Aksaray’ın bir ilköğretim okulunda otizmli öğrencilere yapılan ayrımcılık, gündemde öne çıktı.
Vatandaşların olayı sosyal medyaya taşıması, kamuoyunun bu vahim gelişmeden haberdar olmasını sağladı.
Utanılacak işler…
Bazı öğrencilerin velileri, çocuklarının otizmli öğrencilerle aynı okulda okumasını istemiyor. Okul yönetimine baskı yapıyorlar. İşgüzar mahalle muhtarı da onlara destek veriyor ve protestonun örgütlenmesinde rol alıyor.
Okula bu dönemde tayin edilen müdür de aynı fikirde. Kaynaştırma işini zora sokuyor. Öğrencilerin bazılarının okulu terk etmesine yol açıyor. Sayının 19’a düştüğü belirtiliyor. Halbuki geçen dönem böyle bir sorunun olmadığı ve otistik öğrenci sayısının 42 olduğu ifade ediliyor.
Sınıfları diğerlerinden paravanla ayrılıyor. Öğretmen talepleri karşılanmıyor. Okula ancak arka kapıdan girip çıkabiliyorlar. Sonunda, ders çıkışında bazı öğrenciler ve velileri otizmli öğrencileri yuhalayıp okuldan ayrılmalarını istiyor.
Aksaray Valisi hadiseyi inkâr eden bir açıklama yaparak, işi örtbas etmeye çalışıyor.
Sessiz kalınmadı
Neyse ki Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik ve TBMM Gelişim Bozuklukları Araştırma Komisyonu, otizmli çocukların akranlarıyla aynı mekânda özel eğitim görmesini savundular ve olayı kınadılar.
Olayı soruşturmak için üç MEB müfettişi görevlendirildi ve okul müdürü açığa alındı.
Derinlerde yaşayan bir sorun
Engellilerin, otizmlilerin, kısacası bütün “öteki”lerin toplumsal hayat içinde yaşadığı ve hissettiği sayısız problem var.
Devletin ve toplumun bunların farkında olması; başgösteren problemleri azaltacak tedbirleri alması gerekir.
Bir gerçek de otizmin giderek büyük bir toplumsal sorun haline gelmesidir. Uzmanlar, Türkiye’deki otizmlilerin oranının 1/59’dan 1/40’a yükseldiğini ifade ediyor.
Türkiye’nin bu alanlarda henüz çok mesafe aldığı söylenemez.
MHP Kahramanmaraş milletvekili Sefer Aycan, “Aslında ailelerin eğitime ihtiyacı olduğu apaçık ortada” demiş. Yetmez; toplum olarak hepimizin eğitilmeye ihtiyacı var. Tabii devletin de gerekli tedbirleri almaya…
Farklı olan her yerde mağdur
Dünyada da durum çok farklı değil. “Öteki”ler baskı altında. Ölümcül örneklerin ise haddi hesabı yok. ABD ve Avrupa ülkelerine bakmak bile vahameti görmeye yetiyor…
Toplum içinde farklı olanlara yönelik davranış ve politikalar, ister istemez insanın aklına tarihte yaşananları getiriyor.
Çok bilinen ikisini anarak yazıyı bitireyim: Biri Yunan şehir devleti Sparta, diğeri ise Hitler Almanyası.
Çocukların devletin malı olduğu Sparta
Sparta ve Spartalılar Yunanistan’da MÖ 800-700 civarında tarih sahnesine çıktı. Hint-Avrupa kavimlerinin Yunanca (Elence) konuşan branşının ikinci dalgası olarak kuzeyden gelen Dor kabileleri tarafından Yunanistan’ın Peloponnesos yarımadasında kurulan Sparta, görevleri savaşta komutanlık, barışta rahiplik yapmak olan iki kral tarafından idare edilirdi.
Asıl karar mercii “Apella” adını taşıyan meclisti. Bütün yetişkin erkek yurttaşlar aynı zamanda askerdi. Likurgos’a atfedilen sert kanunlarla yönetiliyordu.
Doğanın bağrında, çok kıt kaynaklar temelinde varlıkla yokluk arasındaki bıçak sırtında yaşamanın yol açtığı bir reaksiyon, nüfusu kontrol altına almak ve yararsız kabul edilen unsurları topluma taşıtmamaktı. Bunun için bütün çocuklar devletin malı kabul ediliyordu. Annelerinden hasta, zayıf, sağır, âmâ, zekâ özürlü, vb doğan çocuklar devlet buyruğuyla doğaya bırakılarak ölüme terk ediliyor; yalnız güçlü olanların yaşamasına izin veriliyordu.
Nazi Almanyası
5 Mart 1933’te iktidara gelen Hitler’in başını çektiği Naziler, Aryan ırkını “kirleten” ırklara ya da eksik, kusurlu ve hasta insanlara karşı 14 Temmuz 1933‘te uygulamaya soktukları “Gelecek Nesillerde Kalıtımsal Hastalıkların Önlenmesi Yasası”yla, insanlığın gördüğü en gaddar öjeni (ırkın ıslahı) ve “zihinsel hijyen” hareketini başlattılar.
Bu yaklaşıma teorik kılıf uyduran bilim adamları, tezlerini tarihsel olarak Sparta’ya dayandırmak istedi. Hitler ve Nazilerin yaptıklarıyla kıyaslanınca Sparta’nınki çok masum kalıyor.
Sosyal Darwinizmden ilham alan Naziler, “saf ve temiz ırk” idealine ulaşmak için Alman ulusunun “saf olmayan ve istenmeyen” bütün unsurlardan temizlenmesini hedeflediler. Bu insanlık dışı programın adı “T4-Ötenazi Programı” idi.
İnsanların arzuları hilâfına kısırlaştırılmaları bir yana; yüz binlerce tedavisi mümkün olmayan hasta, fiziksel veya zihinsel engelli, ruhsal sorunları olan, zayıf ve güçsüz görünen insan ve yaşlı öldürüldü. Aynı anda, birçok kampta başta Yahudiler, Romanlar ve eşcinseller olmak üzere milyonlarca insan gaz odalarında öldürüldü.
Kötülük öğrenilen bir şey!
Otizmli çocuklara yapılan, elbette yukarıdaki örneklerle kıyaslanacak türden bir şey değil. Yasaların ve devletin de böyle bir şeye hoşgörüsü yok. Üstelik vakitlice tepki gösterildi ve tavır alındı.
Böyle bir kötülük kalıtsal değil. Sonradan öğrenilen ve çeşitli gerekçelerle politika haline gelebilen bir tercih.
O nedenle, “Bizde böyle şeyler olmaz” rahatlığı ve umursamazlığı içine olmamalıyız.
Farklı olanlarla her bakımdan eşit şartlarda, empati duygusunu kaybetmeden yaşayabilmek, her ülke için varılması gereken bir hedef.