Yeni yargı yılı, Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezinde açıldı.
Açılışın yine Cumhurbaşkanlığı Külliyesi içindeki bu kültür merkezinde yapılması, önümüzdeki yılın da yasama, yürütme ve yargı erkleri arasındaki anlamsız ayrılıkların giderileceği, bu Fransız işi tefrikanın yerini, birlik ve beraberliğe bırakacağı bir yıl olacağını gösteriyor.
Yargı yılı açılışında Cumhurbaşkanı hukuk ve adalet vurguları güçlü bir konuşma yaptı.
Konuşmanın bu kısımlarını Karar’da hukuk ve adalet meselelerini sık sık yazan Taha Akyol’un, Ahmet Taşgetiren’in ya da Elif Çakır’ın köşelerinde okusaydık herhalde şaşırmazdık.
Neyse ki Yargıtayın yeni başkanı Mehmet Akarca’nın konuşması sizi bu bir anlık iyimserlikten kurtarıyor ve kendinize getiriyor.
Genel olarak Yargıtay başkanlarının adli yılı açılış konuşmalarına dönemin ruhu hep sinmiştir.
Ama yine de bu konuşmalarda lafta da olsa temel hukuki değerler, normlar özenle vurgulanırdı.
Mesela “evrensel hukuk”.
Ama yine dönemin ruhuna uygun olarak, ilk defa hukukun evrenselliğine değil milliliğine vurgu yapan, hatta yerli hukuk üretip ihraç etmekten bahseden bir Yargıtay başkanı dinledik.
Şöyle dedi:
“Bize yakışan kolaycı bir anlayışla ithal edip tüketmek değil, her alanda olduğu gibi geniş bir açık görüşlülükle hukuk alanında da üretmek, örnek olmak ve ihraç etmektir. Ülkemizin güzide hukukçularına çağrım şudur, bize, yargımıza, hukukumuz artık batıcı, anti batıcı, ön yargılarla yaklaşmayınız. Özgün, bütün milletlere ilham olacak şekilde ve insana değer veren bir hukuk anlayışı geliştirmeye çalışınız. Bu konuda hep birlikte çalışalım.”
İnsan konuşmayı dinlerken bundan 21 yıl önceki adli yıl açılışında Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un o meşhur konuşmasını hatırlıyor.
Şöyle başlamıştı:
“Unutmayalım ki, totaliter eğilimli toplumlar sevaplarını, özgürlük yanlısı toplumlar günahlarını abartırlar. Ama, bu beriki daha güvencelidir. Hiç değilse aldatmaz. Kuşkusuz en doğrusu, sorunları kırılmalara uğratmadan indirgemeciliği reddeden bir mantıkla ele almaktır. Ben ülkemi doğrularıyla yanlışlarıyla, sevaplarıyla günahlarıyla birlikte seven biriyim. Gerçekçiyim. Hukukun kimliği evrenseldir. Ülkelere göre değişmez.
Sorunlara işte bu bilinçle yaklaşacak, sizleri de düşünmeye çağıracağım.”
Sonra dönemin Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakanı’nın gözlerinin içine bakarak şöyle devam etmişti:
“Örnek aldığımız Fransa’nın düşünce hükümlüsü Baudelaire’leri, Garaudy’leri var. Ama yine de bizimki kadar övünecekleri (!) düşünce suçluları yok. Bu konuda ciddi iddialar bulunmaktadır.
Bunlara göre; Türkiye’de 1993’te 60, 1994’te 102, 1995’te 83, 1996’da 91 gazeteci yazar tutuklanmış; Türkiye İnsan Hakları Vakfına göre 1993’te 18, 1994’te 45, 1995’te 46, 1996’da 31 yazar düşünce suçlusu olarak cezaevine girmiştir. İnsan Hakları Derneğine göre, 1997’de bu rakam 153’tür. Bir başka İddiaya göre de, 1997’de 22 ülkenin cezaevinde toplam 180 gazeteci bulunmaktadır. Bunun 78’i Türkiye’dedir ve birincilik bizdedir. Sayı, Zambiya’da 1, Sudan’da 2, Nijerya’da 8’dir(121).
Bu iddialar değerlendirilmeli, Türkiye yasalarla beyinleri ezilmeye, sesleri kısılmaya çalışılanların ülkesi olarak 21. yüzyıla girmemelidir. Yapılacak iş, salt düşünce suçları olan hükümleri kaldırmak, suçlara eylem çağrısı yapan, suça kışkırtan hükümlerdeki sözcük ve deyişleri, suçların yasallığı ilkesi gereğince, belirgin ve saydam kılmaktır. Çağcıl demokraside devlet düşünceler karşısında yansızdır. Hukuku, düşünceleri barış içinde yarıştırmak için kullanır, yasaklamak için değil.”
2020 yılında konuşan yeni Yargıtay başkanı ise bırakın kendisi ülkedeki ifade hürriyeti, demokrasi sorunlarını dillendirmeyi yurtdışından gelen eleştiriler için bile şöyle dedi:
“Avrupacı etki gruplarına tavsiyemiz, Türkiye’de yargı bağımsızlığına gölge düşürecek söylemlerden, patronize edici üsluptan sakınmalarıdır. Hukuk sistemimizi toplumsal dinamiklere göre şekillendirmekte özgür ve bağımsız bir ülkeyiz. Hukuk bağımsızlığımıza saygı duymayanlardan yargı bağımsızlığı dersi almamız mümkün değildir.”
20 yılda nereden nereye…
Herhalde Yargıtay Başkanının “Avrupacı etki grupları”ndan kastı 1987’den bu yana hukuk sistemimizin bir üst normu olarak kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi değildir. Hemen karşısında oturan Cumhurbaşkanı bile Türkiye’deki hukuk içinde çare bulamadığı için üç kere o Avrupacı etki grubuna başvurmuştu.
Muhakkak, Yargıtay Başkanının kendisi de AİHM içtihatlarına uyum için Adalet Bakanlığının yıllardır Avrupa Birliği fonlarıyla düzenlediği sayısız seminer ve eğitimlerden bazılarına katılmıştır.
Herhalde bundan kastı insan hakları örgütleri, sivil toplum kuruluşları, Türkiye’de Avrupa Birliği standartlarında hukuk ve demokrasi isteyen çevreler de değildir.
Celal Bayar’ın siyasi yasağından, Erdoğan’ın siyasi yasağına, fikirleri yüzünden hapis yatan Mümtaz Soysal’dan, baş örtüsü özgürlüğüne kadar kampanyalar düzenlemiş Amnesty gibi, Yargıtay devletin emrinde adaletin gereğini yerine getiremezken insan hakları ve özgürlükler için sesini çıkarmış uluslararası sivil toplum kuruluşlarını da herhalde kastetmiyordur.
Zaten eğer “Avrupacı etki grupları” diye bir liste yapılsa, o listesinin tepesinde, konuşmayı yaptığı salonda onu izleyenler arasında bulunan, Türkiye’nin Avrupa Birliğine uyumu için sayısız reform paketi çıkarmış AK Partili bakanlar ve siyasetçiler olurdu.
Yargıtay Başkanının “Türkiye’de yargı bağımsızlığına gölge düşürecek söylemlerden, patronize edici üsluptan sakınmaları”nı tavsiye ettiği, “Hukuk bağımsızlığımıza saygı duymayanlardan yargı bağımsızlığı dersi almamız mümkün değildir” diyerek ad vermeden uyardığı ya Trump olmalı ya da Merkel!
Büyükada, Deniz Yücel davalarında Türkiye’deki yargı kararlarına saygı göstermeyip hükümetle pazarlık yollarını arayan ve vatandaşlarını hapisten kurtaran Almanya’nın tavrı, ama özellikle Brunson davasında ABD ve Trump’ın tutumundan muhakkak rahatsız olmuştur Yargıtay Başkanı.
Diplomatik krize neden olmamak için isim vermemiştir. Ama zaten “Türkiye’de yargı bağımsızlığına gölge düşürecek söylem, patronize edici üslup” deyince insanın aklına hemen Trump’ın Brunson’ın Türkiye’den nasıl kurtarıldığı ile ilgili son açıklamaları ve seçimler için hazırlattığı klip geliyor.
Tabii ki ülkenin şartları malum, Yargıtay Başkanından Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeki yargı yılı açılışında, 21 yıl önceki selefi Sami Selçuk’unki gibi şöyle cesur cümleler kurmasını beklemiyorduk:
“Savaş sonrasında İtalya demokrasiye geçti. Faşizm döneminden kalan ve valilere doğduğu kentten başka kente gidenleri kent dışına çıkarma yetkisi veren Zorunlu Sürgün Yasasını Anayasa Mahkemesi iptal etti. Halkın sevgilisi Başbakan De Gasperi, düzeni sağlamak ve suçluluğu önlemek için bu yasaya gerek olduğunu, yeniden çıkaracaklarını duyurunca, Anayasa Mahkemesi Başkanı Prof. Dr. De Nicola bir bildiri yayımladı. Başbakanı eleştirdi ve hükümet karara uyuncaya değin Anayasa Mahkemesinin hiçbir davaya bakmayacağını, Roma’dan ayrılıp Napoli’ye taşınacağını açıkladı. Dediğini de yaptı.
Böylelikle belki de yargının tarihinde ilk kez bir sivil itaatsizlik olgusu yaşanıyordu. Kamuoyunda kıyamet koptu. Grevler başladı. Bunalım çıktı. En sonunda Başbakan De Gasperi, iptal kararına uyacaklarını bildirmek ve özür dilemek zorunda kaldı. Mahkeme de Roma’ya döndü. Türkiye’de her şey “hikmet-i hükümet” sayesinde birer bilmeceye dönüşmüştür.
2398 yıl önce Sokrates’in nasıl yargılandığını biliyoruz. Ama yüz yıl önceki Mithat Paşa davası hâlâ bir sır. Bir sayın Adalet Bakanı ayrılış konuşmasında “adalete karışmadığını” övünçle söyleyebiliyor, bunu erdem olarak sunabiliyor. Bu itiraftan anlıyorsunuz ki, yargının kapısı siyasal müdahalelere açık. Ama kimseden çıt çıkmıyor.”
Ama mesela geçen hafta Anayasa Mahkemesinin 1994’de Şırnak’taki iki köyün savaş uçakları tarafından vurulup 38 insanın öldürülmesi için 26 yıl sonra hak ihlali kararı verdiğini hatırlatıp, 2013’de AİHM’in kararına kadar neden Türkiye’deki yargının 38 vatandaşın ölümü için adaleti sağlayamadığını sorgulayabilir ve tavsiyelerde bulunabilirdi.
Bunun yerine, bunu sorgulayan çevrelere Avrupa etki grupları diyerek tavsiyelerde bulunmayı tercih etti.
Savunma sanayinde, teknolojide, tarımda yerlilik ve millilik hedefi iyi olabilir ama hukuk, yerlilik ve milliğin iyi olacağı alanlardan biri değil.
Türkiye’de hukukun evrensel normlardan uzaklaşıldığında; 367 kararından, baş örtüsü yasağına, siyasi yasaklardan parti kapatma davalarına kadar nasıl yerli ve milli refleksler verebildiğini en iyi törenin yapıldığı salonu dolduran hazirun bilir.
Yargının “Bütün milletlere ilham olacak hukuk anlayışı geliştirmek”ten önce, Türkiye’deki 85 milyona güven vermek gibi acil görevleri var.
21 yıl önceki yargı yılı açılış konuşmasındaki değişim, demokrasi, adalet heyecanından bugün geriye kalana bakılırsa, bu hiç de kolay olmayacak gibi görünüyor.