Ana SayfaYazarlarOscar şaşırtmadı

Oscar şaşırtmadı

 

Oscar film ödülleri Hollywood’da 1927 yılında kurulan The Academy of Motion Picture Arts and Sciences (Film Sanatları ve Bilimleri Akademisi) tarafından veriliyor. İlk Oscar ödülünü 1929 yılında veren Akademi sonraki yıllarda ödül sayısını artırarak bugün film yapımı alanında 24 farklı kategoride ödül dağıtıyor. Akademi’yi sinema endüstrisinde çalışan 8000’den fazla üye oluşturuyor. 

 

Akademi’nin üyelik yapısı ile Oscar ödüllerinin nasıl verildiğini anlamak kazananları değerlendirmek açısından önemli. Her sene filmler, sanatçılar ve yapımcılar Akademi üyeleri tarafından önce aday gösteriliyor, sonra oylanıyorlar. Adaylar, Akademi üyeleri tarafından belirleniyor, çoğu kategorideki aday o kategori dalının üyeleri tarafından aday seçiliyor; oyuncu üyeler oyuncuları, film editörü üyeler film editörlerini aday gösteriyor gibi.. En iyi film adaylarını seçme hakkına ise tüm üyeler sahip. Ödül oylamaları internet üzerinden yapılıyor, finallerde tüm Oscar adayları tüm oy kullanan üyeler için seçime açık oluyor. Akademi, 1935 yılından bu yana oyların sayımı ve sonuçların gizliliği konusunda PricewaterhouseCoopers denetim firması ile çalışıyor. Adayların açıklandığı Ocak ayı ortasından birkaç hafta sonra yani Şubat sonu ödüller veriliyor. Sonuçlar belirlendiği andan itibaren PricewaterhouseCoopers’ın sadece iki ortağı bu bilgilere sahip olabiliyor ve ünlü zarflar ödül töreni sahnesinde açılıncaya dek başka kimse ile paylaşılmıyor.

 

Akademi’ye sadece sinemalarda oynayan filmlerin yapımında yer alan kişiler kendi mesleklerine göre 17 ayrı alan veya iki genel kategori altında üye olabiliyorlar. Yeni üyeler başvuru yoluyla değil, sponsorlukla yani başka bir üyenin bir kişiyi aday olarak önermesiyle davet ediliyor. Her sene bir kez bahar aylarında yeni üye alımı yapılıyor.

 

Akademi 2016’dan bu yana #MeToo ve #OscarsSoWhite hareketlerinin de etkisiyle kadın üye sayısını ve üyelerin çeşitliliğini artırmak üzere üst üste üç sene rekor sayıda yeni üye alımı gerçekleştirdi. 2016’da 683, 2017’de 774, 2018’de ise 928 yeni üye alarak kendi rekorlarını kırmış oldu.  2018’de alınan yeni üyelerin %38’ini beyaz olmayan kişiler oluştururken, bu üyelerin toplamda oranları 2015’te %8’den 2018’de %16’ya ulaştı. 2018’de yeni alınan üyelerin %49’unu kadın üyeler oluştururken 2015’te %15 olan kadın üye oranı 2018’de %31’e çıkmış oldu. Ayrıca 2018 itibariyle değişik ülkelerden Akademi üyelerinin sayısı 59’a ulaştı.  

 

Yani erkek ve beyaz ağırlıklı bir Akademi’den, kadın ile beyaz olmayan üyelerin ve farklı ülkelerin daha yüksek oranlarda temsil edildiği bir yapıya doğru gidilmiş oldu. Üyelerin aday gösterdiği ve oyladığı Oscar sonuçlarını değerlendirirken bu seçim sistemini ve üyelik yapısını aklımızda tutmak önemli.

 

Gelelim bu senenin adaylarına ve kazananlarına… 2019 çeşitlilik açısından önemli bir yıl sayılabilir; en iyi film adaylarının yarısı zenci veya Latin başrol oyuncuları tarafından oynandı, oyunculuk dalında 20 adayın 4 tanesi beyaz olmayan kişilerdendi, en yüksek adaylık oylarını alan iki film (Roma ve The Favorite) kadınlar hakkında hikâyeleri olan ve kadın başroller taşıyan filmlerdi. Üstüne üstlük en iyi erkek oyuncu ödülünü Mısır kökenli Rami Malek, en iyi yardımcı erkek ödülünü de zenci Mahershala Ali kazandı.

 

Öte yandan adaylık göstergelerinin aksine en iyi film ödülünü Green Book adlı yapımın kazanması bir sürpriz olarak değerlendirildi. Green Book, 1962 yılında güney Amerika’da geçen bir yol hikâyesi; filmde İtalyan bir gece kulübü görevlisinin dünyanın en iyi piyano virtüözlerinden biri sayılan zenci bir sanatçıya şoförlük etmesi ve ikilinin Amerika’nın güney eyaletlerini kapsayan turne boyunca gelişen ilişkileri ele alınıyor. Bu yıllarda özellikle güney eyaletlerde zencilere uygulanan ayrımcılık örneklerinin yanı sıra hem İtalyan’ın hem de zenci piyanistin filmin başındaki ön yargılarının film boyunca nasıl kırıldığını ve hayatlarının sonuna dek sürecek arkadaşlıklarına şahit oluyoruz. Gerçek bir hikâye üzerine kurulan Green Book, özellikle benim gibi kolay duygulanan seyirciler için, hem gözlerimizi nemlendiren hem de kalbimizi ısıtan bir hikâye. Ama rakiplerini atlayıp, Oscar ödülünü almaya hak kazanıyor mu, hayır!

 

Neden kazanmadığını ödüllerin belli olmasını takiben Amerikan medyasında çıkan bazı eleştiri yazılarından aktarımlarla netleştirmeye çalışayım.

 

Birçok eleştirmen Green Book ile 1990’da en iyi film ödülünü alan Driving Miss Daisy arasında benzerlik kurmuş. Öncesinde gergin başlayan fakat sonrasında şefkatli bir ilişkiye dönüşen güneyli yaşlı bir kadın (Jessica Tandy) ile zenci şoförünün (Morgan Freeman) hikâyesini işleyen filmi hatırlarsınız. Neredeyse 30 sene sonra, her ne kadar beyaz ve zenci rolleri yer değiştirmiş olsa da, aynı düzlemde yaşanan bir hikâyeye büyük ödülün verilmesi Hollywood’un ırkçılık sorunu açısından pek de ilerleme kat edememiş olması şeklinde okunuyor. Irkçılık ve ayrımcılık sorunlarının bugünün koşullarında nasıl yaşandığından ziyade 1960’larda geçen bir hikâye üzerinden ‘görülmesi’ ise ayrı bir eleştiri konusu. Eğer Hollywood beyaz üstünlükçü düşünceye net bir şekilde meydan okumak istiyorduysa diğer iki aday Black Panther ve BlacKkKlansman filmlerinin çok daha uygun seçimler olduğu üzerinde duruluyor. Çoğunluğun Green Book filmine oy vermiş olması Akademi’nin risk almayan ve orta yolcu tavrını kanıtlarken, bahsi geçen diğer iki filme ödül vermenin daha cüretkâr ve öncü seçimler olacağı ancak bunun Akademi’nin profilini aştığına dair yorumlar mevcut.  

 

Green Book seçimi özellikle Akademi’nin kolaya kaçması olarak okunuyor. Filmin verdiği en bariz mesaj “bağnazlığımızı yenmek için tek yapmamız gereken birbirimizi daha iyi tanımak, birbirimizle konuşmak” ve bu çok bilindik bir tutum. 30 sene öncesinin Driving Miss Daisy’si de aynı mesaj üzerine kuruluydu. Bazı yorumcular Green Book seçimini Hollywood liberallerinin dünyayı daha iyi bir yer yapmak için ne kadar az şey yaparak paçayı sıyırabileceklerini düşündüklerine dair bir gösterge olarak değerlendirmişler. Beyaz merkezli bir bakış açısı olduğu iddia edilen bu filme ödül verilmesinin ırkçılığın geçmişin bir sorunu olduğu ve artık halledildiği mesajını taşıdığına, devam eden sistemli ayrımcılığın sorumluluğunu beyazların sırtından kolay yoldan atmaya yönelik bir hareket olduğuna dair sert yorumlar da söz konusu.

 

Sonuç olarak, son dönem siyasi ve sosyal gelişmelerin etkisiyle kadın ve beyaz olmayan sanatçılara ve eserlere Hollywood dünyasında biraz daha geniş bir yer açılmış durumda. Ancak Hollywood beyaz Amerikan dünyasının sorumlulukları açısından henüz cesur adımlar atmaya hazır değil gibi görünüyor. Dünyayı daha iyi bir yer yapmaya soyunan tatlı masallar, insanları iyi hissettirecek, rahatsız etmeyecek filmler Hollywood için uzun zaman daha biricik olmaya devam edecektir. Bazı yorumcuların fikri Akademi ne kadar çeşitlenirse çeşitlensin özünde her zaman aynı kalacağı yönünde; kârlılığını korumaya çalışan, çeşitliliğe vurgu yapan ama liberal değerleri gayet silik seyreden bir zenginler ve tasasızlar kulübü.

 

Önceki haftalarda hakkında iki yazı yazdığım Roma bence ödülü çok daha fazla hak ediyordu. Yine çok beğendiğim The Favorite filmi de bana göre ödüle Green Book’a nazaran daha layıktı (yönetmeni Yunan, yardımcı yönetmeni Türk olduğu için değil). Neden derseniz, çünkü bu iki filmde de gördüğümüz şey sanat ve sanatçılık, bu filmleri izledikten sonra sanat namına ne deneyimlediysek bizimle kalmaya, izleri bizimle yaşamaya devam ediyor. Note Book’da ise gördüğümüz yapımcılık, sanat değil; film bittikten sonra soranlara belki hikâyesini anlatıyoruz ama söyleyecek çok da başka bir şey bulamıyoruz.

 

İşte tam da bu yüzden, yorumların aksine, bu senenin en iyi film Oscar’ı hiç şaşırtıcı değil, ne de olsa yapımcılık Hollywood için sanattan katbekat daha değerli.

 

- Advertisment -