazı girişimleri var. Sayın Fethullah Erbaş’ın yaptığı girişimler de vardı.”
Refah Partisi Van Milletvekili Erbaş’ın girişiminden kasıt, PKK’nın kaçırdığı askerleri gidip PKK’dan kurtarması.
Erbakan’dan gelen mesajları ise Öcalan, 1999’da yakalandıktan sonra mahkemede anlatmıştı.
Temaslar Öcalan’la telefonda görüşmeler yapacak kadar çalışmaları ilerleten yazar İsmail Nacar’ın başkanlığındaki sivil bir girişim üzerinden yürümüştü.
Hem bu temasları hem de Suriyeli bir PKK’lı vasıtasıyla Erbakan’dan ateşkes mesajları geldiğini daha sonra İmralı’daki yargılanması sırasında Öcalan da açıkladı.
Bu temaslara koalisyonun küçük ortağı DYP de destek vermiş, görüşmeleri doğrulayan dönemin DYP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Gölhan “Şu anda açamam ama bir uzlaşma noktasına doğru gidiliyor” diye basına açıklama bile yapmıştı.
Bu temaslar sırasında Haziran 1996’daki HADEP Kongresi’nde Türk bayrağı indirilmiş, olay büyük bir krize dönmüştü. Ama anlaşılan temasları bu kriz de bitirmemişti.
3 Kasım 1996 Susurluk Kazası her şeyin üzerinden silindir gibi geçmiş, müzik ve dans tamamen değişmişti.
Zaten Öcalan da röportajda Susurluk’u 31 Mart Vakası gibi tarihi bir kırılmaya benzetiyor.
Altaylı’nın röportajına çok değer biçtiğini söylüyor.
Öcalan’ın bu röportajda sık sık Türkiye olan sevgisini ve bağlılığını ifade ettiği cümleler kurmuş, siyasetçilerin zayıflığı ve güvensizliğinden dem vurup, orduyu övmüş, muhatap olarak Atatürk gibi birini aradığını söylemiş, Türkiye’nin toprak bütünlüğüyle problemi olmadığı mesajını vermiş.
Yani röportajı izleyecek halktan çok, Ankara’daki devlete, özellikle de askerlere mesajlar vermiş.
Röportajda Altaylı “yani üniter devletle bir sorununuz yok” sorusuyla ondan daha net bir cevap da alıyor.
Altaylı da Öcalan’a; vatansever gibi konuştuğunu, Türkiye’yi kurtarmak isteyen, Türkiye’de siyaset yapacak biri gibi cümleler kurduğunu da söylüyor.
Birlikte siyasetçileri eleştiriyorlar, çetelerden, Susurluk’tan şikayet ediyorlar hatta bir yerde Öcalan, Çiller için “Buraya gelsin de bir çuval parayı ben ona ve kocasına vereyim” diyor, Altaylı da “Hayır dememe ihtimali var” diyerek espri yapıyor.
Bu haliyle TV’de yayınlanması pek mümkün olmazmış gibi duruyor.
O günlerin iklimi bu kadarını kaldırmazdı.
Çünkü Öcalan’la son yapılan röportajların üzerinden iki çok sert yıl geçmişti.
Türkiye’de Öcalan’la ilk yazılı röportajı 1988’de Milliyet adına Mehmet Ali Birand yaptı.
Bu yüzden yargılandı, gazetesi baskılar gördü. Bu röportajın görüntülü kısmını yıllar sonra izledik.
İlk görüntülü röportajı da yine Birand 1992’de yaptı, galiba Show Tv’de yayınlandı.
Esas Öcalan röportajları 1993’deki ateşkes sırasında yapıldı.
Cumhuriyet adına Oral Çalışlar, Milliyet’ten Güneri Civaoğlu, Hakan Aygün gibi gazeteciler Öcalan’la konuştular ve bu röportajlar yayınlandı.
1994’de Ragıp Duran Özgür Gündem adına röportaj yaptı.
Ama 1993’den sonra ortam çok daha sertleşti ve röportajlar kesildi.
Yani 1996’ının sonunda Öcalan’la röportaj için pek de uygun bir hava yoktu.
Üstelik 1993’deki röportajı kitap halinde basan Oral Çalışlar ve 1994’deki röportaj için Ragıp Duran DGM’lerde yargılanmaktaydılar.
Yani 1996’ının sonunda Öcalan’la röportaja giden bir gazetecinin o röportajın başına ne geleceği ve yayınlanıp yayınlanmayacağıyla ilgili bir fikri vardı.
Peki, Altaylı bu röportaja nasıl karar vermişti ve neden yayınlayamamıştı?
Altaylı’nın Öcalan ile röportaj için Lübnan’a gittiği, röportajı yaptığı ama röportajın yayınlanamadığı bilgisi 1996’da, 1997’de dar bir grup dışında kimsenin malumu değildi.
Röportajdan Altaylı da ilk kez 1999 yılında köşesinde bahsetmişti.
Bahsetme gerekçesi 1993 yılında Öcalan’la röportaj yaptığı için Oral Çalışlar’a verilen hapis cezasını eleştirmekti:
“Abdullah Öcalan’la ben de röportaj yaptım. Lübnan’da, Barelias’da.
Röportaj yayınlanmadı. Ben kasedi hazırlayıp, teslim ettim. Ancak çalıştığım televizyonun hukukçuları bu röportajın yayınlanmasının kanalın süresiz kapatılmasına neden olabileceği şeklinde görüş bildirince bant yayınlanmadı. Ben bu röportajdan edindiğim çeşitli bilgi ve izlenimleri bu köşede defalarca yazdım.”
Altaylı bu röportajla ilgili daha sonraki yıllarda daha fazla ayrıntı anlattı.
2008’de röportajdan bir fotoğraf karesi dolaşıma girmiş, Fehmi Koru Öcalan’la yapılmış ama yayınlanmamış röportajlarla ilgili sorgulayıcı bir yazı yazmıştı:
“Fehmi Koru, Abdullah Öcalan’la röportaj yapan gazetecileri ve bu röportajların neden yayınlanmadığını soruyor.
Yine kendince komplo teorileri var.
Terör örgütü lideri Öcalan’la röportaj yapan gazetecilerden biri de benim. Bu röportaj 1997 yılında gerçekleştirildi ve benim Öcalan’la 2’inci röportaj girişimimdi. Bir yıl önce, 1996’da, yine Öcalan’la röportaj yapmak için Beyrut’a gitmiştim ancak Suriye’nin Öcalan’a izin vermemesi nedeniyle buluşma gerçekleşmemişti. 1997’de 2’inci deneme için Beyrut’a gittim.
…
Yaklaşık 2 saatlik bir röportaj yaptık. ‘Apo’nun hareminden’, Öcalan’ın hedeflerine ve hatta Galatasaray’a kadar aklınıza gelebilecek her türlü soruyu sordum.
Erbakan’ın Başbakanlığı döneminde aracılar vasıtasıyla Öcalan’a mesajlar gönderdiğini o röportajda öğrendim.
Bizimle birlikte PKK kamerası da röportajı kayda aldı. Röportajdan sonra birlikte yemek yedik. Akşam Baalbek’te misafiri olmamızı önerdi. Reddettik. Ertesi gün döndük.
Röportajı yayına hazırlayıp o zaman çalıştığım Kanal D yönetimine verdim. Genel Müdür Faruk Bayhan’dı. Ancak röportaj yayınlanmadı. Doğan Grubu hukukçuları röportajın yayınlanması halinde Terörle Mücadele Kanunu’nun 8, maddesi gereği televizyon kanalının kapatılacağını söylediler. Zaten bir kaç hafta önce Cumhurbaşkanı Demirel başkanlığında yapılan bir zirveye ‘Zirveden zırva çıktı’ dediğim için bile kanal kapatılmıştı.
Bunun üzerine kanal yönetimi röportajı yayınlamadı. Ertesi gün dönemin MİT İstanbul Bölge Bakanı aradı ve MİT müsteşar yardımcısının benimle görüşmek istediği söyledi. Ankara’ya davet ettiler. Gittim, Miktat Alpay ve üst düzey MİT yönetimiyle yemek yedik.
Röportajın kaydını istediler. ‘Zaten yayınlayacaktım, Buyrun’ diyerek montajlanmamış kaydı olduğu gibi verdim. Hala arşivlerindedir zannediyorum. Nerede görüştüğümüzü, nasıl buluştuğumuzu sordular. Ve izlenimlerimi aktarmamı istediler.
…
Gerçekten de, Öcalan’ın o röportajda söyledikleri ile yakalandıktan sonra söyledikleri arasında hiç bir fark yoktu. Belli ki, Türkiye’ye bir mesaj vermeye, geri adım atmaya çalışıyordu. Benden bir süre sonra İhlas Haber Ajansı’na bir röportaj verdi. Ama o da yayınlanmadı.
Benimle yaptığı röportaj Roj TV’de hala zaman zaman yayınlanıyor. O dönemde gazetecilik aşkıyla yaptığımız bir işti. Yarın olsa yine yaparım.”
MİT’e nasıl gittiği ve kasedi verdiği kısmı dışında ilk kez yayınlanmamış ve bilinmeyen başka bir röportajdan daha bahsetmişti Altaylı.
İHA’nın yine aynı günlerde Lübnan’a giderek Öcalan’la yaptığı röportaj…
Bu da Altaylı söyleyene kadar bilinmeyen bir röportajdı çünkü o röportaj da hiç yayınlanmadı.
İHA Genel Müdürü Fevzi Karaman ve yöneticisi Salih Zeki Danışment’in yaptığı röportaj da benzer bir kaderi paylaşmıştı.
Röportajın kasetlerinin kopyasını devletin kurumları aldı. Ve bir daha kimse bu röportajdan da bahsetmedi.
Dün röportajla ilgili konuştuğum gazeteci Salih Zeki Danışment, Altaylı’dan çok kısa bir süre sonra gittiklerini (tam tarihini hatırlamıyor), bu röportaj fikrinin kendisine ait olduğunu, organizasyonu kendisinin yaptığını, gelir gelmez havalimanında polisin kendisini aldığını, emniyette sert biçimde sorgulandığını ve kasetlerin bir kopyasını devletin kurumlarına verdiklerini anlattı.
O röportajda da Öcalan yine Türkiye’ye sıcak mesajlar göndermiş, Erbakan ile görüşmeleri anlatmıştı.
Danışment, hiç bilinmeyen ve yine yayınlanmamış başka bir röportajdan bahsetti.
İHA ekibi röportaja gittiğinde Radikal’den adının Kürşat olduğunu hatırladığı bir gazeteci ve onunla birlikte başka bir gazeteci daha röportaj için ordaydı.
Ama o röportaj da yayınlanmadı. Sorduğum dönemin Radikal çalışanları vefat eden gazeteci Kürşat Akyol’un yaptığı bu röportajı tam olarak hatırlayamadılar.
Eski İHA Genel Müdürü Fevzi Kahraman, İHA’nın bu yayınlanmamış röportajından ilk kez 2012 yılında bir yazısında bahsetti:
“Öcalan propaganda amaçlı sık sık basın toplantıları düzenliyor. Türkiyeden de bildiğimiz gazeteciler davet ediliyordu. İHA olarak biz bu basın toplantılarına katılmadık. Üç ay süren bir çalışma sonucu bizim şartlarımızda bire bir röportaj yapma isteğimiz Öcalan tarafından kabul edildi. Ekim 1996’da İHA Görüntülü Haber Müdürü Salih Zeki ve Kameraman Yasin Özer’le birlikte Beyrut’a oradan Bekaa’ya gittik. Daha sonra bir kasaba olduğunu öğrendiğimiz yerde, iki saate yakın röportaj yaptık. Röportajı; 312 terör yasası engelinin yanında meslekî hasetliklerden dolayı yayınlayamıyoruz. İfadelerimiz ve kasetlerimiz alınıyor. O röportajda da gazetecilik gereği, objektif olarak pek çok sorunun yanında; dini inancıyla ilgili sorular da sorduk.”
Bu röportajlardan o yıllarda pek kimsenin haberi yoktu.
Gittikleri, röportaj yaptıkları ve röportajların yayınlanmadığı açık bir bilgi değildi.
İlk defa 1998 yılında çok ilginç bir şekilde bu röportajlar ortaya çıktı.
Öcalan, Ekim 1998’de Şam’dan ayrılıp kendisine gidecek bir yer ararken bir ara Rusya’da kaybolunca…
Ama buraya o kadar hızlı gelmeyelim.
Aradaki çok kritik gelişmeleri atlamış ve büyük resmi kaçırmış oluruz.
Öcalan’ın Susurluk sonrası çetelerden arınmaya çalışan Türkiye’den, Erbakan’dan ümitvar olduğu, askerleri övdüğü, Türkiye’ye, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve üniter devlete bağlılık mesajları verdiği bu iki röportajı Türkiye televizyonlardan izleyemedi ama röportajların kasetlerini alan Ankara’da TSK ve MİT izledi.
Fakat Susurluk sonrası çetelerden arınma rüzgarıyla Kürt meselesinde çözüm için hava değişmişken hesapta olmayan bir kriz patlak verdi.
Hürriyet gazetesi 20 Aralık 1996 günü yani bu Altaylı röportajından bir gün sonra ‘‘Bu Kez Silahsız Kuvvetler Halletsin’’ manşetiyle çıktı.
Gazetenin o dönemki genel yayın yönetmeni olan Ertuğrul Özkök, kendisine Refahyol ile ilgili bu sözü söyleyenin bir Kuvvet Komutanı olduğunu yazmıştı.
Dört yıl sonra Sedat Ergin, gündeme bomba gibi düşen bu sözün Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya tarafından söylendiğini yazdı.

Bu silahsız kuvvetlerin en önemli ayağı medya oldu.
Özellikle de 8 gün sonra patlak veren ve büyüyen bir skandalla.
28 Aralık günü bütün televizyonlar ve gazeteler hep birlikte Aczimendi Tarikatı lideri Müslüm Gündüz’ün evine baskın yapıp onu müridi olduğu iddia edilen genç Fadime Şahin ile bastı.
Artık gündem Susurluk değil, irticaydı.
31 Ocak 1997 günü Sincan’da düzenlenen Kudüs Gecesi tansiyonu iyice yükseltti.
Ve 28 Şubat 1997 meşhur MGK’sına gelindi.
İşin bu kısmı zaten çok iyi biliniyor.
Peki, Öcalan’la başlayan temaslar 28 Şubat sürecinden nasıl etkilenmişti?
Aslında etkilenmemişti. Ülkede kıyamet koparken, iktidar partisi postmodern bir darbeyle yıkılırken Öcalan’la çözüm süreci sürmüştü.
Ama artık top Erbakan’da değil, iktidarın yeni sahibi askerlerdeydi.
Bu sırada yaşananlar üzerine Türkiye’da az bilinen PKK’nın bastığı kitaplar var.
En meşhuru, askerden Öcalan’a gelen mektupların da yayınlandığı Hasan Yıldız’ın Doz Yayınları’ndan çıkan Muhatapsız Savaş, Muhatapsız Barış kitabı.
28 Şubat MGK’sından bir ay sonra 28 Şubat sürecinde de aktif olan Genelkurmay karargâhından üst düzey bir albay Nisan 1997’de Hollanda’nın Arnheim kentine yeniden giderek PKK ile resmî zabıt altına alınan ilk görüşmeyi gerçekleştirmişti.
Bunu yakalandıktan sonra ilk Öcalan, verdiği ifadede anlattı:
“Ateşkes önerisi bize Avrupa temsilcimiz Kani Yılmaz ve Şahin Kod Ferhat Abdi Şahin isimli arkadaş tarafından getirildi. Abdi Şahin isimli arkadaşımıza da Selim Okçuoğlu isimli ve avukatlık yapan HADEP’te de faaliyet gösteren kişi getirmiş bana getirilen ateşkes önerisi çok kapsamlıydı. Olağanüstü halin ve geçici köy koruculuk sisteminin kaldırılacağını, Türkiye’nin üniter yapısına halel gelmemek kaydıyla bir takım düzenlemelere girişileceğini belirtmişti.
Bu belge sanırım şimdi Avrupa arşivimizdedir.
Aynı konuda cezaevleri temsilcimiz Sabri Ok’la da bir görüşme yapılmış. Ben Sabri Ok’la telefonla konuştum. Sabri Ok kendisi ile de görüşüldüğünü ve aynı önerilerin kendisine de yapıldığını söyledi.
Yine sanırım Genelkurmay’ın Toplumsal İlişkiler Başkanlığı’nda çalışan bir Albay, Brüksel’deki temsilciliğimize kadar gelmiş ve aynı önerileri getirmiş. Ben önerilerin ciddiyetine inandım. Bu sebeple ben ateşkesi tek taraflı olarak ilan ettim. Bana söylenen resmen olmasa bile fiilen ateşkes şartlarına bağlı kalınacağı ve aşama aşama önerilerin gerçekleştirileceği idi. Ben Selim Okçuoğlu ile iki yıldır görüşmekteyim. Arabulucu durumunda idi. Kendisi ile telefonda görüşmelerim oldu.”
Bu ifade üzerine Hürriyet gazetesi 3 Haziran 1999 günü “Kim bu esrarengiz aracı” manşetiyle çıktı.
Gazetenin o günkü yazarı Enis Berberoğlu da Genelkurmay’ın ateşkes vaadiyle Öcalan’ı kandırdığını iddia ederek Nisan 1997’da Genelkurmay ve PKK arasındaki görüşmeyi yazdı:
“1997’de Nisan ayında, Hollanda’nın Arnheim kentinde, PKK’yı temsil eden (muhtemelen) Kani Yılmaz ile, Genelkurmay’ın iki yetkilisi görüşmüştür… Aynı şekilde, 30 Temmuz 1998’de, PKK’ya cezaevinden ateşkes isteniyor haberi gelmiş… Apo da buna inanarak 1 Eylül’de ateşkes ilan etmiştir.”
Devlet sadece Öcalan’la ve Avrupa’daki PKK ile görüşmeler yapmıyordu.
Üst düzey MİT yetkilileri 7 Mayıs 1997 günü İstanbul Serencebey’deki MİT binasında, HADEP’in Genel Başkan Yardımcıları Sırrı Sakık, Sedat Yurttaş, Kemal Parlak, Güven Özata ile görüştü.
2004 yılında ilk kez Ruşen Çakır’ın yazdığı bu görüşmeyi, Sedat Yurttaş da verdiği röportajlar ve yazdığı kitap da doğruladı. Yurttaş’a göre “Toplantının içeriği genel olarak bölgedeki olayların durdurulması ve ateşkesti.”
Öcalan’ın ise askerlerden gelen mesajlara güvenmek konusunda kafası karışıktı.
Asker-PKK diyalogunun en ateşli savunucusu, o sırada hem MEDTV ‘de program yapan hem de Özgür Politika gazetesinde yazıları çıkan Yalçın Küçük’tü.
28 Şubat’ın hemen ardından Mart 1997’de Özgür Politika’daki yazılarında Küçük “PKK ve Türkiye devrim güçleri dinsel gericiliğe (ve MHP’ye) karşı Türk ordusuyla bir birlik kurmalıdır” diyordu.
Öcalan, muhatabının devlet içindeki gücünü ve samimiyetini görmek istiyordu.
Bu güven için gelen ilk adım bayrak indirme yüzünden tutuklu yargılanan HADEP’lilerin tahliye edilmesi oldu.
Bu sırada askerlerle-Refahyol arasındaki iktidar savaşında Emniyet İstihbarat karşı hamleler yapmaya başladı.
Batı Çalışma Grubu’nun deşifre edildiği Sarmusak olayı biliniyor.
Ama esas eldeki koz asker ve PKK arasındaki diyalogdu.
Dönemin ünlü Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu. Orakoğlu, 2007 yılında katıldığı bir toplantıda “PKK’nın sözde cezaevleri sorumlusunu da dinlemeye aldık. Telefon dinlemesi sırasında bu kişi ile ordu içinde bir grubun işbirliği içinde olduğunu tesbit ettik” demişti.
Aynı dönem Emniyet İstihbarat’ta Teknik İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olan Hanefi Avcı ise 1998 yılında katıldığı 32. Gün programında “Devlet içinde bir grubun PKK ile işbirliği yaptığını, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nın söz konusu o kişiyi tesbit ettiğini” açıklamıştı.
Meral Akşener de bunu deşifre etmek istemiş ama yapamamıştı.
Çünkü Haziran 1997’de Refahyol yıkıldı.
Mesut Yılmaz Başbakanlığında bir hükümet kuruldu.
Artık top tamamen askerlerdeydi.
Öcalan için askerlerden en somut adım Ekim 1997’de geldi.
MGK’nın ekim ayı toplantısında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirilmişti.
İrticanın terörün yerine birinci öncelikli tehdit haline getirildiği yeni kırmızı kitapta suç örgütleriyle mücadele de belgeye girmiş, PKK’nın rahatsız olduğu Susurlukvari yapılara mesafe konmuştu.
Kasım 1997’de Serxwebun gazetesine yazdığı yazıda Öcalan da bu adımla verilen mesajdan memnuniyetini şöyle anlatmıştı:
“Son dört-beş yıldır PKK en büyük ‘tehlike’ olarak öndeydi, şimdi de İslam, yani Refah Partisi birinci tehlike olarak öne çıktı. Dikkat edilirse, şu andaki general kadrosu ‘Refah olayı 12 Eylül döneminde gelişti’ diyor. Yani dinin tırmanışı 12 Eylül’e bağlanıyor ve burada 12 Eylül’e tavır konuluyor. HADEP bir Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti gibi çalışabilir. Batı Çalışma Grubu nedir? Batı Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyetidir.”
Mesajların ardı arkası kesilmiyordu. O günlerde MED TV ‘de programlara da katılan Yalçın Küçük, televizyonda çalışan gazeteci Günay Aslan’a “Genelkurmay’dan bugünlerde PKK için önemli bir açıklama gelecek” haberini verdi.
Açıklama Kürt sorununun çözümü konusundaki girişimlerin arkasındaki isimlerden biri olan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya’dan geldi. Erkaya 5 Şubat 1998 günü “İrticanın PKK’dan daha tehlikeli olduğunu” söyledi.
Şimdi ilk amaç PKK’nın ateşkes ilan etmesiydi.
Devlet bu konudaki niyetini doğrudan bir mektupla Öcalan’a bildirmeye karar verdi.
18 Ağustos 1998 tarihinde Öcalan’a bir mektup yazıldı.
18 Ağustos 1998 tarihinde Devlet-PKK görüşmelerinde arabuluculuk yapan Kürt siyasetini iyi bilen isimlerin ana gövdesini ve zaman zaman sol jargona kayan dilini belirledikleri bu mektup Ağustos Mektubu olarak biliniyor.
Önce elyazısıyla yazılıp daha sonra da üst düzey MGK, MİT yetkilileri tarafından imzalanan mektup, devletin en üst düzey yetkililerine de okutulmuş, onların da onayı alınmıştı.
Mektubun devletten Öcalan’a giden ve en büyük taahhüdü ise ise son cümleye bırakılmıştı: Devletin bütünlüğü ve hükümranlık hakları dışında her şey tartışılabilir. İşte ilk kez yayımlanan o mektubun tam metni:
“1996 Aralık ayından beri söylenen;
1) Med TV Aracılığı ile
2) İ.H.A Muhabirleriyle
3) Fatih Altaylı ile
4) 1997, 1998 mesajları
5) El Hayat röportajları
6) Çeşitli Avrupa ülkeleri kurumu ve devlet başkanlarına gönderilen mektuplar
7) Güney Amerika Başkanlarına gönderilen mektuplar
8) Türkiye Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlarına gönderilen mektuplar
9) Vs.
“Operasyonlar dursun, silah bırakmaya hazırız”, “Kürt kimliği tanınsın ve anayasal güvenceleri yaratılsın.” Tarafınızda dile getirilen bu talepler ve demeçler, siyasi taktik açılımı dışında, hayata geçirilmemiş, örgütünüz, tarafınızdan buna göre yapılandırılmamıştır.
1992 Konsepti oluşmadan, T.C. devleti Kürt realitesinin açılımını yapmaya çalışırken bunu T.C. devletinin bir zaafı olarak algılayıp ayaklanma çağrısı yaptınız. Ulusal ve uluslararası konjonktür Kürt kimliğinin hukuksal güvencelerini yaratmak için en elverişli dönemde iken yukarıdaki iddianız T.C. devletini konsept değişikliğine itmiştir. Buna rağmen 1992 konsepti T.C. devleti Cumhurbaşkanı tarafından fiili durum yaratılarak uygulanamamıştır. Sizinle devlet en üst düzeyde ilişkiye geçmiş, bunun akabinde 1993 ateşkesi uygulanmış, ama ne yazık ki ateşkes sürecinde meydana gelen (102) yüz iki çatışma ortamında tümü ile PKK militanları, ateşkesi ihlal etmiş, T.C. devleti fiili duruma sadık kalmış ve bu (102) çatışma sizin tarafınızdan meydana getirilmiştir. Nihayet (33) erin ölümü ile sonuçlanan facia ateşkesi ve fiili durumu geri dönülmez bir sürece sokmuştur. Tüm bunlar T.C. devletini 1993- 1996 sürecini yaşamak zorunda bırakmıştır.
1) Kürt kimliğinin tanınmasını silahlı mücadele nedeni olarak izah etmek anlaşılır bir durum değildir.
2) Bir yandan devletin bütünlüğü içerisinde denilirken öte taraftan devletsel ilişkiler kurmanın izahı mümkün müdür?
3) Türkiye’yi Kuzey Irak’tan dolayı Ortadoğulaştırmak en başta Kürtlerin zarar göreceği bir durumdur. Çünkü Ortadoğulaşan bir ülke iktidar ve hukuk KEYFİLİĞİNE dönüşen bir ülkedir. İktidar keyfiliği Kürtlerin tercihi olmamalıdır.
4) Türkiyeleşmek
a) 1995 seçim sonuçlarını iyi yorumlamaktan geçer. Öyle ki radikal sağın lideri A. Türkeş bile HADEP’in parlamentoda temsil edilmesini savunmuştur. Ama ne yazık ki Avrupa, Ulucanlar, ve Çanakkale üçgeni
HADEP’e bayrak olayını yaşatmışlardır.
b) Sonuçlarınızı izah edecek yapıları beslemeniz gerekirken kendinize politik karikatürler yaratmakta ısrar ettiniz. Bu da hak edilmemiş saygınlıklar doğurmuştur
c) Türkiyeleşmek, konu sahasında olmayan ve hiç olmayacak, yetmiş yıldır bir arpa boy yol alamayan Türkiye ve dünyaya yabancı toplumsal tembellik üzerinden bir avuç insanı sürekli yok eden kendine de yabancı siyasal yapılarla Haziran’da yapmış olduğunuz ve Türkiye’ye acıdan başka bir şey vaat etmeyen girişim değildir.
Bildiğiniz gibi devletlerin dönüşümü daha çok muhaliflerin etik mücadele şekillerine bağlıdır. Etik olmayan mücadele yöntem ve şekillenmeler devletleri kendi içlerine daha fazla kapatır. Totaliter hale getirir. Stalinist yöntem “Burjuva” devletlerini daha çok geriye götürmüştür. Devlet tarafında devletin korunması her şeyin üzerinde tutulmuştur. Bugün itibarıyla devletten ziyade yukarıda defalarca dile getirmiş olduğunuz görüş ve taleplerin yaşam bulması için kendi gerçekliğinizi gözden geçirmeniz gerekmektedir. Reel durum sizin için anahtar olmalıdır. Sorun problem oluşturmaktan değil çözücü olmaktan geçer. Devletin bütünlüğü ve hükümranlık hakları dışında her şey tartışılabilir.”
İşte o güne kadar kimsenin bilmediği Altaylı ve İHA röportajları ilk bu mektupta ortaya çıktı.
Mektubu daha sonra ilk yayınlayan ise PKK oldu.
Öcalan, Suriye’de çıkarıldıktan sonra Rusya’da bir süre kaybolunca panikleyen PKK’nın Avrupa sorumlusu olan Kani Yılmaz ve örgüt yöneticisi Abdurrahman Çadırcı MED TV’ye çıktı ve Öcalan’ın Suriye’den 1996’dan beri devletle yürütülen görüşmeler üzerine çıkarıldığını anlattı.
Ve bu mektubu açıkladı.
Örgüt daha sonra Özgür Politika gazetesi ve MED TV’de bu görüşmeler sırasında yazılan mektupları yayınladı.
Hasan Yıldız’ın Muhatapsız Savaş, Muhatapsız Barış kitabında mektup basıldı.
Türkiye’de ise ilk olarak Taraf’ta yazdığım yazı dizisinde ben yayınlamıştım.
Mektubu kaleme alan o görüşmelerinden arabulucusu İlhami Işık’tan alarak.
Fakat mektup işe yaramıştı.
Öcalan, bu yüzden 1 Eylül 1998’de ateşkes ilan etti.
Üstelik MED TV’de aralarında Tayfun Talipoğlu’nun da olduğu Türkiye anaakım medyasından 25 gazetecinin ilk kez katıldığı ve Öcalan’a sorular sorduğu bir canlı yayında.
Öcalan konuşmasında barış mesajları vermiş “Türk askerinin bölgedeki hükümranlığını tartışmıyoruz”, “İlke olarak Cumhuriyet’e karşı çıkmıyoruz” sözleriyle orduya sıcak mesajlar göndermişti.
İşte Fatih Altaylı röportajı bu bağlam içinde anlamlı bir yere oturuyor.
O yüzden de tarihi bir belge.
O dönemin tarihi henüz yazılmadı, tanıkları konuşmadı.
Türkiye’de şiddetin kol gezdiği, köylerin yakılıp, milletvekillerinin öldürüldüğü bir dönemde, devleti çeteler kaplamış, ordu darbeyle sivil iktidarı devirirken bile çözüm denendi, mümkündü ve olabilirdi.
Olsaydı herhalde kimse bu şartlarda çözüm olur mu demezdi.
İlk kez AK Parti iktidarı Öcalan’la görüşmüş ve ilk kez Bahçeli Öcalan’ı saygılı bir dille muhatap almış zannedenler için muhalefetin sesi olmuş ve bu yüzden hapse girmiş bir gazetecinin Öcalan ile diyaloğu, konuştukları ibretlik bir seyirlik…
Umarım yakın bir zamanda Fatih Altaylı hapisten çıkar ve bu röportajın tam hikayesini ondan dinlemek mümkün olur.


