Ana SayfaYazarlarHalkın iradesi

Halkın iradesi

 

28 Şubat rüzgarının güçlü estiği bir dönemdi. 1997 yılıydı. Genelkurmay Başkanlığı 20 civarında önde gelen gazeteci-yazarı, PKK ile çatışmaların yoğun olarak yaşandığı bölgelere davet etti.

 

İslami kesimden hatırladığım isim Abdurrahman Dilipak’tı. Dilipak, askerlerle gazeteciler arasında zaman zaman yaşanan yoğun tartışmaların hiçbirine katılmadı.

 

Neden sessiz kaldığını sorduğumda, “Herkes asıl konuyu bırakır bana yüklenir…” şeklinde bir karşılık vermişti. İşin bir başka boyutu ise askerlerle aramızdaki tanım farkıydı.

 

Biz “Kürt sorunu” diye söze başlayınca, onlar "terörle mücadele" diyerek, “Kürt” sözcüğünü kullanmaktan kaçıyorlardı. Sonuç olarak “Kürt sorunu” diye bir kavramı kabul etmiyor, sorunun terör sorunundan ibaret olduğunda ısrar ediyorlardı.

 

Sonraları bu konuda farklı açıklamalar da yapmalarına karşın, devlete egemen anlayışa yön veren askerler, özellikle konuyu terörle mücadele sınırları dışına çıkarmak istemiyorlardı.

 

Siviller statükoyla uzlaştı

 

Sivil iktidarlar ise, örneğin eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz “AB’nin yolu, Diyarbakır’dan geçer”, Süleyman Demirel “Kürt realitesini tanımalıyız” gibi “başlangıç”lara rağmen, sonunda askerin tezine gelmişler, statükoyu kabullenip, çözümü askere havale etmeyi yeğlemişlerdi.

 

Bu konuda en cesur ve kararlı çıkışı AK Parti iktidarının yaptığını teslim etmeliyiz. Sorunun masada diyalog yoluyla çözümü için Erdoğan sıradışı bir tutum gösterdi. O günlerde, benzer bir çözüm eğilimi, Kürtler içinde de yaygındı.

 

Böylesine kangren olmuş bir meseleyi birkaç hamle ile çözüme kavuşturmak mümkün olmadı. Çözüm süreci hayal kırıklığıyla sonuçlandı. İnsanlar sustu, silahlar konuştu. Güneydoğu’da birçok şehir ve kasaba yerle bir oldu.

 

Yüzlerce yetişmiş asker ve polis, hendekleri barikatları yıkmak uğruna can verdi. PKK’nın sahaya sürdüğü binlerce genç, “özyönetim” ilanlarının ardından ölüme gittiler. Bütün bu yıkım ve ölümlere rağmen bölgenin gerçekliği değişmedi.

 

Çünkü ortada sosyolojik, yani toplumsal bir olgu var, Kürt gerçekliği var. Bu gerçeklik aklımıza öncelikle şiddetin öne çıktığı bir mesele olarak geliyor. “Kürt sorunu”nun tetiklediği “terör” gerçeğini, şiddet gerçeğini, kimse görmezden gelmiyor.

 

Konuyu “terör”le sınırlı tanımlayıp bu temelde çözülebileceğini iddia etmenin mümkün olmadığını da, yaşadığımız 40 yıllık tecrübe içinde etraflıca öğrendik.

 

Üstelik, bu konu, işin içine Suriye boyutu da eklenince, daha karmaşık bölgesel ve hatta uluslararası bir sorun haline dönüştü. Sorunu şiddetten ayırabilmenin en etkili yolu, öncelikle bölge halkının iradesine ve onuruna özen göstermekten geçiyor.

- Advertisment -