Mitolojide Sisifos’un hikâyesi vardır. Sisifos taşı tepenin zirvesine çıkarır. Taşı zirveye her çıkardığında taş kayarak aşağı yuvarlanır. Bu durum hep tekrar eder. Çünkü tanrılar Sisifos’a bu cezayı vermiştir.
Bugünlerde giderek artan “çatışmalar dursun, müzakerelere yeniden dönülsün” çağrılarını okuyunca, aklıma Sisifos’un çilesi geldi. Bizdeki barış çabaları da böyle olmadı mı? Bugüne kadar toplam sekiz kez, Kürt sorununun barışçıl çözümüne fırsat tanımak için ateşkes ilân edildi.
Sonuç? Mitolojideki Sisifos’un çilesine döndük. Denedik ama başarısız olduk; bir kez daha denedik ama yine başarısız olduk… Bir kez daha hiçbir felsefe, arka plan, eleştiri-özeleştiri düzlemine dayanmadan taraflara barış masasına geri dönün çağrıları yapmak, mitolojideki cezaya düşmektir.
Açık söyleyeyim, taraflarla dalga geçmektir.
Barış irade ile gelir
Barış, “temenni” edildiği için gelmez. Barış bir felsefesi olduğu; zarar üreten toplumsal ilişkileri rasyonalite üreten temelde yeniden düzenleme “iradesi” belirdiği için gelir.
Barış “kendiliğindenci” (spontaneist) ve nötr değildir; bir şeyleri değiştirme, etkileme potansiyeli içeren iradi bir duruştur.
Otuz yıldır süren bir savaş var. Siz İmralı dışında hiç somut bir eylem planı, somut bir barış vizyonu oluşturabilen siyasal parti, sivil toplum örgütü veya entellektüel gördünüz mü? Veya tanıyor musunuz?
İnsanın, Öcalan’ın sık sık siyaset üretememekle eleştirdiği HDP “ne diye var?” sorusunu sorası geliyor.
Barış isteyenlerin “üretimsiz,” savaş isteyenlerin “üretimli” olduğu bir iklimde barışseverler kaybeder, savaş isteyenler kazanır.
Çatışma üreten saha analizi
Şimdi barış isteyenlerin durumu daha zor. Çünkü önlerinde üstesinden gelmeleri gereken iki önemli zorluk var. İlk zorluk, saha analizinin önümüze koyduğu gerçeklikler. Sahada şunu görüyoruz:
Taraflar (devlet ve KCK) barış masasından kalkarak savaş sahasına geçtiler. Tutumlarına, anlaşmak için toplanan ama daha sonra anlaşamayanın psikolojisi hakim. Bu psikoloji bir taraftan aşırı öfke üretti; diğer taraftan karşı tarafın düşüncesini yeniden zor kullanarak değiştirme arzusu doğurdu. Zaten sahada gördüğümüz de bu. Devlet KCK’ye “benden istediğini silâhla da alamayacaksın” direnişi sergiliyor. KCK “istediğimi senden zorla almasını da bilirim”i uyguluyor. Bir süre böyle gidecek. Uzun da sürebilir kısa da… Sonra ya taraflardan biri karşı tarafın taleplerine evet diyecek veya taraflar yenişemediklerini görecek.
Çatışmanın uzlaştırılması disiplininde çokça önemsenen aktör analizi bize bunu söylüyor.
Çatışmanın dondurulması en acil ve öncelikli meselemiz.
Farklılığı nasıl uzlaştıracağız?
Barış için karşımıza çıkacak ikinci zorluk tarafların tutumunda ortaya çıkan büyük makas farkı.
Burayı çok önemseyin, çünkü çatışmanın çözülmesi ve dönüştürülmesinin en önemli ayağı.
Devlet demokratik özerklik talebini kabul edilemez, KCK de demokratik özerklik talebinin gerçekleşmesini olmazsa olmaz olarak masaya getirdi. Tarafların bu bakış açısında değişen bir şey yok. Ne devlet demokratik özerklik vermeye yanaşıyor, ne de KCK bu talepten vazgeçiyor. Tersine, KCK devletin vermediği talebi fiili olarak hayata geçirmek için hamle yaptı. Bu tablo karşısında, çıkıp yeniden müzakere masasına dönün demek neyi değiştirecek?
Umut asla yöntem olamaz!
Bu iki zorluğu uzlaştıracak bir dönüştürücü irade ortaya çıkmadıkça, “haydi barış masasına dönün” demek hiçbir derde deva olmayacak. O sebeple, aktörlerin davranışlarını değiştirecek tarafların, talep farklılığını uzlaştıracak bir perspektif ve yaratıcılığa ihtiyaç var. Çünkü mevcut hal kabul edilemez.
Kendi geleceğimizi yaratmak, yarının belirsizliğinde başarılı olacak yaklaşımlar geliştirmekle mümkün olabilir.
Unutmayalım. Umut asla bir yöntem olamaz!
Eğer umut bir yöntem olabilir diye düşünüyorsanız, Sisifos’un çilesini çekmeye devam edersiniz!
Not: Çatışmaları sona erdirecek yaklaşım ve önerileri bir sonraki yazımda ele alacağım.