İrlanda’nın barışında toplumun her kesimi büyük emekler verdi. Yürütülen incelikli çalışmaların emekçileriyle, fikir işçileriyle tanışmak üzere Belfast’a gitmiştik geçtiğimiz aylarda. Zaman’da ve Dünyabizim.com’da yazmıştım bu tecrübenin bir kısmını.Programda Dublin de olduğundan iki vize birden gerekliydi. Randevu sabah dokuzda olduğundan önümde iki seçenek vardı: ya erken gidilecek, bir kafede oturup beklenecek, ya da geç kalınacak.Sabahın yedisinde hızla kapalı Çin lokantalarını, pahalı vitrinleri geçiyorum. Çiçekçiler uyanık ve işbaşında. Büyük artist posterleri, galata resimleri satan adamla şöyle bir selamlaşmak ikimize de iyi geliyor. Yağmur başlayınca asfaltın içinden çıkmışçasına hayret uyandıracak çabuklukta şemsiye satan çocuklar peyda oluyor. Hepsi de ellerinde satılık kapalı şemsiyelerle yağmurun altında sırılsıklamlar. Onların ıslanmasından daha önemli çünkü, bir tek şemsiyenin bile satıştan uzak kalmaması. Gezi olaylarından sonra trafik ve toplu taşınma da yeraltına inince, üst taraf beton çölü gibi oldu hepten. Doğu Avrupa şehirlerinin meydanlarını anımsatıyor genişlik ve soğukluk.Neyse insanlar alabildiğine sıcak. Yürüyerek akıyorum türlü çeşit milletten insanla. Uzak Doğulular, Türkîler, Ruslar, Almanlar, Fransızlar, Amerikalılar. İrlanda vizesini vermeye yetkili büroya doğru giden de var benim gibi. Harbiye. Nişantaşı ayrımından sonra, askeri müzeden önce. Erken çıkan yol alır ama vakit bu kez öyle bol ki. Bunu bir avantaja döndürmek ve asude bir zaman geçirmek mümkün, geniş kaldırıma kurulmuş açık hava kafesinde. Etraftaki iş yerlerinin çalışanları neşeyle kahvaltı ediyorlar.Genç bir kadın geldi yanında iki iri köpek. Cinslerini bilebilseydim de yazsaydım. Köpekler ayakta ama onların oturmasını istiyor ve sürekli tokatlıyor hanımefendi. Kendisi çadırdan şemsiyenin altında, onları yağmurun altına denk gelen tarafta oturmaya zorluyor. Sahibi değil de bakıcısı izlenimi veren bir acımasızlık vardı davranışlarında. Köpekleri sürekli azarlayıp dövmek, kalabalıkta onurlarıyla oynamak ne demek. İkisi de mutsuzluklarını depresif duruşlarıyla ifşa ediyorlar. Bedbinlik içinde oturan güzelliklerin kıpırdamalarını bile sert bir şekilde engellemeye çalışıyordu kadın. Bu dakikalarca sürdü ve kimse müdahale etmedi. Köpeklerden bir tek ses çıkmaması ilginçti. Ağır bir travma içindeler, her hallerinden belliydi. Kafede rahatça oturup, buluştuğu arkadaşıyla çene çalma uğruna eziyordu hayvanları. Belli ki sorunları vardı, köpeklere bakacak halde değildi esasında.Herkes seyrediyor bir kafe dolusu insan tanık oluyordu som kötülüğe. Kafe ahalisinin bir kısmı hiçbir şey olmuyormuş gibi yediklerine içtiklerine gömülmüş gibiydi. Toplu taşım araçlarında ayaktaki yaşlıları görünce uyuyan gençler gibi. Bazıları ise pervasız bir aleniyetle gözlerini dikmiş, isteseler kadını iki dakikada hizaya getirebilecek savaşkan tabiatlı iki kocaman köpeğin(kardeş olabilir mi?) konuşamadan itiraz edemeden sürekli sert tokatlar yemelerindeki ilginçlikle sabah keyfi yapıyorlardı. Birden “yeter ama böyle gözümüze baka baka vuramazsınız hayvanlara” diyen boğuk sesimi duydum. Yaşlıca bir kadın “evet ya bu doğru değil” dedi bir ses beklermiş gibi. Cümle erkekler ve kafe görevlileri olayı seyrediyorlardı. Sabahın köründe (neden böyle denirse aydınlığın en güzel vaktine) bir şehir meczubu yapacağını yaptı hissiyatıyla gerilmişti ortam, alayvari yüz ifadelerine bakılırsa. Ortamın sükûnetini ihlal eden benmişim gibi “müdahale edemezsiniz hanımefendiye” dedi biri. Kadın sırtını dikleştirdi, “siz ne karışıyorsunuz ki” diye bağırdı, “ben onun sahibiyim.” “Siz sahip, onlar esir demek” diye sürdürdüm itirazımı.“Nasıl bir düşünce bu? Kimse hayvanları ele geçiremez, insan hiçbir şeye sahip olamaz, ancak emanetçi olabilir, Allahın emaneti bu hayvanlar size, baksanıza gözlerine nasıl üzgün ve ümitsizler. Madem aldınız, anne gibi davranmalısınız.”Kadına baştan beri arka çıkan, sosyolojik olarak büyük bir şehir karmaşasına denk gelen adam gülerek “köpeğin annesi olamaz ki, siz ne diyorsunuz, istediği gibi davranır, çeşit çeşit eğitim yöntemi var, size mi soracaktı” demez mi? Kadınla buluşan arkadaşı da olanlara sessiz kalmayı yeğlemişti. Çayı ve böreği bırakıp ayağa kalktığımda müessese sahibi yanıma yaklaşıp kısık sesle “kusura bakmayın” dedi. Hafiften titreme gelmişti, köpeklerin gözlerindeki derinlik, dışa vuran sessiz harflerin alev topu gibi etrafa saçılışı yerle bir etmişti günümü.Başvuru sıram gelince “davet mektubu bir İngilizden ama kurumun Türkiye’de yaşayan yöneticisi, oradan gelmesi gerekir gibi bir eleştiri ve itiraz”, sonra daha önce istenmeyen bazı evraklar talep etmek yolculuğa saatler kala. Aslında konsolosluklardaki görevlilerin bir kısmındaki genel eğilim kendi yurttaşlarını yabancılardan daha çok aşağılayarak, konumunu üstünlük iddia edenlerin safına taşıdığını düşünmek. Kapıdaki güvenlik görevlilerinden başlayarak zorluk çıkarmada yarışmak, gücü ele geçirmişken mümkün mertebe bunun tadını çıkarmak.Ah bu iktidar. Toplumu nasıl da mânen kanlı bir arenaya çeviriyor. Ingeborg Bachman’ın dediği gibi faşizm iki kişi arasındaki ilişkide başlıyor, insan bulamazsa hayvanda gösteriyor gücünü.
Harbiye’de hayvanlar ve insanlar
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik