Güneydoğu’daki savaş sonuna yaklaşıyor.
PKK, Irak ve Suriye’de bulundurmadığı kadrolarının neredeyse tamamını kaybetti veya kaybetmek üzere.
Bugünlerde “dağa çekilme” çağrıları yapsalar da, operasyon yapılan bölgeler kuşatma altında ve oralardan çıkış yok.
Ya teslim olacak ya da vurulacaklar.
Yani dağa çekilebilen, kıyıda köşede kalmış veya kuşatmadan nasılsa sıyrılabilmiş birkaç kişi dışında kimse olmayacak.
PKK, Türkiye devleti ile girdiği savaşı ahlakî, askerî ve siyasî anlamda kaybetti.
Özellikle Batı kaynaklarınca dillendirilen “Barış Masası” söylemleri, devam eden çatışmalardan gelen şehit asker, polis, korucu haberlerinin toplumda yarattığı hüzün ve öfkenin altında eziliyor.
Yürekler soğusa da tüm yaşananlardan sonra PKK’ya artık hiçbir biçimde güvenilemeyeceği, neredeyse varılmış bir ortak karar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu “Terör örgütünü en küçük bir izi kalmadan bu topraklardan söküp attığımızda çözümü gerçekleştirmiş olacağız” diyerek ifade ediyor.
Gerçekten de bu aşamadan sonra Türkiye sınırları içinde artık PKK’ya ait bir silahlı unsurun barınamayacağı, barınmasına izin verilemeyeceği çok belli; ancak yine de gözden kaçan nüanslar var.
Kent savaşlarında yenilgi PKK’nın sonu demek değil.
Büyük olasılıkla ülkenin geneline yayılmış ve yeri, zamanı geldiğinde (tahminen de TAK adı altında) saldırı düzenleyebilecek hücreler halâ var.
Bütün Güneydoğu’da operasyonlar bitip şehirler temizlendiğinde bile, bu sefer daha seyrek ama ülke geneline yayılan bir tarzda ve beklenmedik yerlere beklenmedik zamanlarda saldırılar yapılması mümkün.
Bunlar için gereken önlemler alınsa, yaygın/etkin soruşturmalar sürdürülse, tutuklamalar, ele geçirmeler olsa da, yüksek olasılıkla aradan sıyrılanlar olacak.
Elbette bu olası dönem de sonsuza kadar sürecek değil ve sonunda bu sürecin kazananı da Türkiye Cumhuriyeti olacak.
Peki o zaman bir “Barış Masası”na ne gerek var?
Bu soruya hemen hemen koro halinde “hiç gerek yok” yanıtı veriliyor ama bu yapılırken Suriye de, geçmiş barış denemeleri de unutuluyor.
Öncelikle, barış savaş sürerken yapılır ve daha önce PKK ile yapılanlar da bu kuraldan azade değil.
Önceki dönemlerde de şimdiki gibi saldırılar, acı veren kayıplar vardı ama bunlar barış için görüşülmesine engel olmadı.
Barış ise bazen tesis edildi, bazen edilemedi, bazen de edilen sürdürülemedi.
Tüm bu gerçeklerin yanında, bunlar kadar net bir diğer gerçek ise (yukarıda anlatıldığı üzere) PKK’nın artık Türkiye’de varolma şansının kalmadığı.
Peki, birbirine zıtmış gibi görünen bu iki gerçek bir ortak noktada, özellikle de bir barış masasında birleşebilir mi?
Bunu incelemeye geçmeden önce hatırlatılması gereken bir diğer konu, benzeri barış görüşmelerinin hemen hepsinin toplumun eleştirel bakışlarından uzakta ve gizli gerçekleştirilmiş olduğu.
Şimdi de “bir barış masası kurulmasına gerek yok” denirken gözden kaçırılan diğer olgu, yani Suriye üzerinden gidelim.
PKK uzantısı PYD, Suriye’nin kuzeyinde, ülkenin Türkiye ile olan sınırlarının büyük bir bölümünde varlık gösteriyor.
Şimdilik birleştiremedikleri, batıda Afrin ile doğuda Cerablus ve Kobani’den başlayıp Irak sınırına varan büyükçe bir bölgeyi ellerinde tutuyorlar.
Türkiye de dahil hemen herkes, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını esas alarak hareket ettiği iddiasındaysa d,a bunun en azından geçmişteki türden bir “bütünlük” olamayacağı kesin ve eninde sonunda PYD’nin elinde bir hakimiyet bölgesi kalacak.
İlan ettikleri (amaçladıkları mı demeli?) federasyon, Hatay’a komşu Afrin’den Irak sınırına kadar kesintisiz ve tüm Türkiye sınırı boyunca uzanan bir alan.
Böyle bir alan hakimiyeti, PYD Rusya’nın, ABD’nin ve İran’ın tüm desteğini alıp, Suriye BAAS’ı tarafından da kabul görse bile, pek olası görünmüyor. Herşeyden önce söz konusu bölgedeki Kürt nüfusu ve YPG’nin askeri varlığı bunu yapmaya müsait değil. Türkiye’nin itirazı ve gerektikçe de devreye soktuğu vuruş gücü kesin bir engel oluşturuyor.
Rusya ve İran’ın bölgedeki aktivitelerini artırmak yerine azaltma trendine girdikleri ve ABD’nin de PYD’ye olan desteğini, Türkiye ile sürekli sorun yaratan bir tarzda sürdüremeyeceği gerçeği, PYD aleyhine yazılan diğer puanlar.
Ancak her halükarda, bölgede özellikle de Türkiye’nin tümüyle hakimiyet tesis edememesi için PYD’nin bir koz olarak tutulacağı; yukarıda sayılan aktörlerin biri, birkaçı ya da hepsinden zaman zaman destek alacağı belli.
Tüm bu dengelerin sonucu, asla ilan edilen federasyon sınırlarında değil, ama büyüklüğü ile yeri, Suriye’de yerinden oynamış taşların tekrar oturmasına kadar belli olamayacak bir bölge, belli ki şu veya bu biçimde PYD kontrolünde kalacak.
İşte burası da PKK’nın sürgün yeri olacak.
İran’da yaşama şansı kalmamış, Irak’ta hem istenmeyen ve hem de TSK’nın hava bombardımanları altında sürekli kırılan PKK’ya gösterilen tek adres Suriye…
Bu “olası” Suriye PKK/PYD bölgesi, kuzeyinde Türkiye’nin, güneyinde ise IŞİD’dan geriye ne kalacaksa onun ve diğer çatışıp düşmanlığını kazandığı grupların arasında sıkışmış olacak.
Zaten yetersiz olan nüfus ve diğer kaynaklarının, gelecekte bu olası bölgeyi korumaya yetmeyeceği de bir diğer gerçek.
Öyleyse bir “masa” kurulabilir; PKK Türkiye’deki varlığına, gelecekte Türkiye’nin gözünü üzerinden ayırmadığı bir sürgün alanında yaşamak kaydıyla son verebilir; kent savaşının sonrası için planlanan olası tüm saldırılar engellenebilir; hattâ şu anda bölgede Nusaybin gibi birkaç yerde kalan PKK unsurları da çatışmadan teslim olabilirler.
Elbette ki bu masa gözlerden uzak ve gizli kurulacak, ama kurulsa da kurulmasa da PKK, artık Türkiye’de olmayacak.
Bu kesin.
En basit tarifiyle, AK Parti 14 yıllık iktidarında, hak ve özgürlükler temelinde örgütlenen hiçbir silahlı hareketin varoluşuna imkan vermeyen bir Türkiye yarattı ve asıl “Barış Süreci” de buydu.
Bu süreçte artık bir aktör olarak PKK’ya yer yok ve onun siyasi uzantısı olarak kendini tanımlamış HDP, en çok da kendi tabanı önünde mahcup.
Bu mahcubiyet giderilip, yerini meşru ve siyasî bir aktör olma bilinci almadan HDP’nin geleceği hakkında konuşmak için erkense de, onun da PKK’nın aksine, Türkiye siyasetinde bir şekilde hep olacağı belli.
Ancak önce yargılanma, hesap verme, özeleştiride bulunup yeniden yapılanma duraklarını geçmeliler; belki sonra geri dönebilirler.