Şurası bir gerçek ki, Kenan Evren bir darbeciydi. Aldığı eğitim, dayandığı temel felsefe, içinden çıktığı kurum; "temel ideolojik yaklaşımın laiklik olmasına" dayalıydı.
Kenan Evren'in ölümü, 12 Eylül askeri darbesinin hayatımızdaki izlerini de yeniden tartışmamızı körükledi. Evren, darbe dönemindeki konuşmalarında Kuran'dan ayetler okur, Peygamberin hadislerinden örnekler verirdi. Aynı dönemde, askeri uçaklar, Güneydoğu'da "PKK'yla mücadele" için, Kuran'dan ayetler içeren beyannameler atarlardı.
AK Parti milletvekili ve TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Prof.Dr. Burhan Kuzu, cunta liderinin ölümü üzerine, Twitter'da şu değerlendirmeyi yaptı: "7.Cumhurbaşkanı Evren vefat etti. Yaptığı en önemli icraatı, din kültürü ve ahlak dersini ilk ve orta öğretimde zorunlu ders saymasıdır."
Bu ve benzeri örneklerden yola çıkarak, 12 Eylül askeri darbesinin din üzerinden politikalar ürettiğini, bu yönelimin de ülkemizdeki "muhafazakarlığı" veya "İslamcılığı" geliştirdiğini söyleyenlerin sayısı az değil. Yaygın bir teze göre; askeri darbe, "sola karşı dini bir kalkan olarak görmüş" ve bu nedenle İslamcılığa payanda oluşturmuştur. Bu değerlendirmelerin özeti şu: İslamcı partiler ve cemaatler bu şekilde güçlenmiş, AK Parti iktidarına giden yol açılmıştır.
Kenan Evren, sonraki yıllarda kendisine yöneltilen bu tür değerlendirmeleri reddederek, miting meydanlarında dine referans vermesini, "dinin yanlış anlaşılmasını önlemek" şeklinde tanımlamıştır: "Dini sömürüyorlardı, bir din devleti amaçlıyorlardı, halbuki bizim dinimiz birlik ve beraberlik diniydi, ben bunları anlatmak istemiştim" diyordu Evren.
Neden zorunlu din dersi?
"Neden zorunlu din dersi?" sorusuna verdiği cevap da ilginçtir: " O din dersi değil, din bilgisi ve ahlak kültürü" der Evren. Bu derslerin amacının "dini doğru öğretmek" olduğu vurgusunu yapar. Bütün bunları, o dönemde ABD'nin bölge için öngördüğü "yeşil kuşak" projesinden bağımsız düşünmemek gerekiyor. Washington yönetimi, o yıllarda; "Sovyetler'den kaynaklanan komünizm tehlikesi"ne karşı, İslamiyet'i bölgede bir savunma unsuru olarak görüyor, buna uygun stratejiler geliştiriyordu.
Temel ideoloji: 'Atatürkçülük'
Kenan Evren ve 12 Eylül rejiminin, temel "ideolojik malzeme"si, askeri cunta için yorumlanmış bir "Atatürkçülük"tü. Cezaevlerinde sopayla "Atatürkçülük" eğitimi veriliyor, okullarda, askeri birliklerde, devlet dairelerinde "Atatürkçülük" okutuluyor, "laiklik" de bu "eğitim"in ambalajlarından birisini oluşturuyordu. Bu nedenle, dinin, "darbe döneminin eğitimi"nde esaslı bir referans olarak alınması, çok da söz konusu değildi. Din, belki, "kitlelerin, o günün ihtiyaçlarına uygun amaçlarla yönlendirilmesi" açısından bir anlam ifade ediyordu. Cuntanın lider kadrosu, her fırsatta "laiklik" vurgusu yapmaktan geri durmuyordu. Tabii, bu insanların "laiklik"ten ne anladıkları da, ayrı bir tartışma konusu.
Kenan Evren, son söyleşilerinin birinde, sözlerini şöyle sonlandırmıştı: "Türkiye'de çok büyük gelişim var. Her sahada, ülkelerle yarış yapıyoruz. Yılgınlığa düşmeyelim. Yeter ki Türkiye'yi gerici bir gücün pençesine vermesinler."( 9 Eylül 2007, Banu Şen, Hürriyet)
Evren'in "gerici güç" tanımının neye yönelik olduğunu tahmin etmek zor değil. "Laiklik ve dini gericilikle mücadele" söylemi/propagandası (darbeci olsun olmasın), "Atatürkçülüğün" her zaman en temel dayanağı olagelmiştir.
Kim gerici kim ilerici?
Şurası bir gerçek ki, Kenan Evren bir darbeciydi. Aldığı eğitim, dayandığı temel felsefe, içinden çıktığı kurum; "temel ideolojik yaklaşımın laiklik olmasına" dayalıydı.
"Laiklik yanlısı bir formasyondan geçmiş olmak", bazılarının sandığı gibi, "otomatikman ilerici olmak" anlamına gelmiyor. "Dindarlık" da "gericilik"le eşanlamlı değil. Bunlar, şunla da ilgili: Bizdeki laiklik olarak düşünülen uygulamalar, evrensel laiklik pratikleriyle de pek örtüşmüyor.
Evren'i "Türkiye tarihinin yakın zamanda tanıdığı en büyük gerici"lerden, en katı statükocularından birisi olarak tanımlayabiliriz. Kurdukları rejim, "özgürlük, adalet ve eşitlik karşıtı, otoriter ve tutucu bir rejim"dir.
Yapılan onca değişikliğe, kurdukları askeri vesayet rejiminin büyük ölçüde tasfiye edilmesine rağmen; "kurulan sistemin temel yapısı", hala yıkılamadı. Türkiye, gerçek ve kalıcı bir demokrasinin "anayasal görüntüsüne" bile ulaşamadı.
1982 Anayasası, gericidir. Toplumun iradesini kısıtlayan seçim barajı, gericidir. Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu, YÖK; gericidir. Yani toplumun gelişmesinin önüne dikilmiş engellerdir. Yapılan onca reforma rağmen, bu kurumlar hala "halkın iradesi üzerinde birer vesayet"tir. Bunların hala değişmemiş olmasının bütün günahını yalnızca 12 Eylülcü rejime çıkarmak da doğru olmaz.
Sözün özü, Evren "gerici"ydi. Tarihimizin en ağır diktatörlüklerinden birinin başıydı.