2023’ü görecek takati kalmadığından hareketle, AK Parti iktidarının salgın sonrası uygun bir zamanda, Türkiye’yi erken seçime götürmeye hazırlandığı yönünde değerlendirmeler yapılıyor.
Seçimin zamanını kestirmek kolay olmasa da iktidarın ciddi bir kaybetme endişesi içinde olduğu görülüyor. Bunu, Babacan ve Davutoğlu ile CHP arasında ödünç milletvekili diyalogları şöyle ucundan kamuoyuna yansıyınca, engelleyecek yasayı hemen Haziran’da Meclise getireceklerine dair açıklamalarından anlıyoruz.
Seçim sürecinde gündemin demirbaşları arasında işsizlik ve yoksulluk, ekonomi ve borçlar, eş dost kayırmalar, basın özgürlüğü ve haksız tutuklamalar, hukuksuzluk ve demokrasi ihlalleri, dış politikada savrulmalar gibi konuların yanında, şüphesiz Kürt sorunu da boylu boyunca yer alacak.
Bu noktada gerek AK Parti ve gerekse Millet İttifakı partilerinin, özellikle HDP’ye karşı yaklaşımlarında görülen politik açmaz ve tıkanmaya dikkat çekmenin yararlı olacağını düşünüyorum.
AK Parti’nin sonuç vermeyen ısrarı
AK Parti iktidarı son beş yıldan beri Kürt sorununu resmen unuttu. Barış ve Çözüm Süreci’nin bütün siyasal, kültürel ve duygusal kazanımlarını çöp tenekesine attı.
Kürt yurttaşların yoğun olarak yaşadığı bölgeye MHP’nin gözlüğüyle baktığı için bölge halkına neredeyse tamamen yabancılaştı. Bütün Türkiye’yi ilgilendiren büyük bir tarihsel sorun hiç yokmuş gibi davrandı ve halen de böyle devam ediyor.
İktidar bu dönemde HDP’ye ağır baskı uyguladı ve bu da devam ediyor. Faaliyetlerini ya yasakladı ya da bir biçimde engelledi. Bu politikaların sonucunda partinin genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları, parti yöneticileri ve üyeleri cezaevlerini mesken tuttu.
İktidar HDP’nin kazandığı belediyelere hukuk dışı yollarla kayyım atayıp el koydu ama seçmen ilk fırsatta tekrar HDP’nin adaylarını seçti. Gelişmelerin yönüne bakarsak, önümüzdeki seçimde de farklı bir şey olmayacağı şimdiden belli.
Şurası bir gerçek, Cumhur İttifakı’nın ortakları el ele verip, Meclisin üçüncü büyük partisi olan HDP’yi öyle ya da böyle siyaset dışına itmeye çalışıyor.
Şu soru önemli: Bu yok sayma, marjinalleştirme ve olur olmaz gerekçelerle kriminalize etme gayretlerinin kendilerine kayda değer bir şey kazandırmadığını nasıl göremiyorlar?
Bıkmadan usanmadan beş yıldır tekrarlanan bu politikanın, toplum indinde AK Parti’ye siyasi ve ahlâkî haklılık getirmediği gibi, seçmen desteğini de yükseltmediği çıplak gözle görülüyor. Hattâ kendi saflarında yer tutan Kürt seçmenlerde bariz bir gönül kırıklığı yarattığı da biliniyor.
Şüphesiz HDP’yi herkes kendi siyasal meşrebince birçok yönden eleştirebilir. Kimi PKK karşısında sesinin gür çıkmasını bekleyebilir; kimi demokratik mücadele alanına hakimiyetini daha fazla artırmasını isteyebilir. Birçoğu da, bizzat HDP’nin kendisini de derinden etkileyen silahlı saldırı, şiddet ve terör politikalarına karşı ikircimsiz tavır alması gerektiğini söyleyebilir. Nitekim söyleyenler de var. Ama iktidarın bu partiye yönelik uygulamaları ve tavrı, hukukun ve siyasi teamüllerin tamamen dışında.
İktidar güçlerinin HDP’ye dair beklenti ve değerlendirmeleri ne olursa olsun, HDP’nin artık Türkiye’nin yasal ve demokratik siyasal zemininin vazgeçilmezleri arasına girdiğinin kabul edilmesi, ona göre eşitlikçi ve demokratik bir tavır geliştirilmesi gerekir.
Bugün kimse Kürt sorununun çözümünde AK Parti’nin yeniden etkin aktör konumuna gelmesini beklemiyor. En azından, köprülerin çoktan atıldığı ve hayallerin toprağa gömüldüğü biliniyor.
Gerçek şu ki, iktidar HDP’yi rahat bıraksa da bırakmasa da, seçmeninin partisine sadakati devam ediyor; batı kamuoyunda bu partinin kabul edilirliği giderek artıyor.
Öyleyse, yürümeyip tıkanacağı daha baştan belli olan, demokratik toplumsal vicdana “bu kadar da olmaz” dedirten baskı ve dışlama politikasını AK Parti ne uğruna sürdürüyor?
Millet İttifakı: Ne seninle ne sensiz!
Olayın bir başka boyutu da Millet İttifakı’nın ortakları CHP ve İyi Parti ile HDP arasında yaşanıyor.
Özellikle İyi Parti istiyor ki HDP ittifakta olsun ama resmiyette olmasın; pek fazla ortalıkta görünmesin; adı sanı geçmesin ve masada sandalye istemesin.
İyi Parti’nin HDP’ye çektiği kırmızı çizgi, CHP’nin miadını doldurmuş ürkekliği ve lüzumsuz hassasiyeti ile birleşince, son günlerde pek sağlıklı bir görüntü vermiyor.
Öyle ki, CHP farklı düşünse bile sözünü kurarken İyi Parti’yi kolluyor; İyi Parti ise “aman saldırı almayayım, milletvekili ve üye kaybetmeyeyim” mantığıyla, MHP’nin suçlayıcı salvolarından korkuya kapılıyor. Geniş bir toplum kesimi muhalefet blokunu desteklediği halde, bu iki parti manâsız ve yararsız bir döngünün içinde debelenip duruyor.
Böyle bir görüntü veren ittifakın istikrarı, geleceği, seçimi kazanma kapasitesi ister istemez sorgulanıyor. Gelecek ve DEVA partilerinin de katılımıyla muhtemel büyümenin hesapları yapılırken, beri yandan HDP konusunda sürekli sınır çizilmesi, oy dengesi gerçekliği dikkate alındığında iyice kuşku yaratıyor.
Gerek AK Parti ve gerekse MHP, Millet İttifakı’nı dumura uğratmak için HDP’ye yüklenmenin en uygun saldırı taktiği olduğunu tesbit etmiş durumda. İyi Parti ve CHP’yi “ihanet içinde olmak ve terör örgütüyle işbirliği yapmak”la, “terör örgütünün siyasi koluyla iş tutmak”la suçluyor ve sonuç da alıyorlar.
Yani, bu ittifakın yumuşak karnı HDP’dir; “ne bulursan onunla vur, mutlaka sonuç alırsın” diye hesap ediyorlar. Böyle durumlarda Millet İttifakı ortaklarının sergilediği ürkek tavır işlerini kolaylaştırıyor.
Korkunun faydası yok
Halbuki HDP Mecliste onlarca milletvekili bulunan, bölgesini yöneten, demokratik ve yasal zeminde mücadele veren, 15 Temmuz darbesine direnmiş bir parti. Hakkında bir kapatma dâvâsı olmadığı halde, bütün bu gerçekleri gözlerden saklayan ırkçı ve milliyetçi propaganda karşısında CHP ve İyi Parti’nin ellerinin ayaklarının birbirine dolanması, ittifakın geleceği açısından ciddi bir sorun olarak görünüyor.
CHP İyi Parti’nin kopmasından ve ittifakın güç kaybetmesinden korkuyor; İyi Parti ise milliyetçi ve ırkçı demagojinin bünyesinde ve seçmeninde yıkıcı etki yapmasından çekiniyor.
Hatırlayalım, dokunulmazlıklar konusu Meclise geldiğinde CHP’nin bu endişeye teslim olması, hem kendisi hem de bütün ülke için vahim bir sonuca yol açmıştı. Ardından iktidarın hukuk dışı uygulamaları yağmur gibi gelmişti.
Aslında, Cumhur İttifakı’nın HDP hakkında yürüttüğü suçlayıcı ve dışlayıcı propagandanın muhalefet seçmenlerini etkileme gücü çok azaldı. Dönemin değişmekte olduğunu CHP ve İyi Parti’nin de görmesi beklenir. En azından son seçimlerde birçok şehirdeki hava bunun açık işaretlerini verdi, demagojik propagandanın temelsizliği iyice açığa çıktı.
Artık tıkanma belirtileri gösteren “HDP’ye mesafeli durma, resmiyet düzeyinde ittifak ortağı saymama ve muhatap almama” politikasının, bumerang gibi geri dönüp Millet İttifakı’nı vurması da ihtimal dışı değil. Çünkü söz konusu parti açısından tahammülü zor bir tablo doğmuş durumda.
Esasen iktidarın HDP hakkında yürüttüğü “terör örgütünün siyasi kolu… terör örgütüyle arasına sınır çekmiyor” gibi söylemlerle bu partinin seçmenini ondan uzaklaştırma ve partiyi marjinalleştirme hesabı boşa çıktı. Zaten toplumun geniş bir kesiminde bu yaklaşım hukuki, meşru ve adil de bulmuyor.
İttifak partilerinden “HDP ile seçim sürecinde bağ kuruldu mu, kurulmadı mı” diye tartışmak yerine, Kürt sorununu da çözmeye aday olarak ortaya çıkmaları bekleniyor. Böyle geniş vizyonlu bir adımın Türkiye’nin siyasal havasını hayli değiştireceği tahmin edilebilir.
Sonuç olarak, mevcut ürkek politika tıkandı ve sürdürülebilirliği kalmadı. Millet İttifakı’nın varlığına ve gelişmesine bir katkı sunmuyor. Israr edildiği takdirde, işlerinin pek kolay olmayacağı görülüyor.
HDP’nin kendisinden ve PKK’dan kaynaklanan tıkanma ise başka bir yazının konusu.