İki hafta önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Saraçhane’deki binasının önünde bir protesto gösterisi vardı.
Milli Beka Hareketi üyeleri Ekrem İmamoğlu’nun Fatih Sultan Mehmet türbesindeki davranışlarını protesto ettiler.
Protestoculara göre İmamoğlu, 29 Mayıs günü Fatih Sultan Mehmet türbesine girerken ellerini arkadan bağlamış, hatta türbeye tekme atarak saygısızlık yapmıştı.
Protestolar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin resmi hesabından paylaşılan İmamoğlu’nun 29 Mayıs günkü Fatih Türbesi ziyareti görüntülerini, Pelikan olarak bilinen gruba ait bir internet sitesinin alıp “İmamoğlu’ndan Fatih türbesine büyük saygısızlık” olarak yayınlamasıyla başlamıştı.
Görüntüler hızla sosyal medyada yayılmış, aralarında gazetecilerin, siyasetçilerin, sosyal medya trollerinin olduğu binlerce kişi içinde Pontus, Rum, Bizans geçen ifadelerle hakaretler etmiş, İmamoğlu “Bunu ancak kripto bir Rum yapar”, “Meydan okuyor, intikam alıyor” diye suçlanmıştı.
Aslında görüntülere dikkatli bakınca İmamoğlu’nun elleri arkada karşısında yürüdüğü türbenin Fatih’in değil, Fatih Camii yanındaki aynı hazire içinde bulunan türbelerden eşi Gülbahar Hatun’un türbesi olduğu görülebiliyor. “Tekme attı” dedikleri de bu türbe. Yine dikkatli bakınca tekme atmadığı, ayağındaki bir şeyi silmeye çalıştığı görülüyor. Ayrıca neden Gülbahar Hatun’un türbesine tekme atsın ki? Üstelik görüntülerin devamında İmamoğlu’nun Fatih türbesinin içinde okunan Kuran ve duaya katıldığı da görülüyor.
Ama bütün bu makul açıklamalar, İstanbul Belediye Başkanının 29 Mayıs günü kameraların önünde Fatih’in türbesine hakaret ederek tarihin intikamını almaya çalışan kripto bir Rum olduğuna inanmak isteyenleri durdurmaya yetmedi.
En fazla ‘bir türbe haziresine girerken ellerini arkadan bağlamak yakışık almaz’ denip geçilecek bu görüntüler üzerine binlerce tweet atıldı, gazetelerde ve televizyonlarda haberler yapıldı, hatta bir grup gidip bunun için belediye önünde protesto gösterisi bile yaptı.
Peki insanların böyle ırkçı bir komplo teorisine inandıran bu derin öfke nereden geliyor?
Cevap basit; bir yıl önce açılan sandıklardan.
Yarın 23 Haziran.
Bundan bir yıl önce Türkiye siyasi tarihinde eşi benzeri az görünen siyasi bir propagandayla iptal edilen İstanbul seçimleri için İstanbullular ikinci kez sandık başına gittiler.
Herhalde bugün çok az kişi sadece bir yıl önce o seçimi iptal ettirebilmek uğruna neler söylenip, yapıldığını hatırlıyor.
31 Mart gecesi Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasındaki fark kapanırken Anadolu Ajansı’nın veri akışını kesmesi, AK Partililerin çıkıp zaferlerini ilan etmesi, ertesi gün İstanbul’un AK Parti’nin zafer ve teşekkür afişleriyle donatılmasıyla başlayan skandallar serisi, YSK Başkanı’nın az farkla İmamoğlu’nun kazandığını açıklamasından sonra 2 Nisan günü düğmesine basılan “seçimlerde hile yapıldı” kampanyasıyla sürmüştü.
Seçimlerde hileyle ilgili saatlerce süren basın toplantılarında, manşetlerde, köşe yazılarında, televizyon tartışmalarında neler neler söylenmemişti ki!
En akıllarda kalanlarından bir kaçını hatırlayalım:
“Sandıkta darbeyi kim örgütledi. Türkiye tıpkı Gezi kalkışması, 17/25 Aralık, 15 Temmuz’da olduğu gibi 31 Mart’ta da sandık üzerinden darbeye maruz kaldı. Kirli ittifak yürüten organize çete hile ve hırsızlıkla sandıkta millet iradesine darbe yaptı.”
“Bu meselenin arkasından farklı şeyler çıkacak. Sandık başkanlarından FETÖ’den ihraç edilen var mı? Muhtemelen bir stratejik akıl, belli kesimleri güçleri birleştirdi.”
“Karanlık ve kirli bir organizasyonla karşı karşıyayız. Bu karanlık organizasyon FETÖ’yü bile aşar.”
“Şunu söylemem mümkün tam burada, gerçekten demokrasi tarihimizin en büyük şaibelerinden birisidir desem herhalde fazla abartmış olmam.”
“31 Mart’ta Türkiye’ye, seçimler üzerinden, açık bir darbe yapıldı. Bu, seçim hilesi ve yolsuzluk değil, çokuluslu müdahaledir. Operasyon FETÖ ve kripto PKK’lılar üzerinden yürütüldü. Ama arkasındaki akıl, 15 Temmuz aklıdır.”
“ “Karşımızdaki suç örgütü sadece FETÖ’den ibaret değil. Onun legal ve illegal partnerleri de ortaya çıkacak. PKK ve diğer sol örgütleri FETÖ, Saadet ve İYİ Parti’yle birlikte CHP çatısı altında birleştiren dış kaynaklar da deşifre olmalı.”
Bu propaganda bombardımanı eşliğinde seçim kurullarından çıkarılan kararlarla yüzbinlerce oy yeniden sayılmış, aradaki fark bir türlü kapanmayınca bu sefer Büyükçekmece’de organize hırsızlık olduğu iddiaları ileri sürülmüş, siyasetçiler televizyonda saatlerce Büyükçekmece’deki usulsüzlük iddialarının anlatıldığı basın toplantıları düzenlemiş, ilçede binlerce evde polis vatandaşları sorgulamış, tutuklamalar yaşanmıştı.
İl ve İlçe seçim kurullarındaki hakimler ve memurlar hakkında ‘İlçe seçim kurulları soruşturulmayacak mı’ “Hakiminden memuruna kim varsa tek tek alınıp bu çete tüm bağlantılarıyla deşifre edilmeli”; “FETÖ müdür yoksa başka bir şey mi bu millet bilmek istiyor” yazıları eşliğinde başlatılan FETÖcülük suçlamalarını kaldıramayan İstanbul Seçim Kurulu Başkanı emekliliğini istemek zorunda kalmış, diğer ilçe seçim kurullarındaki hakimler, memurlar ifadeye çağrılmış, isimleri, ifadeleri ertesi gün gazetelerde suçluymuşlar gibi yayınlanmıştı.
Kısa bir süreliğine belediye başkanlığına oturan İmamoğlu’nun belediyenin verilerini kopyalayıp PKK’ya ve FETÖ’ye servis ettiği, hatta bir hotelde buluştuğu bir yabancı devletin ajanına verdiği ciddi ciddi yazılıp, konuşulmuştu.
Nihayet bütün bu tazyik sonunda Yüksek Seçim Kurulu, başkanının bile şerh koyduğu bir kararla sandık başkanlarının atanmasıyla ilgili teknik bir gerekçeyi ileri sürerek seçimi iptal etti.
23 Haziran’daki ikinci seçime giderken tümüyle kayış koptu, İmamoğlu’nun otoparkları PKK’ya söz verdiğinden, seçilmesine en çok Yunanlıların sevindiğine kadar zembereğinden boşalmış iddialar ileri sürüldü.
Bir İçişleri Bakan yardımcısının “Bir Yunanlının İstanbul’a başkan olmasıyla ekonomi düzelmez” diye tweet attığına, İstanbul Ticaret Borsası Başkanı’nın İmamoğlu’na destek verenleri Pontuslu olmakla suçladığına, eski bir milletvekilinin İmamoğlu’na “Komnenoslar’ın yiğit evladı” dediğine, Ankara’nın eski belediye başkanının “kökeninizde Rumluk var mı?” diye sorduğuna şahitlik etmiştik.
Cumhurbaşkanı ise çıtayı yükseltip “Bu Pazar günü Sisi mi diyeceğiz, Binali Yıldırım mı diyeceğiz” dahi demişti.
Haftalarca İmamoğlu PKK ve FETÖ’yle işbirliğiyle suçlandıktan sonra seçime günler kala Öcalan’dan HDP’lileri seçimlerde tarafsız kalmaya çağıran mektup dahi alınmasına rağmen İmamoğlu bu kez 800 bin fark atarak belediye başkanlığını kazandı.
Seçimin ardından ilk günlerde iktidar ve çevresi sanki bütün bu yaşananlardan ders çıkaracakmış, kendi içinde bir hesaplaşma yapacakmış zannedildi.
Ama hiçbiri olmadı.
Seçimlerde hile kampanyasını başlatan il başkanı hala görevde, o kampanyada saatlerce ekranlara çıkarak sonra yalan olduğu ortaya çıkan iddiaları tekrarlayan parti yöneticileri ve sözcüleri hala partinin yöneticisi ve sözcüsü. Herhalde bir tek seçimin iptaline pek de sıcak bakmadığı bilinen Binali Yıldırım kaybetti. Meclis Başkanlığı’ndan ayrılarak girdiği seçimlerden bir yıl sonra artık sade bir milletvekili.
Bu bir yıl içinde seçimlerin iptaline karşı çıkan Yüksek Seçim Kurulu başkanı emekli olurken, kurulun başkanlığına seçimler iptal edilmeli diyen üyelerden biri seçildi, yine seçimleri iptal ettiren YSK üyelerinden biri Danıştay Başkanlığı’na getirildi.
Seçimlerde aldıkları kararlar iktidarı kızdıran ilçe seçim kurullarındaki hakimler ise kararnamelerle cezalandırıldı.
25 yıllık kesintisiz bir iktidar döneminden sonra adı sanı duyulmamış bir ilçe belediye başkanının İstanbul Belediye Başkanlığı koltuğunu AK Parti’den alması asla affedilemedi.
Yalan çıkan onca iddia, suçlama ve bomboş bir seçim iptali kararına rağmen 800 bin fark atarak ikinci kez seçimi kazanan İmamoğlu’na karşı en ufak bir mahcubiyet duyulmadan, en azından bir kaç aylık bir kredi dahi verilmeden ilk günden itibaren yaptığı, yapmadığı her şey mercek altına alınıyor, hakkında her gün yeni bir haber, iddia ileri sürülüyor.
Daha göreve yeni başladığı günlerde yaşanan sel felaketinin hesabı bile ondan soruldu, bir ilçede patlayan su borusu manşetlere çıkarıldı, Haliç’in mevsimlere göre değişen rengi yüzünden dahi suçlandı.
İstanbul’daki deprem, pandemi toplantılarına çağrılmadı, elinden Galata Kulesi bile yüzyıllar önceki vakıf defterleri açılarak alınmaya çalışıldı, Sirkeci, Haydarpaşa Garları ihalelerinden dışlandı.
Tabii ki genç bir siyasetçi olarak kendisi de hatalar yaptı. Deprem bölgesinden kar tatiline gitmesi, belediye otobüslerindeki yoğunluğu komplo teorisiyle açıklamaya çalışması akla gelen ilk örnekler.
Ama İmamoğlu’na yönelik eleştirilerin çoğu gıcıklık, takıntı hissi veriyor.
Herhalde Türkiye tarihinde ilk defa bir belediye başkanının attığı bütün adımlar sürekli kontrol altında, her an bir gazetenin manşetine haber oluyor.
Aslında ilk defa diyemeyiz. Bir örneği de 1994 yılında yaşanmıştı. Yine sürpriz biçimde İstanbul’un belediye başkanlığına seçilen genç siyasetçi Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını da o dönemin devleti ve medyası yıllarca içine sindiremedi, hakkında sürekli kara propaganda haberleri yapıldı, ona da hiç kredi açılmadı, şimdi iktidar medyasının İmamoğlu’ndan “Ekrem” diye bahsettiği gibi, ondan da “Tayyip” diye bahsedildi. Bugün siyasetteki Erdoğan imajı da sonu hapisle biten o adaletsiz saldırılarla ortaya çıktı.
Ama geçtiğimiz bir yıl gösterdi ki iktidar, bizzat kendisinin yaşadığı bu tecrübeden bir ders çıkarmadığı gibi, 23 Haziran’dan da hiçbir ders çıkaramadı.
Dersi bırakın;ülkenin eski başbakanı ve o zamanki Meclis Başkanının, siyasi hikayesi İstanbul’da başlamış Cumhurbaşkanı’nın meydan meydan dolaşmasına rağmen, isimsiz genç bir siyasetçiye iki kez seçim kaybedilmesi büyük bir travmaya neden oldu.
23 Haziran’dan bu yana, iktidarın pek çok icraatında ve söyleminde bu post travmatik seçim bozukluğunun etkisi görülebiliyor.
Bu travmanın etkisiyle bir ilçe belediye başkanı olan İmamoğlu, bir yıl sonra bugün ilk cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet blokunun en iddialı adaylarından biri.
Halbuki seçim sonucunu demokratik olgunlukla kabul edip, seçilmiş bir belediye başkanıyla medeni ilişkiler kurulmuş olsaydı, İmamoğlu İstanbul’un devasa sorunlarıyla boğuşan, muhtemelen pek çok da hata yapan bir belediye başkanı olarak kalacaktı. Demokrasiyi içine sindirememenin maliyeti böyle ağır olabiliyor.