Modern dünyanın kamusal alanda ortak ahlak üretmek gibi bir derdi hiç olmadı. Bireysel farklılıklar insanlığın zenginliğiydi ve herkesin ahlakı kendisineydi. Yeter ki hukuka, kurallara uyulsun… Böylece kamusal alan ‘nötr’, tarafsız, eşdüzeyli, dengeli bir nitelik ediniyordu.
Derken göçmenler geldi… Ancak çoğu ‘modernleşmek’ yerine kendi zihniyet ve kültürlerine göre daha önceden edinmiş oldukları davranış ve anlayış kalıplarına sarıldı. Grup halinde aynı tutumu sergiledikleri ölçüde kamusal alanın ‘nötrlüğünü’ bozarak parçalı bir ahlakın ortaya çıkmasına neden oldular.
Kısaca söylemek gerekirse modernliğin göçmenlerle sorunu ‘misafiri’ değiştirememekti… Peki ya ev sahiplerinden bazıları değişip misafir gibi davranmaya başlar, grup halinde kendi ahlak tercihlerini kamusal hale getirirse?
Mesela aşı karşıtlarının aşı olmamaları nedeniyle pandemi ya hiç bitmezse? Veya bir grup insan sosyal medya ve iletişim platformlarında aynı yalan bilgiyi ısrarla tekrarlayıp panik yaratırsa? Ya da birileri borsada (teoriye göre) irrasyonel olanı yaparak (pratikte) zengin olur ve ‘rekabetçi piyasa sistemini’ iflas ettirirse?
Modernliğin bunlara cevabı yok. Çünkü modern dünyayı biçimlendiren temel zihniyet olan relativizme (ve onun uzantısı liberalizme) göre bireyler birbirinden o denli farklıdır ki, her kişi ancak farklı konularda farklı kişilerle bir araya gelebilir. Herkes bir dizi kimlik taşır. Örneğin hem annedir hem solcudur hem şu okulun mezunu, şu hobi atölyesinin üyesi, şu takımın taraftarıdır vesaire. Dolayısıyla farklı çıkarları vardır ve her birinde başka kişilerle farklı gruplara düşecektir.
Ancak daha önemlisi, kişi karar ve tercihleri için kimseye ihtiyaç duymaz, çünkü gerçekliği (kendi özgün deneyiminden hareketle) eksik de olsa doğru algılar. Nitekim birey hangi tercihi yaparsa yapsın kendi açısından ‘rasyoneldir’ ve nihayette herkesin rasyonalitesi birbirinden farklı olmak durumundadır.
Göçmenler de zaten bu nedenle ‘sorun’ haline geldiler. Birey gibi değil, sanki tek kimliğe sıkışmış ilkel kişiler gibi davranıyorlar ve kendileri için rasyonel olana topluca meylettiklerinde kamusal alanın nötr olma niteliğini tahrip ediyorlardı.
Modern dünya bu deneyimden pek ders çıkarmadı. Ne de olsa göçmenler küreselleşmenin hesapta olmayan bir yan ürünü, ‘gelişmemiş’ bir kültürel kalıbın temsilcisi, modernliğin vasıflarını etkilemeyecek bir geçici meseleydi…
Ama şimdi gerçek sınavla karşı karşıya… Sırayla gidelim.
Aşı karşıtlarının aşı olmamaları ‘birey’ olmaktan gelen doğal hakları. Onların da kendilerine göre rasyonel bir bakışı var ve bizimkine benzemek zorunda değil. Ne var ki söz konusu olan bulaşıcı bir hastalık ise ne kadar çok kişi ne kadar hızlı aşılanırsa bir bütün olarak toplumun normale dönmesi o kadar daha mümkün. Diğer deyişle aşı karşıtlığının belirli bir kritik büyüklüğe ulaşması durumunda toplum (ve dolayısıyla dünya) pandemiden kurtulamayacak, refah düşecek, herkes kaybedecek.
Ne yapmalı? Modern tasavvur hukukun yetersiz olduğu noktada zor kullanımını teşvik ediyor. Acaba aşı karşıtlarını tek tek yakalayıp zorla aşı mı yaptırmalı? Yalan beyanı engellemek için aşı olanların koluna damga mı vurulmalı? Geniş toplama kampları oluşturup aşı karşıtlarını oraya mı sürmeli?
Cevap size kalmış ama şurası açık: Aşı karşıtlarının davranışı aynen göçmenlerinkine benziyor. Sanki başka bir kültürden gelmiş gibi davranıyorlar…
İkinci örnek olay Twitter’ın yalan ve kışkırtma içerdiği gerekçesiyle bazı kişilerin twitlerini yasaklaması. Trump’ın çağrısı sonucu yaşanan Kongre baskınında beş kişinin ölmesi bu alanda bir tedbir alınmasını mantıklı kılıyor. İyi de herhangi bir twitin ‘yalan ve kışkırtma’ içerip içermediğine nasıl karar verilecek? Mahkeme kararını beklerseniz iş işten geçiyor. Bu işi şirket yapsın derseniz, ‘yalan ve kışkırtmayı’ şirketin ideolojisi ve menfaat ilişkileri belirleyecek demektir. Ayrıca bu alana girecek her firma yalan ve kışkırtmayı farklı tanımlayabilir… O zaman ne olacak?
Ancak daha da temel bir mesele var… Günümüzde ifade özgürlüğü rahatsız edici düşüncelerin bile beyanını içeriyor. Her rahatsız edici düşünce birkaç kendini bilmezi tahrik edebilir. Bazısı tahrik olabilir diye ifade özgürlüğü sınırlanmalı mı? Modern tasavvura göre aynı olaya çok sayıda farklı bakış olacağına göre, herhangi bir öznenin başkalarının fikrini kısıtlaması nasıl savunulabilir?
Ya insanlar yeni hesaplar veya platformlar üreterek aynı minvalde benzer twitler atmaya başlarsa? Saldırgan bir göçmen davranışı sergileyerek alt kültür oluşturmaya yönelirse?
Üçüncü örnek olay video oyunu üreticisi GameStop… Pandemi atmosferinde işleri kötüye giden bu şirketin hisseleri aylar öncesinde düşüş trendine girmişti ve açığa satış yapanlar da bu gidişi zorlamışlardı. Rasyonel ve ‘piyasa yapıcı’ bir tutumdu, çünkü şirketin gelecekteki değerinin bugünkü değerinden daha düşük olacağı anlaşılıyordu. Dolayısıyla şirket hissesini ‘açığa satmak’, yani bugün (henüz yüksek iken) satıp, ilerde (fiyatı düştüğünde) geri almak mantıklıydı ve nihayette şirketin gerçek değerine yönelmesi açısından ‘sağlıklı’ bir piyasa regülasyonu olarak görülüyordu.
Ne var ki bazı bireysel yatırımcılar açığa satış yapan şirketlere ‘karşıydı’… Zaman içinde birbirlerinden haberdar oldular, aynı sosyal iletişim (Reddit) ve aynı alım/satım (Robinhood) platformunda buluştular ve (bazı büyük alıcıların da desteğiyle) toplu halde GameStop hissesi almaya başladılar. Çok kısa süre içinde hissenin fiyatını onlarca katına çıkararak açığa satış yapmış olan (veya satış opsiyonları tutan) şirketlerin zararına ve iflasına neden oldular.
Şimdi borsa (piyasa) sistemi sınırlamalar ve belki de yasaklar getirerek bu olayın hasarını telafi etmeye, tekrarlanmamasını sağlamaya çalışıyor. Ancak ortada cevabı zor sorular var: Fon şirketlerinin yaptığını bireyler niye yapamasın? Açığa satış yapıldığında bundan herkesin haberinin olması sorun değilken, tersi bir alım dalgasında insanların birbirinden haberdar olması niçin sorun olsun?
Bireylerin gerçeklik algısı ve rasyonel davranış tercihleri birbirinden farklı olabildiğine göre, herhangi bir şirketin ‘gerçek’ değerini kim saptayabilir? Bunu bir otoritenin, ya da büyük fon şirketlerinin saptaması ve insanların da aynı rasyonaliteye göre davranması mı isteniyor? Yoksa bunlar yaşanmasın diye kamusal alanda bireysel etkileşimi mi yasaklamalı?
Modern kodları sahiplenirken modern düzeni berhava eden modern bireylerle karşı karşıyayız. Göçmenlerin liberalizme uyum göstermediklerinde yarattıkları sorunları onların eksikliklerine atfedebiliyorduk. Ama şimdi bizzat liberalizmi şiar edinen gruplarla liberal düzen çatışmakta.
İşin ilginç yanı bütün bu örnek olaylarda taraflar retorik olarak relativist zihniyete sahip çıkmakla birlikte otoriter zihniyete uygun bir tutum içine giriyorlar. Düşman unsurların birbirini karşılıklı zorlamasının, güç kullanımının ve yasaklamanın normalleşmesine tanık oluyoruz.
Modernlik alışık olmamak bir yana tahayyül bile edemediği bir ‘yeni dünyanın’ eşiğinde: Modern bireylerin içinden çıkan ve göçmen davranışı sergileyen gruplar ‘nötr’ addedilen (ama olmayan) sistemleri ortak bir irade ile tahrip etme yeteneği kazanıyor.
Göçmen davranışı söz konusu alt kültürleşmenin de kodlarını veriyor. Göçmen geldiği yere yabancıdır. Muhatap olduğu dili, kodları, kuralları yadırgar, sürekli tetikte, belirsiz bir tehdit altındadır. Ayakta kalma dürtüsü ile en kolay adaptasyon yolunu seçer, içe kapanır, kendini gizler ya da gizlenmiş mekanlara sığınır. Uyum göstermeye zorlanırken gizli bir öfke biriktirir. Yakın çevresinin çıkarını önemserken komşusunun durumuyla ilgilenmez, ülkenin durumu ise onu hiç ilgilendirmez. Dolayısıyla çatışmacı bir yaklaşımı benimser ve (ironik ama) böylece modernliğe geçiş yapar!
Göçmen yabancıdır ve vatandaş olmaya ehil olamadığı ölçüde yabancı kalmaya mahkum olduğunu keşfeder. Modern birey ise hukuken vatandaştır ama başkalarının onu vatandaş kılmaya gönüllü olmadığını gördükçe dışlanmaya (yabancılığa, göçmenliğe) mahkum olduğunu keşfeder. Aynen aşı karşıtları, Trump’çılar ve Reddit’çiler gibi…
Modernlik kendi iç göçmenlerini üretiyor… Çünkü henüz ‘sorumluluk’ kavramının kamusal alanın oluşumundaki hayati rolünü idrak etmiş değil… Sorumluluk bilincinin olmadığı, teşvik edilmediği bir zihniyet altında, teknoloji geliştikçe bireylerin sistemi tahrip gücü daha da artacak.
Çok muhtemelen modernlik kendisine hayat veren diğer zihniyete, otoriterliğe kayma istidadı gösterecek, ‘dengeyi’ relativizmle otoriterlik arasında arayacak, ama sorunlara çözüm getiremeyecek… Bu ise otoriterliğin daha da cazip hale gelmesine yol açabilecek…
Kendilerini ‘modern’ görenlerin teoriden hareketle var olanı anlamlandırmayı bırakıp, var olana bakarak modernliğin ardındaki zihniyet zaafıyla yüzleşme zamanı gelmiş gibi gözüküyor…