Bu yazımda Ermeni soykırımındaki kasıt/niyet unsurunun somutlaştırılması açısından Ermeni tehciri üzerinde durmak istiyorum. Her şeyden önce kendi güvenlikleri için harbin cereyan ettiği bölgelerden daha güvenli yerlere ‘yeniden iskan’ edileceği söylenen Ermeniler bilakis IV. ve VI. Ordunun İngilizlerle yoğun olarak savaştığı bir gayya kuyusuna yani Suriye topraklarına sürgün edilir.
Şubat-Mart 1915’te Dörtyol-Adana-Maraş-Zeytun’da fiilen başlayan ve Konya’ya sürülmesi planlanan Ermenilerinin tehcirinin rotası 24 Nisan 1915’te alınan bir kararla Anadolu dışına doğru evrilir ve Suriye’de karar kılınır. Aynı gün önce İstanbul’da daha sonra neredeyse Anadolu’daki bütün vilayetlerde Haziran-Temmuz 1915’e kadar sürecek olan Ermeni aydınlarının tutuklanması ve birçoğunun Çankırı-Ayaş-Ankara istikametinde katledilmeleri vuku bulur.
Yine aynı gün, Britanya İmparatorluğu’na bağlı kuvvetler denizden ve karadan Çanakkale’yi bombalamaya başlar. Van’ı da kaybederek iyice köşeye sıkışan ve kendini varlığını mutlak bir tehdit altında hisseden İttihat ve Terakki liderlerinin gazabına uğrayan ise en başta Ermeni toplumu ve sonrasında bütün bir gayrimüslim Osmanlı tebaası olur.
Ermeni sürgünleriyle dolu olan konvoyların güvenliği için hiçbir önlem alınmaz ve buna yönelik güvenlik önerileri geri çevrilir. Ecnebi konsolosluklar, büyükelçiler ve uluslararası yardım kuruluşlarından gelen yardım teklifleri engellenir ve kabul edilmez. Almanya’nın İstanbul büyükelçisi Metternich’in 9 Aralık 1915 tarihinde Ermeni sürgünlerine yönelik yardım önerisi reddedilir. 28 Nisan’da yapılan bir diğer öneri de yine İttihat ve Terakki hükümeti tarafından kabul görmez.
Almanya ve Amerika’dan gelen söz konusu yardım tekliflerinin kabul edilmemesi bizatihi Talat ve Cemal Paşaların çeşitli vilayetlerdeki görevlilere gönderdiği emirlerle teyit edilir. Ermenilere yönelik soykırım niyetinin en bariz örneği Dahiliye Nazırı Talat Paşa tarafından Diyarbakır vilayetine gönderilen 12 Temmuz 1915 tarihli şifreli telgraftır.
Bu telgrafında Talat Paşa Diyarbakır Valisi Reşit Bey’e Ermenilere karşı uygulanan “terbiye edici” siyasal uygulamaların diğer Hıristiyanlara uygulanmamasını net bir biçimde ifade eder. Reşit Bey, Diyarbakır’daki 150,000 Ermeni’nin sistematik olarak imha edilmesinden sorumludur.
Ermenilerin kamilen izalesi sürecindeki kasıt unsurunu somutlaştıran bir diğer mesele tehcir edilen Ermenilerin taşınır ve taşınmaz mal varlıklarının akıbetine ilişkindir. 1915 yılında sürgün edilen Ermenilerin geride bıraktıkları malların idaresi için gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde, bir dizi kanun ve kararname çıkartılmıştır. Emval-i Metruke Kanunları olarak bilinen bu kanun ve kararnameler Ermeni varlığını yok etmeyi kurumsallaştırmıştır. Bu kanunlar soykırımın yapısal unsurudurlar.
Ermeni soykırımı, sadece Ermenilere karşı işlenmiş barbarlık gösterilerinde değil, aynı zamanda Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde çıkarılmış bir dizi normal ve sıradan hukuk metinlerinde gizlidir. Osmanlı İttihat ve Terakki Partisi, Ermenileri şu veya bu nedenlerle bulundukları yerlerden sürmüş; sürerken de mallarınıza biz bakacağız ve değerlerinin karşılığını yeni yerleşim yerlerinde size teslim edeceğiz sözünü vermiştir.
Çıkartılan tüm kanun ve kararnamelerde, malların asıl sahiplerinin Ermeniler olduğu ve devletin sadece onlar adına idare işini üstlendiği tekrar edilmiş ve ama sonra da, bu kanun ve kararnameler Ermenilerin Anadolu’daki varlıklarını ortadan kaldırmak için kullanılmıştır (İleri dönemde bu kanun ve kararnamelerin içeriğine ve Ermenilere ait mal ve mülklerin nasıl tasarruf edildiğine ilişkin hassaten bir yazı yazacağım).
Ermeniler maddi temellerinden o derece yoksun bırakılmışlardır ki tehcir edildikleri konvoylarda kendilerini korumakla mükellef güvenlik görevlilerine bunun için rüşvet dahi veremeyecek duruma düşürülmüşlerdir. Emval-i metruke mevzuatı Ermenilerin tehcir süreci boyunca fiziksel imhalarının gerçekleştirilmesine doğrudan etki etmiştir.
Öte yandan tehcir sürecinde Ermenilerden müteşekkil konvoyların “yerleştirildiği” kampların “ölüm kampları”ndan farkı yoktur. Suriye vilayetinin Hama, Homs, Rasul’ayn, Meskene, Bab, Munbuç, Havran, Musul ve Der Zor gibi kazalarına sürgün edilen Ermeniler bu bölgelerde maruz kaldıkları salgın hastalıklardan, açlıktan ve susuzluktan kırılmışlardır. İlaveten, bu bölgelerde Teşkilat-ı Mahsusa birlikleri eliyle kitlesel olarak katledilmişlerdir. Bütün bu katliamlar oralarda görevli resmi Osmanlı askeri ve sivil idarecilerin/memurların gözleri önünde cereyan etmiştir.
Esasında buradaki temel mesele şudur: Tehciri organize eden Talat Paşa, bu bölgelere sürgün ettiği Ermenilerin bu koşullar altında hayatta kalamayacağından emindir. Tehcir sürecinin arkasında yatan gaye bu noktada düğümlenmektedir. Tehcir koşulları bir bütün olarak değerlendirildiğinde İttihat ve Terakki’nin Ermenilerin topyekun imhasına dönük politikalarındaki niyet unsuru temayüz eder.
Altı çizilmesi gereken bir diğer nokta İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi liderlerinin Ermenilerin tehciriyle birlikte eşzamanlı yürüttükleri Anadolu’nun demografik olarak homojenleştirilmesi; başka bir ifadeyle Balkanlar’dan ve Kafkasya’dan gelen Müslüman muhacirlerin ve göçmenlerin Ermenilerden boşalan yerlere yerleştirilmeleridir. Bu gruplar Ermenilerin geride bırakmak zorunda kaldıkları mal ve mülklerin de sahibi olmuştur.
Ez cümle, Ermeni tehcirinin içeriği, koşulları, planlı hali ve plansızlığı, koordinasyonu ve koordinasyonsuzluğu bir bütün olarak mülahaza edildiğinde Ermeni soykırımındaki kasıt/niyet görülebilir. Bu da Birleşmiş Milletler’in 1948 yılındaki “Soykırım” tanımının neredeyse bütün unsurlarının Ermeni soykırımı için de geçerli olduğunu gösterir.