o geçerken, şehrin sırtını dayadığı dağ,
dağla beraber, dağın bağrında,
burun kemiğini sızlatırcasına
keskin insan kokan mağara,
mağarada uyuyanlar,
onların yüzlerce yıl süren düşleri,
sonra Musa’yla, bilge arkadaşının
akılalmaz sergüzeştleri,
sonra daha tanıdık yüzler,
daha bildik öyküler,
hepsi, yolun tozuna toprağına karışıp
göğe savruluyorlar sanki,
sonra gökten, kül, ipek, tüy ve sözcük
karışımı bir yağmur
yağmaya başlıyor yüreklerimize,
cızırdatarak orada, ocaktaki közleri.
ve her şeyin bir bağış olduğunu
ilk defa hissettiren ezoterik bir örtü,
söz, ezgi, bilgi, ışık ve hikmet seriliyor
kaderin örtüsü gibi, hayatlarımızın üzerine.
19 Mart 2010