İstediğimi kınar, istediğimle dayanışırım… Brüksel ile Antwerp’in ortaklaşa kullandığı havaalanı katliamı ertesinde karar verip kestirme yolunu bulamamıştım… Sıra Işid’e gelince, iktidarın toleransıyla rezonansa helal getirmeme refleksiyle suskun kalıp, barış yanlılıkları aşikâr akademisyenlerden esirgeyeceği anlayışı “yandaş” tabir edilen medyanın ayan-beyan-manşetten “oh olsun!” tutumuna gösteren bir mecrada bulunmanın da mahcubiyetiyle, Müslümanı, Hristiyanı, Hindusu, Yahudisi, ateistiyle medeniyet adına biriktirebildikleriyle çağdaş dünyanın bu en hunhar hasmının katliamı mağdurlarıyla dayanışmayı vazife bilmiştim. Sonunda Açık-Radyo’nun “Açık Şemsiye” programı ilhamıyla geç de olsa Brüksel’den sözetmenin yolunu buldum. Anwers’den zaten bir sergi vesilesiyle uzun uzadıya bahsetmiştim.
Işid katliamı mağduru diğer kent, Brüksel, yemekleri kadar yüzyıl dönümü sanat ve tasarımına damga vurmuş “estetic mouvement” [estetik hareket] Art nouveau’nun da merkezi diye ün yapmış bir şehir: Art nouveau, Brüksel’in kahve ve sokak hayatına kadar sinmiş bir eğilim. Art Nouveau’nun kıta ölçekli tarihsel/sosyal/estetik bağlamını arkaplan yaparak, kavranabilir ölçeği ve göz kamaştırıcı ahengiyle hazmı görece kolay başyapıtı Victor Horta evinin öneminin altını çizmeye çalışacağım.
Almanca Orta Avrupa’sında “Jugendstil”, İtalya ve İspanya’da “Stil liberte” gibi adlarla, demek ki, “genç, özgür” gibi vurgularla adlandırılmış 19.yüzyıl son çeyreğine ait bir eğilim, Fransızca harcıalem adıyla Art nouveau. [yeni sanat]
Dolayısıyla farklı dillerdeki ortak anlam dağarcığıyla herşeyden önce bir “yenilenme”nin belirtisiydi…
Art nouveau esasen endüstri devriminin yüz yıllık gecikmeyle ortaya çıkmış gücünü yaygınlığından alan bir yan ürünüydü. 18.yüzyıl sonuna tarihlemeye alıştığımız tarım devrimi sonrası insanlık tarihinin en köklü ortak sosyal dönüşüm kaynağı sanayi devrimi uzun süre potansiyel olarak kalmış, bırakalım yavaş yavaş, gecikerek nüfus edeceği uzak coğrafyaları; adaları ve kıtasıyla kaynaklandığı Avrupa ve ilk sıçrayacağı karşı yaka Kuzey Amerika’da bile insanların hayatına nüfus edecek bir yaygınlık ve etkinliğe kavuşmamıştı. Daha doğrusu üretim sürecinde aracılık ettiği dönüşümlerin dolaylı etkisi dışında etkisini gündelik yaşam alışkanlıklarnın bütününe ve doğrudan yayacak tüketim alanına yayılamamıştı. Kısacası fabrikaların uzağındaki sosyal hayatın merkezi kentlerde gözlem yapan birine önemli yenilenme zamanlarında bulunulduğu izlenimi verecek belirtileri yoktu. Buhar makinasını sıradan sosyal hayatın dokusu içine sokacak buharlı tren ve gemilerin yaygınlaşmasına daha çok vardı ve fabrikalardaki üretim ilişkilerini köklü dönüşüme uğratan makina, ürettiği eşyalara damgasını vurmamıştı hala… İnsanlık tarihinin bu iddialı gereciyle eski eşyalar eski biçimleriyle yeniden üretilip duruyor, uzunca süre demiryolu dışında yeni bir icat olmadığı gibi, eski eşyalar da şekillerini değiştirmiyor, el emeğiyle yüzyıllardır üretilenler artık makinayla üretiliyordu o kadar. Yeni bir yaşam tarzı ve biçiminin belirtisi yoktu. Hem de yepyeni iki kitlesel sınıf, burjuvazi ve proletaryanın ortaya çıkmasına rağmen. Burjuva sınıfının kitleselleşmesini anlamak için dikkatleri sermaye sahiplerinden ayırıp, yeni kentli orta sınıflara bakmak gerekir.
Büyüyen ulus-devlet bürokrasileriyle okyanus ötesi alışverişin odağı şirketlerin kitlesel beyaz-yaka istihdam kapasitesi bir yandan doktor, mimar, avukat, vb. diplomalı prestijli serbest meslek sahipliği kapasitesinin genişlemesi, öte yandan egemen sınıf statüsünde olmayıp, kol emekçisi de olmayan küçük-burjuva diye adlandırılacak bir orta sınıfa kent yaşamının omurgası statüsünde nicel bir belirleyicilik bahşedilmiş oluyordu.
Hep kentlerin daha da dışına ötelenen fabrikalara yürüyüş mesafesindeki çeperlerinde o fabrikalardaki işçilerin iskân bölgeleri oluşurken kent merkezleri tamamen bu yeni orta sınıf küçük-burjuvaların iskân ve sosyal yaşam merkezleri oluyordu. Yeni egemen sınıf sermaye sahipleriyle soylu sınıfın artıkları, doğaları gereği kentin çeperlerinde ve merkezlerinde çoğalmış bu iki kitlenin dışında onlara karışmadan kendi ayrıcalıklı ulaşılmaz habitus’larındaki yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Sınıfsal çıkarları kadar yaşamları da soylularla kaynaşmış sermaye sınıfının o eski ayrıcalıkları yeni toplum içinde sürdürmek dışında bir yenilenme talebi olmayacak kadar hali-vakti yerindeydi zaten. İşçi sınıfı, kentlerin çeperleriyle kentlerin uzağındaki maden ocaklarının kırsal çekim bögelerinde, yaşamın tarzına, stiline ayıracak zaman ve zihin bırakmayan kıt-kanaat yaşam koşulları içinde yenilenmenin bir katmanını daha kaldıramayacak koşullarda yaşayıp gidiyordu. Dolayısıyla sanayi toplumuna paralel ve iç tutarllığa sahip, tarzı ve şekliyle yeni bir yaşam talep edecek yegâne ağırlık sahibi sınıf olarak kent merkezlerinin orta sınıf küçük-burjuvaları kalıyordu geriye.
Makinaları hep kestirmecilik ve kolaylık çağrışımlarıyla tanıdığımız için Art nouveau gibi eğrisellik ve müstesna üzerine kurulu bir eğilimin yüz yıllık makina çağının ilk yaygın çizgisi diye yorumlanması yadırgatıcı gelecektir kuşkusuz.
Gerçi bu özelliğini kazanıp rutin haline getirmesi için buhar makinası yetmeyip yüz yıl sonrasının elektrik santrallarıyla yaygınlaşacak torna tezgâhlarını beklemek gerekecektir ama, esasen makinaya uygun form diye bir şey de boş bir beklentidir, çünkü makina zaten her türlü formu daha kolay üretme aracından başka şey değildir.
Ancak, 19.yüzyıl ikinci yarısında Avrupa’nın her köşesinden fışkırıp birleşik etkilerin de kışkırtıcı gücüyle çığ gibi yayılan bu eğilim, tarihsel olarak öncelikle bu yeni kentli zihin emekçisi beyaz-yakalı orta-sınıfın yenilenme ihtiyacının karşılığı oldu.
Aslında endüstri dünyasının şekli ve tarzı ilk dert eden eğilimi değildi. İlk dert edenler John Ruskin ve William Morris’in Arts&Crafts’ı ardlarındaki Marx&Engels ile paralelliği kurulabilecek keskinlik ve radikallikteki kapitalizm-karşıtı maksimalist düşünsel arka planlarıyla kapitalist işleyişin seyrine müdahale edecek siyasal pozisyon yoksunluğunu sınıflar-ötesi bir zevk ve seçkinlik normu olmanın ötesine geçememekle ödüyor; düşünsel arka plan ağırlığından azâde oluşun hafifliği ve pratikliğiyle Avrupa’nın dört bir yanında kimlik ve manâ arayışı peşindeki yeni küçük-burjuva sınıfına kendini benimseten Art Nouveau, sanat ve zanaatın endüstri toplumundaki makul buluşması kanaatına da kaynaklık ederek Ortaçağ ertesinin nihayet zemini sağlam bir yenilikçi tasarım ve zevk sentaksı haline geliyor, gücünü yaygınlığı kadar yanıtladığı sosyal ihtiyaçtan da alıyordu. Tabii hiyerarşinin tepesindeki sermaye ve soylu sınıflarının da trend setter olarak bu yeniliği benimseyip yayılmasına destek vereceklerini canlandırmak zor değil.
Yaygındı ama homojen değildi. Mesela hiçbir büyük kentte Viyana kadar radikal ve keskin bir kopuş ve isyan anlamına gelmedi. Kıtanın parlamenter meşrutiyetini İstanbul kıvamında bir coşkuyla karşılayacak kadar gecikmiş modernliğinden bezmiş bu kentin geçmişin ağırlığından usanmışlığıyla Freud’dan Schönberg ve Wittgenstein’a yoğunlaşmış entellektüel kapasitesinin biraraya gelmesi adeta bir infilak etkisi yaratmış, Klimt, Kokoschka, Schiele gibi tavizsiz sanatçıların öncülüğündeki “Ver Sacrum” [kutsal bahar] grubunun Viyana Art Nouveau’sunu adıyla da temsil edecek Secession sergi binasındaki sergileri aristokrasinin köhnemiş değerleriyle yaşam tarzına başkaldırının ifadesi olarak yaşanacaktı.
Brüksel Art Nouveau’su böylesi bir sınıfsal sertliğin ifadesinden ziyade sanatla zanaat ve sanayiyi vasatı yüksek bir kalitede buluşturmanın yeriydi.
Akımın öncülerden Victor Horta’nın evi Richard Wagner’in operada müzik, drama ve söz/poesie’nin birbirini tamamlayan bir estetik bütünlükte buluşması gerekliliğini ifade etmek üzere kullanıp yüzyıl dönümü sanat ve tasarım kuramcılarınca benimsenip kendilerine maledilecek kavramla Gesamtkunstwerk (bütünlüklü sanat eseri)’in zirvesi haline gelecekti.
Öyle ki binanın döşeme, merdiven, kapı, pencere, çatı ışıklığı gibi inşai ve sabit unsurlarıyla, mobilya vb. dekoratif ve hareketli unsurlarını inşai sürece ait olanlarla, ertesinde eklenmişlerin profesyonel gözle bile ayıklanmasını güçleştirecek kadar içiçe geçirmiş biçimsel eklemlenişiyle, bu ölçeği itibariyle mütevazi sayılabilecek evi Brüksel ziyaretçilerinin görülecek yerler sıralamasında Ortaçağ meydanı Grand Place, müzeler ve Les Galeries Royales Saint-Hubert pasajının bile önüne koymaları tavsiye edilebilecek bir nadire nümunesi olup çıkarmıştır.
Victor Horta Evi
Horta evinin de ötesinde, sıra objeye gelince: Örnekleri Hofmann’ın geometrik hatları ya da Gimard ile Horta’nın doğa kopyası hatları yerine Van de Velde’nin sıvı akışkanlığı temsili hatlarını tercih nedenim ise; Eğer Art Nouveau bu kadar geniş bir coğrafyanın yaygın orta sınıflarınca benimsendiyse bunda Van de Velde’nin meydanı ezeli doğa-geometri karşıtlığına bırakmayıp 1950’ler ile birlikte tüm endüstriyel dünyayı saracak “stream-lane” [akışkan hat] vokabüleriyle bu yeni zevkin hazmını çeşitlendirerek kolaylaştırmasıyla ilişkilidir.
Yeni sanayi toplumu eğer bu makinayla yenilenmiş sanayinin sermaye birikimine hız vermesinin güveniyle Hermann Muthesius’un istediği gibi sanatsal pratiği tamamen tasfiye ederek kurulsaydı, bu estetik deneyim daha denenme fırsatı bulunamadan tasfiye edilmiş olacaktı. Van de Velde’nin bu estetik deneyimin önünü açması, Werkbund’un ünlü 1914 Köln kongresinde Muthesius’a karşı fraksiyoner bir berraklığın sertliğiyle sanattan yana ağırlık koymasından ziyade o kadim doğa-geometri ikiliğini aşacak bir tasarım pratiğinin yolunu açan bir yaratıcılığı sergilemesiyle ilgilidir.
Yaklaşık yüz yıllık çalkantıların ardından geriye kalan tortu sanatsal pratiği sindirmiş bir sanayi toplumu perspektifi olmuştur ki, bugün eğer kör şiddetin barbarlığından öte gösterecek yüzü olmayan Işid gibi bir yapılanmanın karşısında yavan kararlılık nutuklarıyla iktidar şemsiyesinin altındaki son boşluğa kafa uzatmanın ötesine geçerek güvenebileceğimiz modern medeniyet sığınakları kalmışsa kuşkusuz onlardan biri de katliama 40-50 km mesafedeki nadire nümunesi Victor Horta evi olacaktır. Evet. Öte yandan da anlamlı bir tercih Işid’inki; düşmanı olduğu modern dünyanın en rafine odaklarından biri.. Ama hava alanı değil asıl hasmı olduğu yerler; barbar öfkenin odağı epey ötedeki Horta evinin de bulunduğu kamusal merkezler.