2.5 yıldır devam eden fiili ateşkesi kim ihlal etti? Silahları ilk kim ateşledi? Çatışmanın pimini ilk kim çekti? Gündemi meşgul eden soru bu. PKK’liler, ateşkesin PKK tarafından bozulduğunun söylenmesine çok kızıyorlar. Hükümetin süreç içinde yaptığı bazı hataları anımsatarak gerçekte ateşkese son verenin hükümet olduğunu belirtiyorlar. En gözde iddiaları, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dolmabahçe Mutabakatı” karşısında takındığı tavır. Buna göre, aslında çatışmasızlık ve onunla bağlantılı olarak çözüm süreci Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddetmesiyle, “masa yok, taraflar yok” demesiyle bitmişti. Dolayısıyla sorumluluk PKK’de değil Erdoğan’da aranmalı.
Eğer taraflardan birinin sürece dair olumsuz beyanatlarıyla bitecek olsaydı sürecin çok önceden bitmiş olması gerekirdi. Zira PKK yöneticilerinden de birçok defa “Süreç bitti”, “AKP ile barış olmaz” vb. ifadeler gelmişti. Erdoğan’a yönelik çok ağır benzetmeler yapılmıştı. Mesela Cemil Bayık “IŞİD’in asıl halifesi Bağdadi değil Erdoğan’dır” demişti. Demirtaş, Erdoğan’ı Hitler’e benzetmişti. Yine Bayık, Erdoğan’ın tımarhaneye kapatılması gerektiği söylemişti, vb. Ama tüm bunlar çatışmaların başlamasına sebep olmamıştı. Evet, karşılıklı çok sert ithamlar ediliyordu ama mücadele yine siyasi sahada kalıyor, silahlar patlamıyordu.
Çünkü süreci mümkün kılan, taraflardan birinin diğerine bilinçli ve planlı bir şekilde saldırmaması ve ölümlerin olmamasıydı. 6-8 Ekim’de ölümler olduğu için ipler kopma noktasına gelmişti. Ama zor da olsa süreç yine rayda tutuldu. Fakat Suruç’ta IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamdan sonra PKK sonucu belli bir hamle yaptı. Katliamdan devleti sorumlu tuttu, Ceylanpınar’da iki polisi katletti ve bunu yüksek sesle sahiplendi. Çatışmasızlık o anda bitti. Ardından PKK, polis ve askerlere olan saldırılarını yoğunlaştırdı. Hükümet de buna sınır dışında PKK kamplarını vurarak, sınır içinde de PKK ve bağlantılı yapılara operasyon yaparak karşılık verdi. (Cengiz Algan ve Yıldıray Oğur çatışmanın nasıl başladığına dair ayrıntılı yazılar kaleme aldılar, çatışmaya giden yolda döşenen taşları tek tek ve tarihleriyle tespit ettiler.)
“Saray Gladyosu”
PKK ve HDP çevreleri karşı çıksalar da masayı PKK’nin devirdiği net. PKK, iki polisi evlerinde infaz ederek çatışmanın fitilini ateşledi. Kamuoyu da bunu böyle kabul etti ve çatışmaların başlamasından PKK’yi sorumlu tuttu. PKK bu eylemden ötürü iç ve dış kamuoyunda zora girdi. Bunun üzerine iki polisin öldürülmesi olayında PKK’nin sorumluluğunu maskelemek adına peşi sıra iki açıklama geldi.
İlk önce Selahattin Demirtaş bir komplo teorisiyle ortaya çıktı. Saray’a bağlı bir Gladyo’nun kirli bir savaş yürüttüğünü belirtti. Ceylanpınar’ı bu çerçevede değerlendirdi, polislerin kanlı bir oyuna kurban gittiğini ve burada karanlık ilişkilerin olduğunu söyledi. Dolayısıyla Demirtaş’a göre ölümlerden PKK sorumlu tutulamazdı.
Eğer bir olayda birtakım karanlık noktalar ve bir nebze sır perdesi varsa komplo teorileri iş görülebilir. Lakin her şey ayan beyan ortadaysa komplo teorileri kar etmez. Ceylanpınar’daki olay da böyleydi. Her şey vatandaşların gözleri önünde cereyan etti. Kendilerine “Apocu fedailer” diyen bir grup, sabahın erken saatlerinde iki polisin evlerine girdiler ve onları öldürdüler. HPG, bunu “Suruç’un misillemesi” olarak resmi sitesinde ilan etti. PKK de uzunca bir süre bunun aksini söylemedi ve eylemi kabullendi.
Durum bu iken Demirtaş’ın kanıtlanamayacak iddialara dayanması ve derin ilişkileri adres göstermesi ne kimseyi ikna edebilir, ne de PKK’nin sorumluluğunun üstünü örtebilir. İnsanların aklını hafife almamak lazım. Bundan bir şey çıkmaz. Oysa Demirtaş bunun yerine eylemin PKK tarafından yapıldığını dürüstçe kabul etse ve gerektiği gibi eleştirseydi, hem parlayan ateşe bir tas su dökmüş, hem de daha fazla itibar kazanmış olurdu.
“PKK’den bağımsız birimler”
Demirtaş’tan sonra KCK Dış İlişkiler Sorumlusu Demhat Agit, BBC Türkçe’ye bir mülakat verdi ve polislere saldırıyı PKK’nin yapmadığını söyledi: “Bunlar PKK'den bağımsız birimler. Bize bağlı olmayan, kendi içlerinde örgütlenmiş olan yerel güçlerdir diye açıklandı. Bizim yaptığımız bir şeyi üstlenmekle ilgili çekincemiz yok. PKK/HPG olarak yapılan bir eylem varsa bunun izahatı, gerekirse özeleştirisi yapılır."
İlk önce Demirtaş ile Agit’in sözlerinin birbirini nakzettiğinin altı çizilmeli. Demirtaş karanlık güçleri işaret ederken Agit, eylemin “kendi içlerinde örgütlenmiş yerel güçler”ce yapıldığını ifade ediyor. Fakat Agit’in “yerel güçler” iddiasının da sorgulanması lazım. Daha önce de çeşitli defalar kullanılan bu argüman son derece işlevsel. Toplum vicdanını yaralayan bir eylem olduğunda PKK hemen bunu devreye sokuyor ve merkezi bir sorumluluk almayı reddediyor.
Oysa PKK’de son derece hiyerarşik ve disiplinli bir yapı var. Zaten bu özellikleri sayesinde Ortadoğu gibi bir coğrafyada 40 yıl ayakta kalabildi ve önemli bir güce dönüştü. PKK tarzı bir örgütte yerel birimler gidişatı tamamen değiştirecek bir eyleme kendi başlarına karar veremezler. PKK, aklına esenin örgütün kaderini doğrudan etkileyecek saldırılar gerçekleştirdikleri bir örgüt değil. PKK, Ceylanpınar gibi bir eylemin ne anlama geleceğini bilir, devletin buna nasıl tepki vereceği önceden rahatlıkla kestirebilir. Dolayısıyla oldukça ağır sonuçlara neden olan böylesi bir eylemi, merkezin iradesinden bağımsız olarak yerel birimlerin gerçekleştirmesi düşünülemez. PKK günahı yerel birimlerin sırtına yüklemektense başlattığı çatışmaları durdurmalı.